Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Kastı Haksızlığın Sübjektif Unsuru Olarak Kabul Eden Görüş Bakımından Problemli Bir Mesele: Akıl Hastalarının Suç Tipinin Maddi/Olgusal Unsurlarında Hatası

A Problematic Issue for the View That Accepts Intent as the Subjective Element of Wrongfulness: Mistake in the Factual Elements of the Definiton of Crime by Mentally Disordered Patients

Hasan İBA, Burhan Caner HACIOĞLU

Kast ve hata karşılıklı olarak birbirlerini dışlayan ontolojik kavramlardır; kast varsa hata, hata varsa kast yoktur. Hatanın kastın yokluğunu sonuçlaması, kastın kapsamına giren bir konuda failin hataya düşmesine bağlıdır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 30. maddesinin birinci fıkrasında göre suç tipinin maddi unsurlarında hata, kastı engeller. Kastı engelleyen hatanın cezalandırılabilir fiilin yapısı üzerindeki etkisi kabul edilecek görüşe göre değişkenlik gösterir. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu döneminde hâkim görüş olan klasik suç teorisine göre kast, münhasıran kusurun bir birleşeni olduğu için kastı engelleyen hata, kusuru etkiler. 5237 sayılı Kanunla birlikte kastı haksızlığın sübjektif unsuru olarak kabul eden görüş öğretide ağırlık kazanmaya başlamıştır. Bu görüşe göre haksızlığın sübjektif unsuru olan kastı engelleyen hatanın varlığı halinde, fiil kasıtlı haksızlıklar bakımından tipik olmaz. 5271 sayılı CMK m.223/6’ya göre, akıl hastaları hakkında güvenlik tedbirine hükmedilebilmesi için tipik ve hukuka aykırı bir fiilin (haksızlık) varlığı gerekir. Kastı haksızlığın sübjektif unsuru olarak kabul eden görüşe göre, haksızlığın sübjektif unsuru olan kastı engelleyen hata fiilin tipik olmasını da engellediği için, hastalıkları dolayısıyla suç tipinin maddi unsurlarında hataya düşen akıl hastaları hakkında güvenlik tedbirine hükmedilip edilemeyeceği meselesi, bu görüş bakımından halli gereken bir meseledir. Bu çalışmada bahse konu mesele üzerinde durulacaktır.

Akıl Hastalığı, Hata, Kast, Kastı Engelleyen Hata, Güvenlik Tedbirleri.

Intention and mistake are mutually exclusive ontological concepts; if there is an intent, there is no mistake, if there is a mistake, there is no intent. The mistake causing to the absence of intent depends on the perpetrator’s mistake in a matter that falls within the scope of the intent. According to the first paragraph of Article 30 of the Turkish Penal Code No. 5237, the mistake in the material elements of the definition of crime prevents intent. The nature of the wrongdoing on the structure of the punishable act varies according to the theories. According to the Classical Theory, which was the dominant view in the period of the Turkish Penal Code No. 765, since the intent is exclusively a component of the blameworthiness, it does not affect the wrongfulness consisting of the elements of illegality and typicality. Such a mistake always affects the blameworthiness. According to the view that accepts intent as the subjective element of wrongfulness, which gives its spirit to Turkish Penal Code No. 5237, intention is not an element of blameworthiness; it is an element of wrongfulness. According to this view, since intention is the subjective element of the definition of crime, the act is not typical in the presence of a mistake that prevents the intent. According to Article 223 of the Criminal Procedure Law No. 5271, a typical and illegal act (wrongfulness) must exist in order to be able to order security measures for mentally disorder patients. According to the view that accepts intent as the subjective element of wrongfulness, the issue of whether security measures can be imposed on mentally disorder patients who make mistakes in the material elements of the definition of crime due to their illness, is a matter that needs to be resolved in terms of the view that accepts intent as the subjective element of wrongfulness, since the mistake that prevents the intention prevents also the act from being typical. This study will focus on the subject in question.

