Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Kusurluluğu Etkileyen Bir Neden: Lohusalık Sendromu (Bir Anne Bebeğini Niçin Öldürür? Cani mi Yoksa Zavallı mı?)

Postanal Syndrome as a Reason of Affecting the Culpa (Why Would a Mother Kill Her Own Baby? Monster or Pitiful?)

Erdal YERDELEN

Her bireyin yaşamın doğal akışı içinde algılama ve irade yeteneğine sahip olması beklenmektedir. Beden ve ruh sağlığı yerinde olan insanların normal koşullarda irade gücüne sahip olduğu kabul edilmektedir. Doğum sonrası dönem, kadının psikiyatrik hastalıklara yakalanma riskinin en yüksek olduğu ve kadının kendi iradesi üstündeki hâkimiyetinin zayıfladığı bir dönemdir. Doğum sonrası psikolojik ve biyolojik değişimlerin o dönemde suç işleyen (özellikle kendi çocuğunu öldüren) kadınların algılama ve davranışlarını yönlendirme yetenekleri üzerinde etkili olabileceği kabul edilmektedir. Bu makalede, kadınların yaşadıkları sürece bağlı olarak ortaya çıkan psikolojik ve psikiyatrik özellikler nedeniyle, ilgili sürecin cezai sorumlulukları (kusur yetenekleri) üzerindeki etkilerinin nasıl değerlendirilmesi gerektiği ele alınmaktadır.

Lohusalık, Postpartum Depresyon, İnfantisid, Kusur Yeteneği, Ceza İndirimi.

It is expected that each individual has ability of perception and will when the life run its course. Every human being that has a healthy body and soul has will power under normal conditions. The postpartum period is a period in which the woman has the highest risk of developing psychiatric illnesses and weaken their domination over their will. It is recognised that psychological and biological changes during postpartum period impact on the ability of perception and willpower of women’s who committed crimes (especially those killed their own children) in this period. In this article is examined the psychological and psychiatric characteristics of this period and how they affect women’s criminal responsibilities (culpability).

Confinement, Postpartum Depression, Infanticide, Culpability, Mitigation of Punishment.

1. Giriş

Doğum sonrası dönem, kadının psikiyatrik hastalıklara yakalanma riskinin en yüksek olduğu dönemdir. Gebelik sürecinde ve doğum sonrasında annede meydana gelen psikiyatrik değişiklikler hem çocuğun gelişimini olumsuz etkilemekte hem de annede belirgin rahatsızlıklara yol açabilmektedir. Bu durum, bazen anneyi intihara veya bebeğe zarar vermeye hatta onu öldürmeye kadar götürebilmektedir1 . Bir veya birden fazla çocuğun bu şekilde öldürülmesinin çok değişik saikleri vardır. Annenin (olaya katılmış ise babanın da) psikolojik bir testten (tetkikten) geçirilmesi hâlinde, bu fiile götüren motivasyonlar ortaya konabilecektir2 .

Bu tip vakalardan örnekler:

“İstanbul'da cinnet getirerek, 8 aylık kızını önce balkondan attığı, ardından tedavi gördüğü hastanede boğmaya çalıştığı iddia edilen banka müfettişi anne gözaltına alındı. Günlerce yaşam savaşı veren, minik bebek ise hayatını kaybetti3.”

“İstanbul’da 25 yaşındaki anne, henüz 33 günlük olan yeni doğmuş bebeğini öldürdüğü suçlamasıyla gözaltına alındı. Doğumdan sonra depresyona girdiği belirtilen genç kadının, bebeğini uyurken öldürdüğü kaydedildi. Kız bebeğin cesedinin üzerinde 20'ye yakın bıçak darbesi bulunduğu, olay sırasında annenin camları kırması nedeniyle yaralandığı ifade edildi. Gözaltına alınan 25 yaşındaki anne polisin yönelttiği soruları yanıtsız bıraktı. Polis cinayetle ilgili soruşturmayı sürdürürken, uzmanlar yeni doğum yapmış her 10 kadından birinde rastlanan ve bebeğine zarar vermeye kadar varan 'lohusalık sendromuna’ karşı uyardı4.”

“Büyükçekmece’de lohusa sendromu geçirdiği iddia edilen bir anne down sendromlu 6 aylık bebeğini boğarak öldürdü. Gözaltına alınan anne "Evladım seni çok seviyorum yetimhanede büyümene izin veremem" diye mektup bırakmış5.”

“A…’nın G…. İlçesine bağlı Y….. köyünde yaşayan 20 yaşındaki anne I., 3 yıllık eşinin evde olmadığı esnada 18 günlük bebeğini uzun süre ağlaması sonucu susturamayınca cinnet getirerek duvardan duvara çarparak öldürdü6.”

“M….. A…. ile T… S… programında 27 Ocak'ta 40 günlük bebeğini İstanbul’da denize atan F. K.'nin psikolojik durumu ele alındı7.”

