Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

İnşaat Eseri Sözleşmesi

Contrat D’entreprise de Construction

H. Tamer İNAL

Eser sözleşmesi, taraflardan birinin (müteahhit, ısmarlanan), diğer tarafın (işsahibi), kendisine taahhüt ettiği bir semen karşılığında, bir eser yapmayı borçlandığı bir sözleşmedir (TBK m. 470). İnşaat sözleşmesi ise, kamu hukuku ve özel hukuk kuralları tarafından birlikte yönetilen ve yönlendirilen taşınmaz inşaatıdır. Bu suretle inşaat yapımı uygulamalarına dayalı olarak verilebilecek tanımlamada, özel hukuk kurallarını ve kamu hukuku kurallarını, hukukçuların genelde uyguladıklarının tersine bir yöntemle ve inşaat bütününe uygulanan kuralların türüne göre birbirinden ayırarak değerlendirmek yerine; inşaat hukukunu yönlendiren kuralların bütününü birlikte almak ve inşaat uygulamasının sahada gerektirdiği pratiğe uygun olarak tümevarımcı bir yöntemin uygulanması ve tümevarım noktası olarak, taşınmaz inşaatının hedeflenmesi daha uygun bir metod olarak tespit edilmektedir. İnşaat özel hukuku alanında uygulanan özel hukuk kuralları, özellikle taraflar arasındaki sözleşme ilişkilerini, en etraflı biçimde düzenleyen kurallardır. Kuralların kullanılması yönünde, tümevarımcı ve tümdengelimli iki ayrı kıstas uygulanmaktadır. Tümevarımcı yöntem kapsamında, eser sözleşmesi kuralları kapsamında yer alan bütün hukuk kurallarından, sadece inşaat hukukuna uygun olan kurallar diğerlerinden ayrılarak mütalâa edilmekte; tümdengelimli yöntem kapsamında ise, mevcut hukuk kurallarına göre bir ayırım yapılmakta ve inşaat hukukuna ilişkin özel hukuk kuralları, inşaat hukukuna ilişkin kamu hukuku kurallarından tefrik edilerek dikkate alınmaktadır. Yapılan ayırım gereği olarak, inşaat hukuku alanında uygulanan özel hukuk kuralları, inşaat sözleşmesini yöneten mevcut müspet hukuk kuralları ile, taraflar arasında kanun kadar kuvvetle bağlayıcı olan inşaat sözleşmesi ve hizmet sözleşmesi hükümleridir. İnşaat özel hukukunun ve inşaat işlerine dayalı eser ve hizmet sözleşmelerinin başlıca kaynağı Borçlar Kanunu ve Medeni Kanun olup; inşaat hukuku kapsamında yer alan inşaat sözleşmesi ve buna bağlı olarak beliren hizmet sözleşmesi diğer sözleşme tiplerinin bağımlı oldukları kurallarla tamamlanmaktadır. Tamamlayıcı hükümlerinden yararlanılan diğer kurallar arasında; satış sözleşmesini, şirket sözleşmelerini, aynî haklara ilişkin hükümleri, sözleşmeden doğan sorumluluk ve genel olarak hukukî sorumluluk kurallarını saymak gerekmektedir. İnşaat sözleşmesi, inşaatçının (müteahhit), işsahibine (le maître, le mandant) bir taşınmaz inşa etmeyi veya bir başka taşınmaz üzerinde, belirlenmiş inşaat çalışmalarını gerçekleştirmeyi taahhüt ettiği bir sözleşmedir. İşveren, arsa veya arazi gibi bir taşınmazın üzerinde inşaat yaptırmak isteyen kişi olabileceği gibi; bir girişimci (müteşebbis / entrepreneur) veya taşınmaz inşaatında gerekli olan parayı toplayan ve işleri gerçekleştiren, idarî işlemleri yürüten ve inşaatın tamamlanmasından sonra, eseri teslim alan kişi (prometeur) de olabilecektir. İnşaatçı ise, ufak işleri gören usta/kalfa gibi bir zanaatçıdan başlamak üzere, mimarlık-mühendislik şirketi veya bir taşeron dahi olabilmektedir. İnşaat sözleşmesinin konusu, inşaat mühendisliği alanında bir bina inşaatı olabileceği gibi, inşaat ustasına veya kalfaya yaptırılan duvar işi, taşerona bırakılan sıhhî tesisat işi de olabilecektir. Bir binanın yapılması işi kadar, bir binanın yıkılması işi de, yine mühendislik sözleşmesi kapsamına alınmaktadır. FIDIC Şartnâmesine uygun surette düzenlenen uluslararası inşaat sözleşmeleri, İngilizce yazılmış tip sözleşmeler (standart sözleşmeler) olup; oluşturduğu normlara, “Normes de la Fédération des ingénieurs-conseils” veya “Conditions of contract for Works of civil engineering constructions” denilmektedir. Ancak uluslararası inşaat sözleşmelerinin İngilizce yazılmış modeli dışında, Türkiye’de Bayındırlık İşleri Genel Şartnâmesi bulunduğu gibi; Almanya’da uygulanan “die Verdingungsordnungen für Bauleistungen” (VOB), Fransa’da uygulanan “les Normes de l’Association française de Normalisation” (AFNOR) ve İsviçre’de, Mühendisler ve Mimarlar Derneği “Société suisse des ingénieurs et des architectes” tarafından düzenlenen (SIA) “les Normes, les Prescriptions et Règlements” normları, zamanaşımı süreleri ve düzenleyici kurallar şeklinde hazırlanmış olan kurallar bütünü olup; teknik gereksinimleri ve hukukî düzenleme ve muhtemel hukuk ve kanun boşluklarını doldurmaya dönüktür. Ancak, yabancı dilde düzenlenen sözleşme tiplerine iltihâk edildiğinde, kullanılan dil isabetli bir şekilde kullanılmadığı takdirde, söylenilenin, düşünülenden farklı olması ihtimâlinin yüksek olabileceğinin gözardı edilmemesi gerekmektedir. Uluslararası inşaat sözleşmelerinde, sözleşmeye uygulanan hukuk seçimine göre, Kıt’a Avrupa’sı hukuk sistemlerinden birinin uygulanması gerekse bile; FIDIC Şartnâmesi esaslarını temel almış bulunan uluslararası bir inşaat sözleşmesinin bir hükmünün yorumlanması gerektiğinde, İngiliz Hukuk sisteminin hukuk düşünce sistemini temel alarak yorum yapmak mecburiyeti hâsıl olacak; aksi takdirde, Ortak Hukuk mantığı ile Kıta Avrupa’sının diğer hukukî sistemi ve hukuk mantığı esasları arasında kaçınılmaz çelişkiler doğacaktır.