Mentally Disordered Patients, Mistake, Intention, Mistake Preventing Intent, Security Measures.

GİRİŞ

Hata, failin iç dünyasındaki gerçekliğinin dış dünyadaki maddi gerçeklik ile uyuşmamasıdır.1 Ceza hukukunda failin sorumluluğunun temelinde özgür irade postulatı vardır.2 Fail, özgür iradesi ile yaptığı seçimlerden sorumlu olur. Failin seçimlerinde özgür olabilmesi için aralarından seçim yapacağı alternatifleri bilmesi gerekir. Hata, failin seçim yapabileceği alternatifleri bilmesine engel olduğu için ceza hukukunda önemli sonuçlar doğurur. Ancak bu ifadeden her hata durumunun ceza hukukunda hukuki sonuç doğurduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Örneğin, failin mağdurun saç renginde, boy ölçüsünde, kıyafetinde vs. hataya düşmesinin ceza hukukunda önemi yoktur.

Ceza hukukunda hatanın hangi durumlarda önemli olduğu sorusuna 5237 sayılı Kanunun 30. maddesi yanıt vermektedir. İlgili düzenlemeye göre; fail suç tipinde (f.1), nitelikli unsurlarda (f.2), ceza sorumluluğunu kaldıran ya da azaltan nedenlerde (f.3) ve fiilin haksızlık niteliğinde (f.4) hataya düşmüşse, hata ceza hukukunda sonuç doğurur. Bahse konu durumlar cezalandırılabilir fiilin haksızlık ve kusur unsurlarının içeriğini oluşturur. TCK m.30’daki düzenleme dolayısıyla Türk ceza hukukunda önemli hata (hukuki sonuç doğuran hata), haksızlığı veya kusuru etkileyen hata olarak tanımlanabilir.

Anlaşılacağı üzere, önemli hatada kanun koyucu yalnızca hatanın konusunu esas almış, hatanın nedenine değinmemiştir. Hata, mesafenin uzak olmasından ya da havanın karanlık olmasından vs. kaynaklanabilir. Hatanın nedeni, hatanın varlığında değil, hatanın kaçınılabilir olup olmadığı meselesinde önem arz eder. Kanun koyucu hatanın kaçınılabilirliğini ceza sorumluluğunu kaldıran ya da azaltan nedenlerde düşülen hatada (TCK m.30/3) ve haksızlık hatasında (TCK m.30/4) dikkate almıştır. TCK m.30/1’de düzenlenen kastı engelleyen hata bakımından ise hatanın nedeninin önemi yoktur. Çünkü kast ve hata ontolojik kavramlardır. Kast, bilme; hata, bilmemedir. Kast varsa hata; hata varsa kast yoktur. Hatanın kastı engelleyebilmesi için kaçınılmaz olması gerekmez; kastın kapsamına giren hususlarda hata ne kadar basit olursa olsun her durumda kastı engeller.

Bizim bu çalışmada üzerinde durmak istediğimiz mesele, suç tipinin maddi unsurlarında hatada hatanın nedeninin akıl hastalığı olması durumunda ilgili akıl hastası hakkında kastı engelleyen hata hükümlerinin uygulanıp uygulanamayacağı, uygulanabilmesi ihtimalinde ise akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirlerine hükmedilip edilemeyeceğidir.

Örneğin, heykeltıraş (B) bir açık hava sergisi düzenler. Bu sergide yer alan heykellerden biri de elinde kılıç olan bir savaşçıyı tasvir etmektedir. Akıl hastası olan (A), hastalığı dolayısıyla bu heykeli kendisine saldıran bir insan zanneder ve heykele zarar verir.

