Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Eski Düzenin Sonu, 23 Nisan 1920

H. Atilla GÜNGÖR

23 Nisan 1920 tarihinde milli egemenlik esasına dayalı birinci meclisin açılması, pek çok bakımdan olduğu gibi anayasacılık tarihimiz bakımından da önemli bir gelişmedir. Çünkü, meclisin açılması bir taraftan milli egemenlik esasına dayalı yeni bir yönetim anlayışına geçildiğinin ilanı anlamına gelirken, diğer taraftan da bu meclisin almış olduğu kararlar ve gösterdiği yaklaşımdan sadece yönetim anlayışının değil fakat aynı zamanda yeni bir devletin de fiilen kurulduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla 1922 yılında resmen son bulacak Osmanlı Devleti hala varlığını sürdürürken, milli egemenlik esasına dayalı yeni bir devletin bu tarih itibariyle fiilen hayat bulduğunu görülmektedir.

Esasında 1. Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte, Osmanlı Devletinin de fiilen sona yaklaştığı bir sürece girildiği söylenebilir. Genel olarak siyasi iktidara ilişkin nitelikleri o dönemin Osmanlı Devleti’nin siyasi durumunun değerlendirilmesinde kullanacak olursak, bu savın daha iyi anlaşılabileceği düşüncesindeyiz. Bu bağlamda anayasa hukuku kaynaklarına baktığımızda, siyasi iktidarı diğer iktidar tiplerinden ayırmak için genlikle üç temel özelliğin ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Bunlardan ilki siyasi iktidarın münhasır bir toprak parçası üzerinde diğer bütün iktidarlardan üstün olması ve onları kendisine tabi kılması; ikincisi almış olduğu kararların uygulanabilmesi için güç kullanma tekeline sahip olması ve nihayet sonuncu özellik ise eğer siyasi iktidarı bir devlet olarak kabul edecek olursak uluslar arası ilişkiler açısından en azından şekil bağlamında ilişkiler eşitlikçi uzlaşma ve antlaşmalara dayanmasıdır.1 Saymış olduğumuz bu niteliklerin varlığı ile ancak bir toprak parçası üzerinde siyasi iktidarın ya da müesseseleşmiş haliyle devletin varlığından söz etmeye başlayabiliriz.

23 Nisan 1920 tarihinde Anadolu ve Trakya topraklarına baktığımızda ise Osmanlı Devleti bakımından bu kıstasların çok da geçerliliğini koruduğunu söyleyebilmemiz mümkün görünmemektedir. Mondros Ateşkes Antlaşması bu düşünceyi doğrulayan ilk veridir. Zira bu anlaşma ile Çanakkale ve İstanbul Boğazları işgal edilmekte, Osmanlı ordusu terhis edilirken elde bulunan silah ve cephane teslim edilmekte, küçük gemiler hariç tüm donanma İtilaf Devletleri’nin gözetimine bırakılmakta, bütün ulaşım ve haberleşme ağı İtilaf Devletlerine bırakılırken; belki de en önemli maddelerinden birisi İtilaf Devletleri güvenlikleri bakımından gerekli gördükleri durumda herhangi bir stratejik noktayı işgal edebilme yetkisine sahip olmaktadır. Başka bir ifade ile söz konusu hükümler Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasını öngören gizli anlaşmaların yürürlüğe konması;2ve devletin fiilen ortadan kalktığının ilan edilmesidir.3