“K…’nın G….. İlçesinde, 2 aylık bebeğini evde yalnız bırakıp 9 günlük Kurban Bayramı tatilinde H…’daki ailesinin yanına giderek, bebeğinin ölümüne neden olduğu iddiasıyla tutuklanan anneye 20 yıldan 25 yıla kadar hapis cezası talep edildi8.

S…’un V……İlçesinde 2012 yılında sulama havuzunda kadın çorabı ile boğulan 2 günlük kız bebeği, annesi 17 yaşındaki K.K.’nin öldürdüğü ortaya çıktı. K.K. gayri meşru ilişkisi ardından dünyaya gelen bebeğini kadın çorabıyla boğup öldürdüğünü polise verdiği ifadesinde itiraf etti9.

Haberlerin ve örneklerin arttırılması her zaman mümkündür. Ancak konu, haberlerin bazılarında olduğu gibi; bir cani ile hukuk karşısında hesaplaşmaya indirgenecek kadar basit olmamalıdır. Çünkü yeni doğan bebeğini doğum sonrası (lohusalık) sendromu altında öldüren kadınların toplumda canavar olarak gösterilmeleri kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Bir annenin bebeğini gözetmesindeki hassasiyeti bilinen bir gerçektir. Sadece insana has olmayan bu annelik koruma içgüdüsünün tamamen ortadan kalkması ve evladına bu şekilde zarar verecek, hatta onu öldürecek boyuta gelmesi normal hayat tecrübeleri içinde olağan olarak açıklanamaz. Bu kadınların bazen ağır psikoz altında hareket ettikleri ve bunun da kusur yeteneklerinin azalmasına neden olduğu bilimsel bir gerçeklik iken bunun ceza davalarında dikkate alınmaması adalet duygusunu incitmektedir. Ancak uygulamada savcılığın, mahkemenin ya da Yargıtay’ın lohusalık sendromunun kadının kusur yeteneği üzerinde nasıl bir etkide bulunduğu konusunu araştırma yoluna gittikleri pek görülen bir durum değildir10 . Yargılama sırasında genellikle kadının kusur yeteneğini etkileyen bir akıl hastalığının bulunup bulunmadığı (TCK m.32) çerçevesinde inceleme yapılmaktadır11 . Bu şekilde ağır bir psikoz etkisiyle suç işleyen kadının ceza sorumluluğunun ortadan kalkması veya hafiflemesi buna bağlı olarak da kadına ceza verilmemesi veya cezasında indirim yapılması söz konusu olmalıdır.

Lohusalığın kadının biyolojik ve psikolojik yapısına nasıl etki ettiği konusunda bu zamana kadar çok sayıda çalışma yapılmış olsa da bu konuda halen araştırılması gereken hususlar bulunmaktadır12 . Aynı şekilde Türk Hukuku’nda bu psikolojik durumun ceza hukukundaki karşılığının ne olması gerektiği konusunda henüz bir çalışma mevcut değildir.

Kişinin kusur yeteneğini etkileyen diğer psikolojik rahatsızlıklar da incelenmeye değer konulardır. Ancak lohusalık sendromunun gebeliğin başlangıcından itibaren kadının takibi ile kontrol edilebilir olması, bunu diğer psikolojik rahatsızlıklardan ayırmaktadır. Lohusalık sendromu nedeni ile kadının yeni doğan bebeğini dahi öldürme riskinin bulunması, son dönemde bu tip vakaların başka şartların da bir araya gelmesi ile artması, bu konuyu yakından incelemek için yeterli nedenlerdir. Konunun önemine dikkat çekilmesi, diğer tıp ve psikoloji çalışmaları ile de mümkündür. Ancak tüm bunlara karşın lohusa sendromu içerisinde bebeğini öldüren veya başka bir suç işleyen kadının ceza sorumluluğunun nasıl olması gerektiği ceza hukuku çerçevesinde ele alınmalıdır. Bu makalede yeni doğan bebeğini öldüren kadınlar özelinden hareket edilerek lohusa kadının psikolojik durumu, bu durumun o dönemde suç işleyen kadının kusur yeteneğine etkisi ve bunun kadının cezalandırılmasında nasıl dikkate alınması gerektiği üzerinde durulmaktadır.

2. Ceza Hukukunda Kusur Yeteneği

Kusur13 , haksızlık teşkil eden fiili gerçekleştiren şahsın bu fiili gerçekleştirmesi nedeniyle kınanması gerektiği konusundaki toplumda oluşan yargıyı ifade etmektedir. Bu tanımlama, kusurun manevi unsurdan başka bir varlığının olduğunu kabul eden normatif kusur teorisinin ürünüdür14 . Bu tanımın yanında psikolojik kusur teorisi olarak adlandırılan diğer görüş; kusurun, fail ile fiili arasındaki manevi sebebiyet ilişkisi, başka bir ifadeyle failin işlediği fiili ile sübjektif bir bağının olduğunu ifade eder15 . Kusurun çifte fonksiyonu olarak adlandırılan bir başka görüşe göre, kusur hem failin fiili sebebiyle kınanması gerektiği konusundaki yargıyı ifade eder hem de fail ile fiili arasındaki manevi bağa tekabül eder16 . Bir başka görüş ise kastı açıklarken psikolojik teoriyi kabul eder; taksiri izah ederken; normatif teoriden hareket edilmesi gerektiğini savunur17 .

