Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Hareketin ve Neticenin Haksızlığı Kavramları Işığında Taksirli Suçlarda Meydana Gelen Sonucun/Neticenin Hukuki Niteliği Üzerine Bir İnceleme

An Examination About the Legal Characteristic of Result/Consequence on Negligent Crimes in the Light of Unjustness of Act and Consequence

Uğur ERSOY

Taksir kurumu, suç genel teorisinin üzerinde en çok tartışılan konularından biri olarak güncelliğini korumaktadır. Bununla birlikte bu çalışmanın ana uğraş alanını taksir kurumu değil, taksirli suçlarda meydana gelen sonucun/neticenin hukuki niteliğinin ne olduğu sorusu oluşturacaktır. Bu bağlamda bilinçsiz/bilinçli taksirin unsurları ve bunların alt kategorileri üzerinde yapılan tartışmalar çalışmanın kapsamı dışında tutulacak, yalnızca değinilmesi zaruri olan bazı hususlara ilişkin kısa açıklamalarda bulunulacaktır. Çalışmada Türk ceza hukuku doktrininden olduğu kadar Alman ceza hukuku doktrininden de istifade edilerek üzerinde çok fazla tartışma yapılmamış bu konuya ışık tutulmaya çalışılacaktır.

Taksir, Kast, Haksızlık, Hareketin ve Neticenin Haksızlığı, Netice.

The concept of negligence maintains its currency as one of the most debated topics on the general theory of crime. However, the main task of this study will be the question of what is the legal characteristic of result/consequence of the negligent crimes, not the concept of negligence. In this context, the discussions on the elements of conscious/unconscious negligence and their subcategories will be excluded from the scope of the study and there will be only brief explanations of some aspects that are necessary to be addressed. In the study, it will be benefitted from German criminal law doctrine as much as it is from the Turkish criminal law doctrine and it will be tried to clear up this topic that is not discussed much.

Negligence, Malice, Unjustness, Unjustness of Act and Consequence, Consequence.

Giriş

21. yüzyılda kişilerin yaşamları ve sağlıkları bakımından zararlı sonuçlara yol açabilecek faaliyet alanlarının artmasıyla birlikte, özellikle karayollarında sürücülerin kurallara riayet etmemeleri neticesinde her gün çok sayıda kazanın gerçekleşmesi ve bu kazalar sonucunda ölümlerin ve yaralanmaların meydana gelmesi, taksirli suçların kasten işlenen suçlar kadar önemli bir problem alanı olduğunu gözler önüne sermiştir. Bu durum ceza hukuku dogmatiğini de etkilemiş ve taksir üzerine yapılan çalışmaların sayısında önemli bir artış yaşanmıştır1 .

Alman Ceza Kanunu’nda (Al.CK), Türk Ceza Kanunu’ndan (TCK) farklı olarak taksirin kanuni tanımına yer verilmemiş olması bu alandaki doktriner tartışmaları daha da zenginleştirmiş ve bu çerçevede taksire ilişkin birçok farklı görüş ortaya konulmuştur. Bununla birlikte Alman doktrininde, taksirin kanuni tanımının yapılmamış olmasının özellikle “kanunsuz suç ve ceza olmaz” prensibinin düzenlendiği Alman Anayasası’nın 103. maddesi ile Al.CK’nın 1. maddesi çerçevesinde yoğun eleştirilere maruz kaldığı da belirtilmektedir2 . Bu eleştirilerin ağırlıklı olarak hukuki belirlilik ve meşruiyet ilkeleri ekseninde şekillendirildiği görülmektedir. Alman Ceza Kanunu’ndan farklı olarak Türk Ceza Kanunu’nda taksir3 , objektif özen yükümlülüğüne aykırılık olarak nitelenmiş ve tanımlanmıştır (m.22). Kanun koyucunun bu tercihiyle en azından doktriner tartışmaların içinde gerçekleşeceği bir çerçeve çizildiği ve böylelikle hukuki güvenlik idealine daha da yaklaşılmış olduğu ifade edilmektedir4 .

Taksir kurumunu5 düzenleyen TCK’nın 22. maddesinin 1. fıkrasına göre “Taksirle işlenen fiiller6, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.” Taksirin tanımına ise aynı maddenin 2. fıkrasında yer verildiği görülmektedir. Buna göre “Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir7.” Başka bir ifadeyle, fail, şayet gereken dikkat ve özeni göstermiş olsaydı netice gerçekleşmeyecekti denilebiliyorsa taksir söz konusudur8 .