Bu örnekte objektif unsurları gerçekleşen suç, mala zarar verme suçudur. (A), bir insana zarar verdiğini zannetmektedir. İnsan mal değildir; dolayısıyla (A), zarar verdiği şeyin mal olduğunu bilmemektedir. Mal, mala zarar verme suçunun konusudur; başka bir deyişle suç tipinin maddi unsurudur.

Örnekte (A) hakkında suç tipinin maddi unsurlarında hatayı düzenleyen TCK m.30/1 hükmü uygulanabilecek midir? (A)’nın benzer fiilleri işleyen tehlikeli bir kişiliğe sahip olduğu varsayımında, (A) hakkında güvenlik tedbirine hükmedilebilecek midir?

Bu sorulara verilecek yanıt, iki temel meselede kabul edilecek görüşe göre farklılaşır. Çözümlenmesi gereken ilk mesele, akıl hastalarının kastın süjesi olup olmadığı meselesidir. Akıl hastalarının kastın ve dolayısıyla bilmenin süjesi olarak kabul edilmemesi durumunda bu kişiler bilmemenin de süjesi olamazlar ve dolayısıyla haklarında hata hükümleri uygulanamaz. Verdiğimiz örnek özelinde daha açık bir şekilde ifade etmemiz gerekirse; akıl hastaları kastın süjesi olarak kabul edilmediğinde; örnekteki fail hakkında hata hükümleri uygulanamaz.

Akıl hastalarının kastın süjesi olarak kabul edilmeleri durumunda ise kast, ontolojik bir kavram olduğu ve Türk hukukunda akıl hastalarının hatasına ilişkin özel bir düzenleme mevcut olmadığı için kastı engelleyen hata (TCK m.30/1), akıl hastaları hakkında da uygulanabilir. Bu noktada çözümlenmesi gereken ikinci mesele, kastın cezalandırılabilir fiilin yapısındaki konumudur. Kastı haksızlığın sübjektif unsuru olarak kabul eden görüşe göre, kast haksızlığın bir unsuru olduğu için kastı engelleyen hata, kasıtlı haksızlığı engellemektedir.

TCK m.2/1 ve CMK m.223/6’a gereği, fail hakkında güvenlik tedbirlerine hükmedilmesinin ön koşulu, bir haksızlığın gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bu yüzden Kastı haksızlığın sübjektif unsuru olarak kabul eden görüş esas alındığında, yalnızca kasten işlenebilen suçlarda suç tipinin maddi unsurlarında hastalıkları dolayısıyla hataya düşen akıl hastaları hakkında güvenlik tedbirlerine hükmedilip edilemeyeceği sorunu ile karşılaşılmaktadır.

Türk hukukunda haksızlığın sübjektif unsurlarının olduğunu kabul eden yazarlar kendi aralarında iki gruba ayrılmaktadırlar. Bir görüşe göre kast, münhasıran haksızlığın sübjektif unsurudur.3 Diğer bir görüşe göre ise kast haksızlığın bir bileşeni olmakla birlikte kastın kusur içerisinde de fonksiyonu vardır (kastın çifte fonksiyonu).4 Kasta çifte fonksiyon yükleyen yazarlara göre suç tipinin maddi unsurları haksızlığın sübjektif unsuru olan kastın kapsamındadır. Bizim bu çalışmada üzerinde durmak istediğimiz hata türü suç tipinin maddi unsurlarında hatadır. Suç tipinin maddi unsurlarında hata, hem kastı münhasıran haksızlık içerisinde konumlandıran görüşe hem de kasta çifte fonksiyon yükleyen görüşe göre haksızlığın sübjektif unsuru olan kastı engeller. Bu yüzden bu çalışmada ulaştığımız sonuçlar bu iki görüş için de geçerlidir.

