Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Nörobilimler ve Hukuk Üzerine

About Neuroscience and the Law

Altan HEPER

Batı’da ve özellikle Almanya’da 90’lı yıllarda yoğunlaşan beyin araştırmalarında ve nörolojik bilimlerdeki ilerlemeler, determinizm ve indeterminizm ve dolayısıyla irade özgürlüğü arasındaki eski tartışmayı alevlendirmiştir. Katı deterministler irade özgürlüğünün bir illüzyon olduğunu ileri sürerek, kusura dayanan ceza hukukundan vazgeçmeyi, bunun yerine güvenlik tedbirlerine başvurmayı önermektedir. İndeterministler hukuk düzeninin normatif özelliğini vurgulayıp, irade özgürlüğünün ampirik niteliği konusuna girmemektedir. İndeterminizm sadece kusura dayanan ceza hukukunun değil, tüm hukuk düzeninin temellerini sarsılmasını engellemeye çalışmaktadır. İrade özgürlüğünün kanıtlanması veya kanıtlanmamasından bağımsız olarak irade özgürlüğünden vazgeçmemiz, bu kurum yerine koyabileceğimiz, bu fonksiyonu üstlenebilecek başka bir kurum olmaması nedeniyle mümkün görünmemektedir.

Nörobilimler, Beyin Araştırmaları, Determinizm, İndeterminizm, İrade Özgürlüğü, Kusur Ceza Hukuku.

In the west, particularly in Germany around 90s the advanced improvement in brain research and neurology, determinism and indeterminism caused the old debate in relation to the freedom of will to arise, as a result. Determinists argued and suggested that the freedom of will is an illusion, a law which tolerates criminal law based on fault instead of the security measures that should be applied. The highlight of the indeterministic rule of law does not seem to address the empirical nature of the freedom of will. Indeterminism is not only the law which tolerates criminal law based on fault, it completely destroys the principles of the entire legal order foundations. The function to make a decision of whether the freedom of will should be exercised or not in a specific situation could be appointed to a suitable institution, but due to the lack of such an institution in existence is therefore impossible.

I. GİRİŞ

Batıda ve özellikle Almanya'da uzun bir süredir determinizm ve irade özgürlüğü bağlamında yoğun bir tartışma sürdürülmektedir1. Bu tartışmalar içersinde özellikle nörobilimle uğraşan bilim insanları, determinizmin kanıtlandığı iddiasıyla Alman Ceza Hukukunda bir reforma ihtiyaç duyulduğunu ifade etmektedirler. Bu bağlamda kusur prensibinin dayandığı koşul özgür olarak bir suç işlemek veya işlememek arasında özgür seçim koşulu bulunmadığından hareketle, kusur prensibinden vazgeçmesi ve ceza hukukunun ayrı bir manevi, tinsel, ideal temele dayandırılması gerektiği savunulmaktadır. Bu çerçevede söz konusu bilim insanları norma aykırılıkları önlemeye yönelik tedbirleri ve tedavi ilkelerini gündeme getirmektedirler.

Beyinle ilgili yapılan araştırmaların, davranışlarımızın nörolojik nedenlerle belirlendiğini gösterdiği iddia edilmektedir. Başka bir anlatımla anılan araştırmaların ulaştığı sonuç kısaca şu şekilde ifade edilebilir: “İstediğimiz gibi hareket etmiyoruz, davranmıyoruz. Şayet isteklerimizin hareketlere yani davranışlarımıza uygun olduğunu düşünüyorsak, bu tespit hatalıdır. Zira davranışlarımız isteklerimizden önce gelmektedir.”2 Nörobiyoloji ile uğraşan araştırmacılar; insan ruhunun derinliklerine indikleri meydan okumasıyla, insan varlığına ilişkin en son ve en gizemli sırlarının ifşa ettiği iddiasını ortaya atmaktadırlar. Yine aynı şekilde; “rasyonelliğin”, “vicdanın”, “dini inancın”, “aşk ve sevginin” ve tabii “irade” ile birlikte felsefe tarihinin en başından beri meşgul olduğu “irade özgürlüğünün” ne olduğu sorusuna yeni cevapların verildiği söylenmektedir.3 Bu konuda ciddi bilimsel araştırmalar yapılmaktadır. Nöroloji alanında çalışmalarda bulunan bazı araştırmacılar; söz konusu bu araştırmacıların ulaştığı bulgularla dünyayı kavrayışımızın devrim niteliğinde köklü bir değişime uğrayacağı ve bütün temel değerlerin değişeceği, bununla birlikte yakında doğa bilimlerin damgasını vuracağı bir revize edilmiş, gözden geçirilmiş felsefenin hâkim olacağı öngörüsünde bulunmaktadırlar. Bu öngörüyü ortaya koydukları görüşle desteklemektedirler: “İdeolojiler, felsefi yaklaşımlar, dini doktrinler, dünya modelleri, değer sistemleri ve buna benzer kurumlar beyin araştırmalarının sonuçlarıyla ilişkilendirilecektir. Bütün soruların cevapları beyin araştırmalarının cevaplarına bağlıdır, zira her şey beyinde başlamakta ve bitmektedir”.4

Sinir- Beyin bilimlerindeki en son gelişmeler; geleneksel bilim-değerler ve ruh– beyin ayrımlarını bir kenara bırakmakta ve revize edilmiş yeni bir felsefeyi desteklemektedir. Bu felsefe; modern bilimin ahlaki değerleri ve ahlakın anlamını belirlemek için geçerlilik kriterlerini tespit etmek amacıyla en etkin ve en güvenilir araç olarak hizmet etiğini ileri sürmektedir 5.