Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun Genel Değerlendirmesi

Ali Timur Demirbaş

Rüştü Ünsal Polis Meslek Yüksekokulu değerli müdürü, çok değerli İzmir Barosu Başkanı ve emniyet teşkilatı ve yargının değerli mensupları, çok saygıdeğer meslektaşlarım ve sevgili öğrenciler; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Avrupa Birliği uyum sürecinde ceza kanunlarında yapılan değişikliklerin birtakım sıkıntılar doğurduğu herkesçe malum. Bir yıllık süreç içinde bu kanunların değerlendirilmesi açısından 9 Eylül Üniversitesi Hukuk Araştırmaları Merkezi ve Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı Başkanlığının bu toplantıyı organize etmelerinde büyük yarar olduğu kuşku götürmez. Kanunların ilk yapılış sürecinin aceleye getirildiğini biz değişik toplantılarda dile getirmiştik ve sancılı bir dönem başlayacağını ifade ermiştik. Zaten adalete olan güvensizlik ortada iken seksen yıllık geçmişle bağlantıyı koparan, tamamen yeni birtakım kurumlar getiren kanunların alelacele yürürlüğe sokulması gerçekten de bir hukuki boşluk yaratmıştır. Çünkü yirmi yılı aşkın süredir rahmetli hocam Prof. Dönmezer başkanlığında yürütülen çabalar o denge kopartılmak suretiyle alt komisyonda sistemi bozacak hükümlerle birlikte yürürlüğe girmiştir. Dünyada örneği görülmemiş bir şekilde de yürürlük tarihi 1 Nisan iken 1 Haziran’ a alınmış; yürürlüğe girmeden birkaç defa değiştirilmiştir. Geçenlerde basından öğrendiğimiz kadarıyla yine bu temel ceza yasalarında değişiklik getiren bir taslak meclise sevkedilmiştir. Dolayısıyla gerek uygulamacılar, hakim, savcı avukatlar gerekse temel hakları ilgilendiren kanunlar olması bakımından vatandaş açısından da ciddi problemler ortaya çıkmıştır. Bildiğiniz gibi kanunların yürürlüğe girişi bakımından özellikle bunların uygulayıcılar tarafından iyi öğrenilmesi gerekir. Şimdi yeni kurumlar sebebiyle ve bu kanunların hakimlere geniş yetkiler vermesi dolayısıyla uygulamada birlik sağlanıncaya kadar çok farklı uygulamalar söz konusu olabilecektir. Basında yer alan çarpıcı örneklere bakacak olursak işte geçenlerde yer aldı: İstanbul valisi’ne bir genç Fenerbahçe-Beşiktaş maçı sebebiyle mail çekiyor ve tutuklanıyor. İzmir’de değişik bir örnek: Aracın bagajında uzun namlulu tüfek, uyuşturucu bulunan kişi tutuksuz yargılanıyor. Sayma yönteminde sözüm ona araç içinde uyuşturucu madde ticareti belirtiliyor; kullanma amacıyla bu maddelerin bulundurulması suçu sayılmadığı için tutuksuz yargılanması için serbest bırakılıyor. Bu kadar farklı uygulamalar, bu kadar keyfi uygulamalar söz konusu. Tabi burada yeni kanunun getirdiği sistemden kaynaklanan sorunlar söz konusu. Eskiden Yargıtay içtihatlarıyla istikrar kazanmış uygulamalar söz konusuydu. Bunlar her bölümde yeri geldikçe tartışılacaktır. Ben kendi konuma geleyim.