Uluslararası İnşaat Sözleşmesi, Standart Sözleşme, Hukuk Seçimi, Kanun Boşluğu, Hukuk Boşluğu, İşsahibi, Müteahhit, Özen Borcu, İşgörme Edimi, Eser Sözleşmesi, Müteahhit, Mimar/ Mühendis, Müşavir Mühendis, Şemsiye Sözleşme, Özen Borcu, Sonuç Borcu, FIDIC Şartnâmesi, İncorporation veya Sözleşmeye Dâhil Etme Sistemi.

Selon le schéma classique, l’élaboration d’un ouvrage de construction met en cause une relation tripartite entre l’ingénieur-conseil, le client (ou le maître d’ouvrage) et l’entrepreneur. Le maître d’ouvrage engage d’abord un ingénieur ou un architecte qui prépare les plans et devis. En suivant l’avis de cette personne, il embauche ensuite un entrepreneur général auquel s’adjoindront des sous-traitants et des fournisseurs pour l’exécution des travaux. Néanmoins, ce schéma a évolué et, aujourd’hui, le rôle de l’ingénieur-conseil est parfois confondu avec celui d’entrepreneur. En général, l’entrepreneur est une société ou un groupe de sociétés. En effet, l’élaboration d’ouvrages impliquant une haute technicité et une technologie importante nécessite souvent la participation de plusieurs sociétés. Le rôle d’ingénieur est assumé par un bureau d’études ou une société d’ingénierie. Les contrats normalisés sont aujourd’hui très abondants. Partout où le marché est important et où le nombre de transactions est élevé dans un secteur déterminé, on voit apparaître de tels contrats. Toutefois, la doctrine a prêté peu d’attention à ce phénomène. Le contrat international d’ingénierie présente des traits particuliers dont il faut tenir compte lors du processus de normalisation. Ces particularités ressortent dans la durée du contrat, le lieu d’exécution des travaux, le matériel utilisé sur les chantiers, la coordination des intérêts des parties, ainsi que dans le fait qu’il s’agit souvent d’un contrat d’État. Le contrat international d’ingénierie porte généralement sur la construction d’un ouvrage de grande envergure. C’est donc un contrat à long terme et par conséquent de nombreuses années peuvent s’écouler entre le moment des soumissions des diverses parties et l’achèvement de l’ouvrage. Les circonstances sont susceptibles de changer et d’affecter l’équilibre des conditions contractuelles. Il est donc nécessaire d’insérer des clauses visant la révision du contrat. Les conditions générales relatives aux projets internationaux d’ingénierie sont élaborées par le biais d’un processus particulier et elles font l’objet d’une concertation au sein d’organismes professionnels qui ont pour but de recueillir l’opinion de leurs membres. Ce processus de concertation n’est pas propre au secteur de l’ingénierie. On le retrouve également dans d’autres sphères d’activités. Le contrat de construction, constitue le point de départ du système du droit de la construction. Dans le contrat de construction, le constructeur s’engage envers le maître de l’ouvrage que l’on peut également appeler en tant que mandant, de réaliser une construction immobilière ou bien des travaux de construction sur un immeuble. La construction d’un immeuble, peut consister soit de l’érection complète d’un bâtiment, sinon de la démolition d’un ouvrage. İl s’agirait donc, d’une prestation de service relative à l’exécution d’un ouvrage, moyennant un prix que le maître de l’ouvrage s’engage à lui payer. Pour les ouvrage de grande importance, tels que les constructions internationales, l’accord