Kusur, işlediği haksızlıkla ilgili olarak fail hakkında bulunulan yargıdan ibarettir. Kusur yargısının ifade ettiği anlam şudur: Fail, hukuka uygun hareket etmemiştir; davranış normlarının icaplarına uygun hareket etme, haklı davranışı tercih etme imkân ve kabiliyetine sahip olmasına rağmen, haksız bir davranışta bulunmayı tercih etmiştir18 . Kusur yargısından önce, kanunda düzenlenmiş olan tipik davranışa uygun fiillerin (suçların) gerçekleştirilmesi gerekir. Bu haksızlık kasten işlenmiş veya taksirle gerçekleştirilmiş bir haksızlık olabilir. Bir fiil, failinin kusuru olmadan işlense dahi, haksızlık ve dolayısıyla, suç olma özelliğini muhafaza edecektir19 .

Kusur yeteneğinin iki unsuru mevcuttur; algılama yeteneği ve irade yeteneği. Kusurun belirlenmesinde daha çok irade yeteneği önemlidir. Ancak irade yeteneğinin varlığı veya yeterliliği çoğu zaman idrak (algılama-anlama) kabiliyetine bağlıdır20 . Algılama yeteneği, kişinin işlemiş bulunduğu fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını kavrayabilmesini ifade eder. İşlediği fiilden dolayı kusurlu addedilebilmesi için; kişinin bu fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini, hukuken tasvip edilmeyen bir fiil olduğunu bilmesi gerekir21 . İrade yeteneği, kişinin işlemiş bulunduğu fiille ilgili olarak davranışlarını hukukun icaplarına göre yönlendirme yeteneğini ifade etmektedir. Kişi, işlediği fiilin davranış normlarına aykırı olduğunu ve dolayısıyla, haksızlık teşkil ettiğini bilmesine rağmen tercihini bu fiili işlemekten yana kullanmış, bu fiili işlemekten vazgeçmemiştir22 .

Kusur, tamamen fail hakkında yapılan bir yargıdan ibaret olmasına rağmen failin gerçekleştirmiş olduğu haksızlıktan bağımsız olarak kusur yargısında bulunulamaz. Başka bir ifadeyle fail hakkında bulunulan kusur yargısı, failin somut olayda gerçekleştirdiği fiile dayanmaktadır. Fiilin varlığı için gerekli olan irade herhangi bir değerden yoksun iradedir23 . Davranışın o faile ait olup olmadığını ortaya koyar. Buradaki irade (bilgi) sadece suçun maddi unsurlarına ilişkin bilgiyi içermektedir. Bu husus iradenin oluşum sürecindeki ilk aşamadır. İkinci aşamada, davranış normlarının varlığına ve bunların kişiden başka türlü davranmasını beklemesine rağmen kişinin davranışının buna uygun olup olmadığı yönünde bir değerlendirme yapılmasıdır. Kişi, davranış normlarının anlamının bilincinde olmasına rağmen bunlara aykırı davranma doğrultusunda tercihini kullanmaktadır. Bu tercih nedeniyle kişinin kusurlu sayılması ikinci değerlendirmeyi oluşturmaktadır24 .

Kusurun unsurunu oluşturan irade, davranış normlarının anlam içeriklerinin bilinmesi ve bunların şuurunda olunmasıdır. Suçun maddi unsurlarına ilişkin bilgiyi ifade eden kast, normun anlam içeriğine ilişkin bilgiyle ilgili değildir. Bu nedenle fiil ehliyeti ile kusur ehliyeti birbirinden ayrılmalıdır. Kusur ehliyetinin ve kusurun mevcut olup olmadığının araştırılması için öncelikle ortada bir fiilin varlığı, bunun için de kişinin fiil ehliyetine sahip olması gerekir25 .

İşlediği fiilin hukuki anlam muhtevasını idrak eden kişinin, kendisine etkide bulunan iç dürtüleri kontrol altına alarak toplumda mevcut ve hâkim değerler ve dolayısıyla davranış normlarının kendisine yüklediği yükümlülüklere göre karar verme yeteneğine sahip olması, irade hürriyeti olarak ifade edilmektedir26 . Kişinin kusurundan bahsedebilmek için fiili işlediği sırada davranış normunun gerektirdiği şekilde karar verecek iktidara, kabiliyete sahip olması gerekir. Hürriyet esasına dayanan bir toplumda, yetişkin ve ruhi bakımdan vasat bir sağlığa sahip insanların sorumluluk şuuruyla ve irade serbestisiyle hareket ettikleri kabul edilir27 .