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun gerçekten önemli bir kanun ve bu kanunun hazırlanması aşamasında rahmetli hocam Dönmezer başkanlığında oluşturulan komisyonda ben de görev almıştım. Fakat bu kanunla ilgili de bazı konularda önemli, sistemi bozan değişiklikler yapıldı. Buna rağmen eski 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun’a göre çok olumlu değişiklikler getirdiğini de ifade etmek durumundayım. Öncelikle bizdeki infaz kurumuna ilişkin sorunların geçmişine şöyle bir göz atalım. Bildiğiniz gibi 90’lı yıllarda cezaevlerindeki isyanlar gündeme gelinceye kadar işte Uşak Cezaevi, Nuriş Kardeşlerden tutun da diğer cezaevlerindeki birtakım örgütlerin cezaevlerinde hakim olmaları, cezaevi yönetim merkezlerini ele geçirmeleri, bir faksla diğer cezaevinde anında isyan başlatmaları, koğuşlara girilememesi, tutuklu sanıkların yargılama amacıyla mahkemeye gönderilememesi. Türkiye bunların hepsini yaşadı. İnsanların ne can güvenliği var idi ne adliyeye gidebilmeleri mümkündü. Sempatizan olarak giren kişinin militan olarak çıkması adeta örgüt yuvası şeklinde yapılanmaların söz konusu olduğunu herkes biliyor idi. Ne zaman ki bu olaylar katlanılmaz bir şekle geldi bildiğiniz gibi F tipleri gündeme geldi ve Hayata Dönüş Operasyonu olarak adlandırılan müdahale ile birlikte çok sayıda kişi öldü ve takiben ölüm oruçlarıyla birlikte yüzden fazla kişi öldü. Acılı bir dönem yaşadı Türkiye. Bu bakımdan cezaevlerinde bu olaylar oluncaya kadar kimse cezaevlerinde ne olup bittiğini bilmiyor idi ki aslında tarihsel olarak cezaevlerini ele alacak olursak Batı’da cezaevlerinin 16. yüzyılda Amsterdam Cezaevleriyle Hollanda’da ortaya çıktığını görüyoruz. Dörtyüz yılı aşkın süre değişik mücadelelerle birtakım sistemler oluşmuş. Anglo-Amerikan sistemi gibi. Bugün için çağdaş infaz hukuku Batı’da uygulanmaktadır. Bizde ise cezaevleri doğuşu Tanzimat’a gitmektedir. Bildiğiniz gibi Tanzimat Dönemi’nde Batı Kanunları’nın alınmaya başlanmasıyla birlikte hürriyeti bağlayıcı ceza, hapis cezası söz konusu olduğu için cezaevleri 1850’li yıllardan itibaren gündeme gelmiştir. Elbette gelişim süreci yüzeli yılı aşkın bir süreç ki bu süreç sonradan Abdülhamit döneminde bir takım reform çabaları var ama daha sonra 1. Dünya savaşı’nın başlaması savaş sonrası sıkıntılı dönem. Cumhuriyetle birlikte olaya el konulması söz konusu oluyor ama tabi Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki o yoksulluk sebebiyle çağdaş ceza evleri yapılamıyor. Buna rağmen 1936’lı yıllarda ilk defa İmralı cezaevi yapılıyor açık cezaevi olarak. Ama asıl modern anlamda bizdeki ilk infaz kanunu 1965 yılındaki 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun’dur. Aslında pek çok maddesi ayrıntılı düzenlemeler getirmeyen bir kanun olmasına rağmen ilk defa ölüm cezasının, hürriyeti bağlayıcı cezanın ve para cezasının nasıl infaz edileceğine dair düzenlemeler getiriyor ve bu kanuna dayanılarak hazırlanan tüzük yıllarca ceza infazının esaslarını düzenliyor. Bu tüzüğün yerini yeni kanuna dayanılarak yapılan Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük almıştır. Dolayısıyla bizde infaz genellikle bu tüzüğe dayanılarak yapılıyor. Tüzükte düzenleme bulunmayan durumlarda da bakanlık genelgeleri ile sorun halledilmektedir. Tabi bakanlık genelgeleri sıkıntı kaynağı idi. Bir bakan geliyor açık görüş izni veriyor, bir bakan geliyor bunu yasaklıyor. Bir bakan tüp sokulmasına izin verirken diğeri yasaklıyor. Cezaevlerinde yakma olayları söz konusu oluyor diye yasaklanıyor. Hep bunlar sıkıntıya sebebiyet veriyordu. İşte bunların çözümü bakımından hükümlü ve tutukluların ceza ve tutukevlerindeki hakları neler, yükümlülükleri neler, bunların bir kanun tarafından belirlenmesi gereğini ifade etmek gerek. Nitekim Batı’da bu tür durumlar da kanunlarla düzenlenmektedir; tüzük ya da genelgeye bırakılmamıştır.

Bizde 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren CGTİHK bu sorunu kökten halletmiştir. Yani artık hükümlülerin hakları nelerdir, yükümlülükleri nelerdir bunlar ayrıntılı biçimde kanunda düzenlenmiştir. Ancak tabi kanun yapmakla sorun halledilmiyor. Az önce de belirttiğimiz gibi batıda tarihsel sürecin dörtyüz yılı aşan bir zamana dayanması ve sivil toplum örgütlerinin de cezaevi sorunlarına ilgi göstermesi sebebiyle halkın daha duyarlı olması sorunların çözümünü kolaylaştırmıştır. Örneğin Amerika’da Philedelphia Cezaevi ki; cezaevlerinin tarihçesi bakımından örnek olarak gösterdiğimiz bir cezaevidir, tek kişilik hücre sistemine dayanan bir modeldir bir mezhep tarafından oluşturulmuştur. Bu cezaevi cezaevi vakfı tarafından açılmıştır. Bu vakıf hala varlığını sürdürmektedir. Daha sonradan değişik modeller yapılmıştır. Cezaevi sorunlarına vakıfların, derneklerin duyarlık göstermesinin Batı’da görüldüğü gibi 18. yüzyıla kadar bir geçmişi vardır. Almanya’da bunun örneği var. Fransa’da örneği var. Mesela Fransa’da 1818 yılında hapishanelerin iyileştirilmesi derneği kuruluyor. Almanya’da Hollanda’da çok sayıda örnek vermek mümkün. Türkiye’de de bunun oluşturulmasının büyük yararı olacağı kanısındayım ben. Hatta infaz hukuku kitabımın önsözünde bunu dile getirmiştim. O dönemki ceza ve tevkif evleri genel müdürü ve yardımcıları ile temasa geçtim onlar da sıcak baktılar fakat sonradan bu proje akamete uğradı. Ben hep şunu vurguluyorum hep bir okul aç bir cezaevi kapat denir ama olay bu kadar basit değil. Bizim cezaevleri olayıyla iki önemli kanun daha yapıldı. Bir tanesi İnfaz Hakimliği Kanunu bir diğer de Cezaevleri İzleme Kurulları Kanunu. Cezaevleri gerçekten içler acısı durumda dolayısıyla hepsinin devlet tarafından denetlenmesi mümkün değil. Sivil toplum örgütlerinin buraların ihtiyaçlarını karşılanması yönünden, yeni cezaevleri yapma yönünden bir takım fonksiyonlar icra edebilir. Cezaevine giren saygın işadamları, bankacılar, siyasiler oldu dolayısıyla kimin ne zaman cezaevine gireceği hiçbir zaman belli olmaz. Bunu her zaman vurguluyorum. Hepimizin başına gelebilir. Araç kullanırken birisine çarparsınız adam önünüze atlar anında tutuklanırsınız. Ya da birisi iftira atar cebinize uyuşturucu koyar aklanıncaya kadar cezaevinde kalırsınız. Bu yönüyle cezaevlerine duyarlı kalmak ve sorunlarına eğilmek açısından sivil toplum örgütlerine önem düşüyor.