entre les parties peut être rédigé suivant les normes consignées comme document contractuel et qui intègre les conditions particulières et aussi les conditions générales. Sur le plan international, “les Normes de la Fédération internationale des ingénieurs-conseils” ou “conditions of contract for Works of civil engineering constructions”, sont connues sous l’abréviation de FIDIC. Le rôle de la société d’ingénierie peut être limité à fournir une prestation intellectuelle ou comprendre la construction, la fourniture des différents éléments, et même la mise en marche d’un ensemble industriel. Dans ces derniers cas, il s’agit alors de contrats clé en main» ou «produit en main». Dans le contrat clé en main, l’ingénieur est non seulement l’auteur du projet mais aussi un ensemblier. Il doit remettre au maître d’ouvrage l’ensemble industriel complètement terminé et prêt à fonctionner. Dans un contrat clé en main, l’ingénieur assume donc une obligation de résultat. Les obligations de celui-ci sont encore plus étendues dans le cadre du contrat produit en main. Il garantit le fonctionnement de l’ouvrage et son exploitation par le personnel local, qu’il a lui-même formé. Cette formule a été conçue afin de favoriser l’industrialisation des pays en voie de développement. Proche des contrats clé en main, la formule Built Operate & Transfer (BOT) s’est développée.

Complexe de Contrats, Contrat Unique, Contrats Multiples, Know-How, Plans et Devis, Conditions Normalisées, Obligation de Moyens, Obligation de Résultat, Conditions Générales, Contrat D’adhésion, Concertation, Contrat International D’ingénierie, Normalisation des Contrats İnternationaux D’ingénierie.

GİRİŞ

Eser sözleşmesinin alt türevi kapsamında, isimsiz sözleşme kategorisindeki inşaat eseri sözleşmesi ve taşınmazların yapım tekniği, sıklıkla yaşanılan katastrofik boyutlardaki felâketler karşısında, alınması gereken önlemlerin aciliyetini ön plâna geçirmiş olup; Türkiye’deki inşaatların tamamı, depreme dayanıklı yapıtlar hâline getirilmeli ve daha fazla gecikmeden teknik zorunluluklar, hukukî yaptırımlarla kuvvetlendirilerek uygulamaya konulmalıdır.

Olağanüstü boyutlara ulaşan facialar, doğa olaylarına da dayansa, zararlı sonuçlarının oluşumunda, daima insan kusuru1 tespit edilmektedir. Örneğin, Japonya/Kobe’de2 yaşanan büyük felâketin ardından alınan bilimsel tedbirler sayesinde, binalar yıkılmadığına ve insanlar ölmediğine göre; Türkiye’de de, inşaat işlerinde, bilim yolları tam ve gereği gibi uygulanırsa, bundan böyle yaşanacak depremlerde, insanlar ölmeyecektir. Türkiye’de depremlerde; insan kusuruna dayalı, depreme dayanaksız ve toplamda iskâna açılmış binaların beşte üçü oranındaki taşınmazların, iskân ruhsatı dahi bulunmadığına göre, bu taşınmazlarda insanların yaşamasına izin verilmemesi gerekirken, elektrik, su gibi abone işlemleri yapıldığına bakılırsa, ölümler ve hüsran kaçınılmazdır. Depremlerin yanı sıra; nükleer facialarda olduğu üzere, sosyal devlet olmak da, tam olarak gerçekleşmediğinde; üstelik, T.C. AY m. 2 hükmünde, Türkiye Cumhuriyeti’nin, “... sosyal bir hukuk Devleti” olduğu tasrih edilmiş olmasına rağmen, Türkiye’de önlemler yeterli değildir. Başka sosyal devletlerde, katastrofik zararlar meydana geldiğinde, insanlar felâketleri zarar görmeden yaşarken, sosyal devlet olunamadığında, insanlar büyük zarar görmektedirler. Yaşanılan katastrofik felâket örnekleri de çeşitlidir.