Bu çalışma iki bölümden oluşmaktadır. Çalışma boyunca esas olarak üzerinde durulacak mesele, kastı haksızlığın sübjektif unsuru olarak kabul eden görüş bakımından akıl hastalarının suç tipinin maddi unsurlarında hatası olduğu için, metodik olarak, birinci bölümde kastı haksızlığın sübjektif unsuru olarak kabul eden görüşün üzerinde durmamız gerekirdi. Ancak, akıl hastalarının suç tipinin maddi unsurlarında hataya düştüğünden söz edilebilmesi için akıl hastalarının kastın süjesi olduğunu kabul etmek gerekir. Akıl hastalarının kastın süjesi olup olmadığı meselesi ise tartışmalıdır. Bu yüzden birinci bölümde, ön sorun olarak, akıl hastalarının kastın süjesi olup olmadığı meselesi üzerinde durulacaktır. İkinci bölümde hastalıkları dolayısıyla suç tipinin maddi unsurlarında hataya düşen akıl hastaları hakkında güvenlik tedbirine hükmedilip edilemeyeceği sorunu ele alınacaktır. Kastı haksızlığın sübjektif unsuru olarak kabul eden görüş hakkında detaylı açıklamaya bu bölümde yer verilecektir. Ancak bu görüşün anlaşılabilmesi için objektif haksızlık anlayışına dayanan klasik suç teorisinin de üzerinde durmak gerekir; zira kastı haksızlığın sübjektif unsuru olarak kabul eden yazarlar görüşlerini ekseriyetle klasik suç teorisinin zafiyetleri üzerinden gerekçelendirmektedir. Ayrıca bu iki teori mevcut Türk ceza hukuku öğretisindeki iki temel ekole karşılık gelmektedir. Bu yüzden kastı haksızlığın sübjektif unsuru olarak kabul eden görüş bakımından akıl hastalarının suç tipinin maddi unsurlarında hatası sorun teşkil ediyorsa klasik suç teorisinin bu soruna makul bir çözüm getirip getirmediği de değerlendirilmelidir. Belirtilen nedenlerle ikinci bölümde akıl hastalarının suç tipinin maddi unsurlarında hatası klasik suç teorisi bakımından da ele alınacaktır.

I. AKIL HASTALARININ KASTIN SÜJESİ OLUP OLMADIĞI SORUNU

Kast, bilme ve isteme5 unsurlarından oluşur. Bilme unsuru, isteme unsurundan önce gelir; zira ancak bilinen şey istenebilir.6 Bilme, aynı zamanda kastın hata ile ilişkili olan unsurudur. Hata, bilmemedir. Kastın kapsamındaki bir husus bilinmiyorsa kast yoktur. Bu yüzden kast ve hata birbirlerini karşılıklı olarak olumsuzlayan kavramlardır.

Bilme kavramı esas itibariyle epistemolojinin sahasına girer. Gerçeğin bilinip bilinemeyeceği ve gerçeği bilmenin mümkün olması halinde hangi koşullar altında gerçeği bilmeden söz edilebileceği konuları felsefi açıdan önemli olmakla birlikte, ceza hukukunda böyle bir tartışma olmadığı için bahse konu tartışmalar konumuzun dışında kalmaktadır.

Epistemoloji literatüründe “bilme nedir” sorusuna farklı yanıtlar veren birçok teori vardır.7 Biz bu soruda klasik görüşü esas alarak bilmeyi, failin inanışının dış dünyadaki objektif gerçeklik ile örtüşmesi olarak tanımlıyoruz.8 Ceza normlarına konu edilen olgusal gerçeklikler, atom altı parçacıkların yapısı ya da kuantum mekaniği gibi tartışmalı olan olgusal gerçeklikler değil, herkesçe deneyimlenebilen, duyu organları ile algılanabilen olgusal gerçekliklerdir.9 Ceza normlarına konu olan olgusal gerçeklikler kendinde açık olup, ampirik olarak sınanabilen bu yüzden evrensellik niteliği taşıyan gerçekliklerdir.10 Failin inanışı ceza normuna konu olgusal gerçeklik ile örtüşüyorsa fail maddi gerçekliği biliyordur.

