Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Önemli Miktarda Şirket Varlığının Satışında 
Genel Kurul Kararının Hukuki Niteliği

The Legal Nature of the General Assembly Resolution Regarding Wholesale
of Substantial Part of Company Assets under Turkish Corporations Law

Tolga AYOĞLU

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (“TTK”) m.408/2 (f) hükmü ile, “önemli miktarda şirket varlığının toptan satışına” karar verilmesi genel kurulun devredilemez görev ve yetkileri arasında sayılmıştır. TTK m.538/2 hükmü de aynı düzenlemeye tasfiye süreci bakımından yer vermektedir. Makalemiz, bu iki hükümden doğan bir soruna odaklanmaktadır. Bir genel kurul kararının mevcut olmamasına rağmen üçüncü kişi ile şirket arasında satım sözleşmesinin akdedildiği hallerde, acaba bu durum satım sözleşmesinin geçersizliğine neden olacak mıdır? Biz, TTK m.408/2 (f) ve m.538/2 hükümlerinde öngörülen genel kurul kararının iç ilişkiye dönük etki doğurması gerektiği ve organlar arası yetki paylaşımını ilgilendirdiği düşüncesindeyiz. Bu itibarla, genel kurul kararının mevcut olmamasının şirket ile üçüncü kişi arasında yapılan satım sözleşmesinin geçerliliğini etkilememesi gerektiği görüşünü savunmaktayız.

Anonim Şirketler, Satım Sözleşmesi, Genel Kurul Kararı, Önemli Miktarda Şirket Varlığının Toptan Satışı, Geçersizlik.

Pursuant to article 408 paragraph 2 subparagraph (f) of the New Turkish Commercial Code, “wholesale of substantial part of company assets” is an unassignable and inalienable competence of the general assembly and therefore, requires a general assembly resolution. Article 538/2 of the Code foresees the same solution for liquidation process. Our paper will focus on a particular problematic that arises out of the said provisions. In cases where a sales agreement is concluded between the company and a third party despite the inexistence of a general assembly resolution, would the sales agreement be valid and binding? We believe that articles 408/2 (f) and 538/2 aim to regulate the distribution of powers among the organs of the company and the general assembly resolutions required by these provisions, as to their legal nature, shall have an internal character. Therefore, we believe that inexistence of the general assembly resolution required by the said articles shall not affect the validity of the sales agreement concluded between the company and the third party.

Joint Stock Companies, Sales Agreement, General Assembly Resolution, Substantial Part of Company Assets, Invalidity.

I. Giriş ve Sorunun Takdimi

Bilindiği üzere, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (“TTK”) m.408/2 hükmü, anonim şirketler hukukunda, genel kurulun devredilemez görev ve yetkilerini düzenlemektedir. Anılan hükmün (f) bendi ile, “önemli miktarda şirket varlığının toptan satışına” karar vermek de genel kurulun devredilemez görev ve yetkileri arasında sayılmıştır. TTK m.408/2 hükmünün söz konusu bendinin 6762 sayılı Eski Türk Ticaret Kanunu’nda (“ETTK”) karşılığını oluşturan bir düzenleme mevcut değildi. TTK’nın Bilim Komisyonu tarafından hazırlanan taslağında da mevcut olmayan (f) bendi, Adalet Komisyonu tarafından, “yerleşik Yargıtay içtihatlarına uyum sağlamak” amacı ile kanuna eklenmiştir (bkz. Adalet Komisyonu Gerekçesi). Gerçekten, Yargıtay’ın, ETTK döneminde limited şirketlere ilişkin olarak önemli miktarda şirket varlığının toptan satışında genel kurul kararı alınmasının zorunlu olduğuna dair içtihatları mevcuttu1 . Dolayısıyla, TTK m.408/2 hükmünün (f) bendi ile, Yargıtay’ın ETTK dönemindeki içtihadı pozitif norm haline getirilmiştir.

TTK’da önemli miktarda şirket varlığının toptan satışına ilişkin bir diğer düzenleme ise tasfiye hükümleri içerisinde, m.538 hükmünde yer almaktadır. “Aktifleri satma yetkisi” başlığını taşıyan bu hükmün ikinci fıkrasına göre, tasfiye sürecinde “Önemli miktarda aktiflerin toptan satılabilmesi için genel kurulun kararı gereklidir. Bu karar hakkında 421’inci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkraları uygulanır”. TTK’nın bu hükmünün ise ETTK’da da mevcut olduğu hatırlanacaktır (bkz. ETTK m.443/II)2 . Bu itibarla, TTK’nın, ETTK’nın tasfiye sürecine ilişkin olarak benimsediği “önemli miktarda şirket varlığının satışında genel kurul kararı aranması” kuralını, yerleşik Yargıtay uygulaması doğrultusunda tasfiye öncesindeki süreci de kapsayacak şekilde genişlettiğini söylemek yanlış olmayacaktır3 .