İnşaat uygulamalarının ve inşaat hukuku düzenlemelerinin, yasaların ve şartnâmelerin, ülkemizde yaşanan depreme dayalı felâketlerin büyüklüğü ve sıklığı da dikkate alınarak, imâr aflarının hiçbir surette tekrarlanmaması hakkında, emredici hukuk kurallarının yürürlüğe girmesi gerekmektedir. Doğa âfetlerinin sebep olduğu zararların, katastrofik düzeylere ulaşması ile, millet olarak yaşanan büyük felâketler; devletin inşaat birimlerinin, bilimin göstergelerine uyum sağlamamış olmasına dayalıdır. Konu, Türkiye’de yaşanmış olan ve beklenen doğa âfetlerinin sebep olduğu ve olacağı katastrofik zararların ve etkilerinin, en aza indirgenmesine ilişkindir. Faciaların en aza indirgenmesi; bilimin göstergeleri yolunda alınması gereken önlemlerin tespitini ve emredici nitelikteki hukukî düzenlemelerin değerlendirilmesine bağlıdır. Fen bilimlerine uyumun hangi nedenlerle sağlanmadığı incelenmeli ve sonuçlarına göre, mevzuat düzenlemesi yapılmalıdır.

Türkiye’de yaşanan depremlerde, katastrofik zararlar oluşmaktadır. Millet olarak mâruz kalınan sosyal, iktisadî ve kişisel katastrofik zararlar, topyekûn refah devleti düzeyine ulaşmayı da önlemektedir. Muhtelif kesimlerin bilinç ve eğitim düşüklüğü, toplumu az gelişmiş veya gelişmekte olan devletler kategorisinde bırakmakta etkili olmaktadır. Deprem facialarında veya Çernobil nükleer faciasında olduğu üzere; dış kökenli olaylara dayalı yıkımlar, az gelişmiş ülkelerde, diğer sosyal refah devletlerine oranla daha ağır acılarla yaşanmaktadır. Deprem, insan kusuruna dayalı inşaat ayıplarına bağlı olarak milleti facialara mâruz bıraktığı gibi; ülkemizde, sosyal devlet olmamaya dayalı olarak, yine insan kusuruna dayalı olarak yaşanan Çernobil nükleer faciası karşısında da, acz içinde kalınmıştır. Deprem gibi, nükleer facialarda da, sosyal devlet olamamanın sonuçları yaşanmıştır. Katastrofik zararlar meydana getirecek doğa olaylarından veya insan kusurlarına dayalı teknik olayların sebep olduğu veya olacağı facialardan en az zararla kurtulmak için, her çeşit felâkete dayanıklı olacak bir sosyal devlet olmak gerekir.