Bilmeyi, arzulama, hayal etme, sinirlenme, nefret etme gibi diğer zihinsel gerçekliklerden ayıran bilmenin bir “inanış” (belief) olmasıdır.11 İnanış, “gördüğüm şey bir insan” ya da “davranışım hukuka aykırı değil” gibi olumlu ya da olumsuz bir önermenin doğru olduğuna inanmaktır.12 Tanımdan da anlaşılacağı üzere inanışı diğer zihinsel durumlardan ayıran, inanışın bir konusu olması ve bu konuya ilişkin önermenin doğru ya da yanlış şeklinde nitelenebilir olmasıdır. Failin inanışı dış dünyadaki objektif gerçeklik ile örtüşüyorsa doğru, örtüşmüyorsa yanlıştır. Bu tanım, bilme (ve dolayısıyla kast) ile hata arasındaki sınırı çizer; inanış doğru ise bilmeden; yanlış ise bilmemeden yani hatadan söz edilir.13

Buraya kadar kısaca bilme kavramının doğasından bahsettik; zira hata ile kast arasındaki bağlantı kastın bilme unsuruna ilişkindir. Bu başlık altında esas üzerinde durmak istediğimiz mesele ise; akıl hastalarının bilmenin ve dolayısıyla kastın süjesi olup olmadığı meselesidir.

(1) Mesele ontolojik bir yaklaşımla ele alındığında akıl hastaları da kastın süjesi olabilirler. Zira akıl hastaları da gerçeklikler hakkında inanışlara sahip olabilirler. Akıl hastalarının inanışları dış dünyadaki gerçeklik ile örtüşüyorsa, bilmeden; örtüşmüyorsa bilmemeden söz edilir. Örneğin akıl hastasına bir obje gösterilip gördüğünün ne olduğu sorulduğunda, gösterilen obje gerçekte bir insansa ve akıl hastası görerek duyumsadığı objeyi bir insan olarak niteliyorsa akıl hastası gerçeği biliyordur.

(2) Mesele hukuki bir yaklaşımla ele alındığında ise tartışmalıdır. Hukuk, dış dünyaya ait bir gerçeklik olmakla birlikte, dış dünyadaki gerçeklikler hakkında normatif belirlemeler yapar. Örneğin, adam öldürme dış dünyada gerçekleşen, ampirik olarak sınanabilecek olgusal bir gerçektir. Hukukun bu gerçekliği bir norma konu ederek ona haksızlık niteliği vermesi ise normatif bir belirlemedir. Haksızlık kavramı insan zihninden bağımsız olarak, dış dünyada kendiliğinden var olan bir gerçeklik değildir. Bu yüzden normatif bir bakış açısı ile meseleye yaklaşıldığında akıl hastalarının bilmenin süjesi olamayacağı ileri sürülebilir. Örneğin, kastın kapsamına fiilin haksızlık niteliğini de bilme (haksızlık bilinci) dâhil edilirse, akıl hastalarının hastalıkları dolayısıyla haksızlık bilincinin olamayacağı ön kabulünden hareketle, akıl hastalarının kastın süjesi olmadığı ileri sürülebilir. Nitekim Türk öğretisinde isnat yeteneğini kusurluluğun ön şartı olarak kabul eden bazı yazarlara göre, hastalıkları dolayısıyla davranışlarının hukuki anlam ve sonuçlarını bilmeyen akıl hastaları kastın süjesi değildir.14 Bu çıkarım söz konusu yazarların kastı kusurluluk türü/unsuru olarak kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır. Söz konusu yazarlara göre isnat yeteneği, kusurluluğun ön şartı olduğundan akıl hastasının kasten hareket edip etmediği hakkında bir değerlendirme yapılmamaktadır. Hakkında kusurluluk değerlendirmesi yapılabilecek kişiler isnat yeteneğine sahip olan kimselerdir.15