TTK m.408/2 (f) hükmü, doktrinde birçok açıdan tartışma ve eleştiri konusu olmuştur. Biz, hükme ilişkin bu tartışmalara kısaca değindikten sonra, tebliğimizin üzerinde odaklanacağı sorunsalı takdim etmek istiyoruz.

TTK m.408/2 (f) hükmüne ilişkin ilk ve muhtemelen en önemli tartışma, hükmün limited şirketlere uygulanıp uygulanmayacağına yönelik tartışmadır. Limited şirketlerde genel kurulun devredilemez yetkilerini düzenleyen TTK m.616/1 hükmü, önemli miktarda şirket varlığının toptan satışına karar verilmesini genel kurulun devredilemez yetkileri arasında saymamakta, limited şirketlere uygulanacak anonim şirket hükümlerini belirleyen TTK m.644 hükmünde de m.408/2 (f) hükmüne atıf bulunmamaktadır. Bu tablo, doktrinde haklı olarak hükmün limited şirketlere uygulanıp uygulanmayacağı hususunda yaratılan belirsizliğin yasa yapma tekniği açısından eleştiri konusu yapılmasına neden olmuştur4 . Doktrinde, TTK m.408/2 hükmünün (f) bendinin kanuna eklenmesinin limited şirketlere ilişkin Yargıtay kararlarından kaynaklandığı, dolayısıyla limited şirketlere ilişkin TTK m.616/1 hükmünde genel kurulun devredilemez yetkileri düzenlenirken “önemli miktarda şirket varlığının toptan satışından” söz edilmemesinin ihmalden kaynaklandığı, bu kanun boşluğunun 408/2 (f) hükmünün limited şirketlere kıyasen uygulanması yoluyla doldurulması gerektiği ifade edilmektedir5 .

İkinci olarak, TTK m.408/2 (f) hükmü kapsamında alınması gereken genel kurul kararının tabi olacağı yetersayı da tartışma konusu olmuştur. TTK m.538/2 hükmü açısından böyle bir tartışma söz konusu değildir; anılan hüküm, TTK m.421/3-4 hükümlerine yollama yaparak sermayenin % 75’ini karar yetersayısı olarak belirlemektedir. Oysa TTK m.408/2 (f) hükmü, yetersayı konusunda bir düzenleme içermemekte, ağırlaştırılmış bir karar yetersayısı öngörmemektedir. Buna karşılık, Anonim Şirketlerin Genel Kurul Toplantılarının Usul ve Esasları ile Bu Toplantılarda Bulunacak Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Temsilcileri Hakkında Yönetmelik’in6 m.22/12 hükmünde, önemli miktarda şirket aktiflerinin toptan satışı yönünde karar alınabilmesi için sermayenin % 75’i oranında olumlu oy aranacağı belirtilmektedir. Yönetmelik ile karar yetersayısı getirilmesi, doktrinde haklı olarak “normlar hiyerarşisi prensibine aykırılık” sebebiyle eleştirilmektedir7 . Kuşkusuz, karar yetersayısı maddi hukuka ilişkin bir meseledir ve bir yönetmelik hükmü ile yani bir genel düzenleyici idari işlemle maddi hukuk düzenlemesi getirilmesi kabul edilemez. Ancak aynı konuda, “önemli miktarda şirket varlığının toptan satışı” konusunda alınacak genel kurul kararının, şirketin tasfiye süreci içinde olup olmamasına göre farklı toplantı/karar yetersayısına tabi olması da hukuk mantığına aykırıdır. Bu nedenle, TTK m.538/2 hükmünde m.421/3-4 hükümlerine gönderme yapılarak belirlenen karar yetersayısının, TTK m.408/2 (f) hükmü kapsamında alınacak genel kurul kararlarına da kıyasen uygulanması gerektiği düşüncesindeyiz8 .

Hükme ilişkin bir diğer önemli sorun ve tartışma, “önemli miktarda şirket varlığı” kavramından ne anlaşılması gerektiği noktasında karşımıza çıkmaktadır. Burada Türk Medeni Kanunu (“TMK”) m.4 hükmü çerçevesinde hâkime takdir yetkisi tanıyan bir hüküm içi boşluğun söz konusu olduğu, her somut olayda satışa konu varlıklarının şirket malvarlığının önemli bir bölümünü teşkil edip etmediğinin hâkim tarafından belirlenmesi gerekeceği açıktır. Ancak bu düzenleme, satışa konu olacak varlıkların şirket malvarlığının önemli bir kısmını teşkil edip etmemesine göre satış kararını almaya yetkili organ değişeceğinden, hem şirket açısından, hem de şirket ile hukuki ilişkiye girecek, yani satışı yapılacak varlıkları devralacak üçüncü kişi açısından bir belirsizlik ve öngörülemezlik durumu yaratmakta, dolayısıyla ticaret hayatına hâkim hukuk güvenliği ilkesini zedelemektedir9 .