Türk ve Alman ceza hukukunda hakim görüş tarafından taksir, objektif ve subjektif yönleri olan bir kavram olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda objektif özen yükümlülüğünün ihlali olarak taksir, failin, bir hukuki değerin ihlal edilmesini önlemek için konulmuş olan bağlayıcı bir özen yükümlülüğüne aykırı şekilde hareket etmesidir. Subjektif özen yükümlülüğü ise, objektif özen yükümlülüğüne uygun davranışın failden kişisel yetenekleri çerçevesinde mümkün ve beklenebilir olmasıdır. Bu bağlamda objektif özen yükümlülüğünün ihlali tipiklik içerisinde ele alınırken, özen yükümlülüğünün subjektif boyutu ise kusur içerisinde9 ele alınarak incelenmektedir. Ayrıca TCK’nın 22. madde metni ve gerekçesi ile TCK’nın 61. maddesinin 1. fıkrasının f bendindeki ifadelerin, taksirin, haksızlık ve kusurdan oluşan kompleks bir yapı olarak kanun koyucu tarafından ele alındığı şeklinde yorumlanmaktadır10 .

Taksirin bu şekilde ikili ölçüye göre belirlenen bir kavram olarak algılanması taksirin modern dogmatiğinin temellerini oluşturmuştur. Bu temeller üzerine yükselen modern taksir öğretisi süreç içerisinde taksirin salt bir kusur alanına işaret ettiğine ilişkin eski öğretiyi ortadan kaldırarak taksirin aynı zamanda bir fiil ve haksızlık yönünün de bulunduğuna ilişkin bilimsel sonuçlara ulaşmıştır. Buna göre taksir, haksızlık ve kusur yönü olan kompleks bir yapıdan oluşmaktadır11 .

Taksir, kastın daha hafif bir şekli değil, bilakis kastın tamamen dışında bir kavramdır. Taksirli suçun haksızlık ve kusur içeriği, kasten işlenen suçlarla karşılaştırıldığında daha hafif durmaktadır; çünkü burada fail, hukuk düzeninin emirlerine bilerek karşı gelmemekte, sadece dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu bu emirlere aykırı davranmaktadır12 .

Günümüz çağdaş ceza hukuku doktrinindeki teoriler, hareketin haksızlığının taksirli suçlarda tipiklik içerisinde ele alınması konusunda fikir birliği içerisinde bulunmaktadır. Buna karşın neticenin, tipikliğe ait bir unsur mu, yoksa bir objektif cezalandırılabilme şartı mı olduğu konusunda Alman doktrininde -her ne kadar günümüzde etkisini yavaş yavaş kaybetmeye başlamış olsa da- önemli tartışmalar yapılmıştır. Mevcut çalışmada Türk ceza hukuku öğretisinde henüz yeterince incelenmemiş bu konuya ışık tutulması ve konunun dogmatik temellerinin ortaya çıkarılmasına katkı sunulması amaçlanmaktadır.

§1. Taksirin Hukuki Niteliği ve Suç Teorisindeki Yeri

Taksirin hukuki esasını açıklamak amacıyla birçok teori ortaya atılmış ve her teorinin savunuculuğunu yapan yazar bu doğrultuda taksirin bir tanımını yapmıştır. Ancak günümüzde taksirli suç denilince, objektif özen yükümlülüğünün ihlal edilmesi suretiyle işlenen suçlar anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle taksirin hukuki esasını, kişilere hukuk normları veya ortak tecrübe kuralları tarafından yüklenen objektif özen yükümlülüğünün ihlali oluşturmaktadır13 .

Kasten işlenen suçlardan farklı olarak taksirle işlenen suçlarda fail, suç tipindeki tüm objektif unsurları özellikle sonucu/neticeyi gerçekleştirmeye yönelik bir irade ile hareket etmemektedir. Taksirli suçlarda hareketin yöneldiği netice tipikliğin dışındadır. Bundan dolayı taksirli haksızlıklar, yönlendirici iradenin içeriğiyle oluşmayıp, somut olay bakımından yapılması gereken (emredilen) davranış ile yapılan davranışın mukayesesinden ortaya çıkmaktadır. Örneğin, şarjörü dolu olduğu halde elindeki silahı temizlemek isterken karşısındaki kişiyi yaralayan kişinin amacı yaralamak değil, silahı temizlemektir. Silah temizlemek hukuk düzeninin yasakladığı bir fiil değildir. Bununla birlikte fail silahını temizlerken gereken özeni göstermemiş ve bu özensizlik hukuk düzenince önem taşıyan neticeye sebebiyet vermiştir. Bu örnek olayda fiilin haksızlık içeriği failin silahını temizlemek amacıyla gerçekleştirdiği davranıştan değil, bu davranışın özene aykırı olmasından kaynaklanmaktadır14 .

Taksirli fiillerin cezalandırılmasının nedeni, kişinin riayet ettiği takdirde belli hukuki değerlerin ihlalinden kaçınabileceği özen yükümlülüğünü ihlal etmesidir. Zira fail gereken özeni göstermiş olsaydı, kanuni tanıma uygun netice gerçekleşmeyecek, başka bir ifadeyle fail davranışının tipikliği gerçekleştirebileceğini öngörebilecek ve böylece onun ihlalinden kaçınabilecekti15 .