Çernobil nükleer faciasında, insanların radyoaktivite sızıntılarından etkilenmesi olayında; İsviçre’de Lugano Gölü’nde balıkçılık yaparak geçimlerini sağlayan İsviçre’li balıkçılar gibi, Türkiye’de Karadeniz bölgesi çay üreticileri de zarar görmüşlerdir. Facia karşısında, iki devletin, iki ayrı davranışı konu olmuştur. İnsan kusuruna dayalı Çernobil nükleer faciasında, Karadeniz bölgesinin çay üreticileri, ürünlerini denize dökmek mecburiyetinde kalarak zarar görmüşlerdir. İsviçre ise, bir sosyal refah devleti olarak, Çernobil nükleer faciasından sonra, 03.09.1986 tarihli Federal Konsey Ordonansı3 ile, Lugano Gölü’nde balık avlanmasını yasaklamış ve karşılığında, balıkçılara iki yıl boyunca tazminat ödemiştir. Profesyonel balıkçılar, mâruz kaldıkları nükleer kaynaklı zararın, LRNC4 Art. 16 hükmü çerçevesinde giderilmesini talep etmişlerdir. Ancak talepler, LRNC hükümlerine dayanmaya gerek kalmadan, Lugano Gölü’nde profesyonel balıkçılık yapan esnafın zararlarının, 18 Aralık 1987 tarihli Federal Karar5 kapsamına alınmakla çözümlenmiştir. İsviçre’de balıkçı esnafının mâruz kaldığı zarar, İsviçre Anayasa’sının 31bis 7/II-III hükümleri çerçevesinde, devlet yardımı ile giderilmiş ve LRCN bir yerleşim bölgesinin bütünü ile tahliyesini öngördüğü için, balıkçılar konusuna uygulanmamış, sorun 18 Aralık 1987 tarihli Federal Karar kapsamına alınmakla çözümlenmiştir6 . Nükleer kaynaklı zarar kavramından, mahrum kalınan kâr oranı dışında kalan ve devletin ortaya çıkan nükleer zararları en aza indirgemek veya bertaraf etmek maksadıyla aldığı yasal tedbirlerden doğan zararlar anlaşılmaktadır (LRCN Art. 2/I). Türkiye’de ise, Çernobil faciası ile Karadeniz çay üreticileri, ürünlerini piyasaya süremeden denize döktüklerinde, zarargören üreticinin zararlarını gidermeye tahsis edilebilecek ve zararlarını karşılamaya dönük bir fon hazır bulunmamıştır. Ancak Çernobil faciasının, Türkiye’de çay üreticisinin zararları dışında, yıllar sonra başka sağlık sorunlarını da tetiklemiş olduğu anlaşılmıştır. 1986 yılında yetkili Enerji Bakanı, Rize’de çay üreticilerinin ürünlerine radyoaktivite bulaştığını ve zarar gördüklerini beyan etmelerine karşılık; “bir zarar gelmez” şeklinde beyanda bulunmuş ve zarar gelmeyeceğini ispat etmek için, üreticilerin ikram ettiği çayı içmiştir. 1986 ve sonrası dönemlerde, ergenlik çağında olan erkek çocukların, zamanımızda yapılan incelemelerde, tüp bebek merkezlerine gelenler arasında bulundukları anlaşılmıştır7 . Radioaktivitenin, ağırlıklı olarak erkek kısırlığı meydana getirdiği ve çevresel faktörlerin, doğurganlığı etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca radioaktivitenin etkisine bağlı olarak; türlü kanser hastalıklarının latent periyodunun yirmibeş-otuz sene olduğu ve değişik türden kanser hastalıklarının, tiroid kanserinin, meme kanserinin ve beyin tümörü vak’alarının, prostat bezi, mide ve kan kanserinin, genetik değişikliklerin, malformasyonların, ölü doğumların, çocuk olmamasının (kısırlık) ve kanser dışında kalan hastalıkların, çeşitli organ sistemlerinin etkilenmesinin, beyin hastalıklarının, hızlanmış yaşlanma sürecinin ve psikolojik bozuklukların, meydana geldiği belirlenmiştir8 .

İnsan kusuruna dayalı, bu iki farklı faciada, sosyal devlet niteliklerini haiz devlet, fonlarını hazır tuttuğu için, hasar daha etkili ve kolay karşılanmıştır. Sosyal devlet, her çeşit faciaya hazırlıklı olan devlettir. Amerika Birleşik Devleti’nin muhtelif eyaletlerinde, doğa olayı olarak kasırga/hortum meydana gelmekte, her yer yıkılıp, uçmakta, ama insanların mâruz kaldıkları maddî zararlar, sosyal devlet tarafından giderilmektedir. İtalya’da Etna Yanardağı volkanik patlama ile çevreye külleri yayılırken, binlerce insan ölmemekte ve asit yağmuruna karşı korunma tedbirleri uygulanmaktadır. Sosyal devlet olabilmiş ülkeler, doğa olaylarına karşı gerekli tedbirleri almış oldukları için, doğanın sebep olabileceği zarar verici olaylar, facia düzeyine gelmeden, karşılanmaktadır.