Kasten ve taksirle işlenen suçlarda hareketin ifade ettiği haksızlık birbirinden farklı özellikler taşımaktadır. Kasten işlenen suçun haksızlık unsurunu belli hukuki değerleri korumak amacıyla öngörülen normların açık ve bilinçli bir şekilde ihlal edilmesi oluştururken, taksirli suçun haksızlık unsurunu (hareketin ifade ettiği haksızlığı) aynı normlara yönelik özene aykırı davranışlar oluşturmaktadır. Bu yükümlülüğün ihlali bakımından failin kişisel olarak kınanıp kınanamayacağı ise kusur bakımından bir değerlendirme yapılmasını zorunlu kılmaktadır. O halde ilk olarak taksirli suçun objektif yönü (haksızlık tipi) belirlendikten sonra söz konusu özen ve öngörebilme yükümlülüğünün kişisel olarak fail bakımından yerine getirilip getirilemeyeceği, yani kusur tipi araştırılmalıdır. Bu açıdan bakıldığında taksirli suçlarda da haksızlık ve kusur birbirinden ayrılmış durumdadır16 .

Günümüz Türk ceza doktrinindeki ağırlıklı görüş, kast gibi taksirin de haksızlık ve kusur alanında çifte fonksiyona sahip olduğu yönündedir. Bu görüşe göre taksir, cezalandırılabilir davranışın hem haksızlık hem de kusur alanında bağımsız bir yapı gösteren özel bir şeklidir. Buna göre taksir çifte bir ölçüte göre belirlenir: İlk olarak istenmeyen hukuki değer ihlalinden kaçınmak için objektif olarak hangi davranışların arandığı araştırılır. İkinci olarak da bu davranışın failin şahsi özelliklerine ve yeteneklerine göre ondan kişisel olarak beklenip beklenemeyeceği incelenir17 .

Türk ceza hukukundakine benzer şekilde Alman ceza hukuku doktrinindeki ağırlıklı görüş de taksiri saf bir kusur çeşidi18 olarak değil, bilakis cezalandırılabilir davranışın özel bir çeşidi olarak görmektedir19 . Bu bağlamda taksir hem haksızlık alanına hem de kusur alanına dahil bağımsız bir duruş sergilemektedir20 . Bunun sonucu olarak “taksirin çifte fonksiyonu kriteri” öğretisi kabul edilmiştir21 . Bu öğretiye göre taksir, bir yönüyle tipikliğin objektif (maddi) unsuruna (özen yükümlülüğünün ihlali-objektif değerlendirme), diğer yönüyle ise kusurluluğa dahil olan subjektif bir unsurdur (kaçınabilirlik ve öngörülebilirlik-subjektif değerlendirme)22 .

Taksirin tanımı konusunda önemli bir tartışma olmamasına rağmen asıl tartışma, objektif özen yükümlülüğünün ihlali sonucunda meydana gelen sonucun/neticenin suçun yapısında nerede yer alacağı ekseninde yoğunlaşmaktadır. Söz konusu çalışmanın da ana uğraş konusunu taksirli suçlarda meydana gelen sonucun/neticenin suçun yapısında nerede yer alacağı, başka bir ifadeyle de bunun hukuki niteliğinin ne olduğu sorusu oluşturacaktır.

§2. Taksirli Suçlarda Haksızlık

Türk ceza hukuku sisteminde klasik doktrin tarafından suçun unsurları açısından yapılan değerlendirmelerde haksızlık ve kusurluluk konusunda ikili bir ayrıma yer verilmediği görülmektedir. Klasik doktrine göre suçun manevi unsuru ve kusurluluk aynı anlamda kullanılan iki kavramdır. Bu bağlamda taksir de kast gibi kusurun bir parçası olarak değerlendirilmektedir23 . Buna karşın özellikle 5237 sayılı TCK’nın kabulüyle birlikte ağırlık kazanmaya başlayan yeni doktrin, suçun unsurları konusunda haksızlık ve kusurluluk alanında bir ayrım yapmış24 , kast gibi taksiri de haksızlığın bir işleniş şekli olarak değerlendirmeye başlamıştır. Bu konseptte kast ve taksir salt kusurluluk şekilleri olmaktan çıkarılmış ve haksızlığın işleniş şekilleri olarak kabul edilmeye başlanmıştır25 . Bu bağlamda gerek Türk kanun koyucusunun gerek yeni doktrinin esas aldığı suç teorisi bakımından Alman Hukukuna paralel bir seyir izlendiği ifade edilebilir26 .

Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere ceza hukukunun en önemli kavramlarından birisinin haksızlık (Unrecht) olduğu söylenebilir. Haksızlık kavramı, ceza hukukuyla korunan hukuki değeri ihlal eden hukuka aykırı tipik fiil anlamına gelmektedir. Ancak haksızlık yalnızca ceza hukukunda kullanılan bir kavram olmayıp aynı zamanda idare hukukunda ve özel hukukta da kullanılan bir kavramdır27 .