Ülkemizde 1999-2023 yılları arasında yaşanılan depremlerde, binaların yıkılmasından doğan katastrofik zararlar, inşaat alanında gerekli iyileştirmelerin ve fennî uygulamaların, kanunlarla bağlayıcı olmasını zarurî hâle getirmiştir. İnsanların, felâketlere dayalı olarak yaşadıkları acılar; sosyal, iktisadî, teknik ve hukukî düzenleme ve uygulama yetersizliklerini açıklıkla göstermiştir. Yaşanılan 1999 ve öncesinin deprem felâketlerinden çıkarılması gereken sonuçlar, pozitif bir uygulamaya geçirilememiştir9 . Büyük felâketlerin meydana getirdiği hasarlar10 , az gelişmiş veya gelişmekte olan ülke kategorisine giren ülke halkları arasında yaşanmıştır. Bu olumsuz kategoriden çıkmanın yolları, bütün halk kesimlerinin ortak hedefi olmalıdır. Amaç, az gelişmişlikten veya gelişmekte olan ülke kategorisinden çıkmak yolunda ise; teknik, bilim, fen, iktisadî varlık yönetimi ve hukuk, tam ve gereği gibi uygulanmalıdır.

1) 17 Ağustos 1999 tarihli Gölcük-Çınarcık-Yalova-İzmit ve çevresini, Marmara Bölgesini şiddetle etkileyen deprem, sabaha karşı 03.02 itibari ile gerçekleşmiş olup; 7.4 âletsel büyüklüğünde yaşanan facia, Ankara’dan başlayıp, batı bölgelerine kadar geniş alanı etkilemiş ve 16.000.000 insan değişik ölçütlerde etkilenmiş, 18.373 kişi deprem nedeniyle vefat etmiş, 48.901 kişi yaralanmış ve 505 kişi bedensel engelli olarak kalmıştır11 .

2) 12 Kasım 1999 tarihli Düzce depremi, saat 18.57 itibari ile gerçekleşmiş ve âletsel büyüklüğü 7,2 olup; 845 ölü ve 4.948 yaralı tespit edilmiştir12 .

3) 6 Şubat 2023 tarihli Gaziantep-Kahramanmaraş depremleri, 6 Şubat 2023 tarihinde, dokuz saat arayla gerçekleşen, merkez üsleri sırasıyla Gaziantep’in Şehitkâmil ilçesi ve Kahramanmaraş’ın Ekinözü ilçesi olan, âletsel büyüklüğü 7,8 ve 7,5 büyüklüğünde ikifaciadır. Ard arda yaşanan iki depremde, resmî rakamlara göre en az 50.783 kişi vefat etmiştir. Deprem ânında, en az 35.360 bina yıkılmış olup; 122.000 kişi yaralanmıştır13 . Katastrofik zarar, âniden meydana gelen bir sebebe dayalı olaya dayalıdır. Facia, yerel saat ile 04.17.35 ve 100 saniye süren bir yer sarsıntısıdır. Faciayı müteakip 5.000.000 kişi göç etmiştir. Resmî açıklamalara göre, maddî hasar 104 Milyar US $ mertebesindedir14 . Zararın sebepleri araştırılırken, depremde yıkılan binaların yanında yıkılmayan binaların bulunması veya Japonya gibi bir deprem ülkesinde, binaların yıkılmamasına ve insanların ölmemesine karşılık, Türkiye’ de insanların yıkılan binaların altında ölmeleri ve 104 Milyar US $ zarar tespit edildiğine göre, bu zararın sorumlusu, bilime aykırı davranan ve itibar etmeyenlerdir.

4) 20 Şubat 2023 tarihli Hatay depreminin merkez üssü Defne ve Samandağ ilçeleri olup; depremin âletsel büyüklüğü 6,3 ve 5,8 büyüklüğündedir. Deprem nedeniyle 2023 Gaziantep-Kahramanmaraş depremlerinde ağır hasar alan bazı binalar yıkılmış veya yana yatmıştır. Depremlerde toplam 6 kişi hayatını kaybetmiş ve 294 kişi yaralanmıştır. Deprem, saat 20.04 itibari ile meydana gelmiş ve tarihi eserler de yıkılmıştır.

Türkiye’de, doğal âfetlerin sebep olduğu katastrofik zararların en aza indirgenmesi ve sorumluluk konusunda yapılacak tespitler açısından; bu çalışmamızda, daha önce yaptığımız «Katastrofik hasarın tazmini15 » konulu çalışmamıza ek olacak nitelikte olmak üzere, katastrofik felâketlerin sebep ve sonuçlarını belirlemek gerekmekte olup; bu yönde zararların tespiti ve zararların karşılanması yöntemleri ile Türk Hukuku’nun eksiklikleri ve olması gereken hukukun «de lege ferenda» irdelenmesi yoluna gidilecektir16 .