Dördüncü olarak ise, TTK m.408/2 (f) hükmü çerçevesinde genel kurul tarafından alınması gereken kararın içeriği ve kapsamı konusunda uygulamada tereddüt ortaya çıkmaktadır. Acaba genel kurul somut bir satış işlemini onaylamak yerine, alıcıyı, (alt ve üst sınırlar belirleyerek ya da böyle bir belirleme yapmaksızın) bedeli, ödeme şartlarını, bedelin ödenmesi vadeye bağlanmış ise teminatı, satışa konu olacak unsurları ve satış zamanlamasını, işleme ilişkin detayları belirlemek konusunda yetkiyi yönetim kuruluna bırakabilir mi? Başka bir ifadeyle genel kurulun mutlaka somut bir teklife/ bir satış işlemine ilişkin olarak mı karar alması gerekir, yoksa genel kurul, önemli miktarda şirket varlığının toptan satışına ilişkin iradesini ortaya koyduktan sonra, bu iradenin gereğinin yerine getirilme sürecine ilişkin takdir yetkisini yönetim kuruluna bırakacak şekilde karar alabilir mi? Doktrinde Dural, kanımızca son derece haklı olarak bunun mümkün olduğunu savunmaktadır10 .

Görüldüğü üzere, TTK m.408/2 (f) hükmü, doktrinde, birçok farklı açıdan uygulamayı da yakından ilgilendirecek ve etkileyecek tartışmalara yol açmıştır. Bizim tebliğimizde üzerine odaklanmayı tercih edeceğimiz konu ise, hükümden doğan ve uygulama açısından büyük önemi olduğunu düşündüğümüz bir başka sorunsaldır. Acaba TTK m.408/2 (f) hükmü çerçevesinde alınan genel kurul kararına aykırı olarak ya da böyle bir kararın hiç mevcut olmamasına rağmen satış işleminin yapılması halinde, üçüncü kişi ile yapılan satım sözleşmesinin akıbeti ne olmalıdır? Genel kurul kararının mevcudiyeti, üçüncü kişi ile yapılan satım sözleşmesinin geçerliliği için şart mıdır? Bu soruların yanıtı, kuşkusuz anılan hüküm çerçevesinde alınması gereken genel kurul kararının hukuki niteliği ile doğrudan bağlantılıdır. İşte tebliğimizde irdeleyeceğimiz mesele bundan ibarettir11 .

TTK m.408/2 (f) hükmünün temelinde Alman Paylı Ortaklıklar Kanunu’nun (“Aktiengesetz”- “Alm. POK”) m.179a hükmü bulunduğundan, incelememize Alman Hukuku ile başlamayı uygun buluyoruz. Ardından İsviçre Hukukuna ve Türk doktrinindeki meseleye ilişkin görüşlere değinilecek, son olarak kişisel görüş ve değerlendirmelerimiz aktarılacaktır.

II. Alman Hukukundaki Durum

TTK m.408/2 (f) hükmünün temelinde Alm. POK’un m.179a hükmünün bulunduğu yukarıda belirtilmişti. Anılan hükmün ilk fıkrası, şirketin tüm varlıklarının bir bütün halinde satılmasının, şirketin amaç ve konusunda bir değişiklik söz konusu olmasa dahi, genel kurul kararı gerektirdiğini ifade etmektedir12 . Hükümde genel kurul kararının m.179 hükmüne göre alınması gerektiği belirtildiğinden, karar yetersayısı m.179/2 hükmü çerçevesinde sermayenin dörtte üçü (% 75) olarak belirlenmiştir13 ; ancak esas sözleşme bu karar için daha ağır bir yetersayı öngörebilir.

POK m.179a hükmünde, şirketin tasfiye süreci içerisinde bulunup bulunmamasına göre bir ayrım yapılmamıştır. Dolayısıyla hüküm, hem tasfiye dışında hem de tasfiye süreci içerisinde uygulanabilmektedir14 . Hükmün ratio legis’i, Alman literatüründe “pay sahipleri ile pay sahipliği haklarını korumak ve şirketin fiilen tasfiye edilmesi suretiyle pay sahiplerine zarar verilmesini önlemek” olarak ifade edilmektedir15 .

Dikkat edilecek olursa, TTK m.408/2 (f) ve m.538/2’den farklı olarak POK m.179a, şirketin önemli miktarda malvarlığının satışından değil, “tüm malvarlığının” satışından söz etmekte ve ancak bu ihtimalde uygulama alanı bulmaktadır. Buna karşılık doktrinde, hükmün, şirket malvarlığının “önemli bir bölümünün” ya da “tamamına yakınının” (“neredeyse tamamının”) satılması halinde de uygulanması gerektiğini savunulmaktadır16 .

Doktrinde POK m.179a hükmünün limited şirketlere de kıyasen uygulanacağı belirtilmektedir, ancak bu konuda aksi yönde görüşlerin de mevcut olduğunu belirtmek gerekir17 . Son olarak, Alman Hukukunda, POK m.179a hükmüne göre alınması gereken genel kurul kararı alınmadan yapılan satım sözleşmesinin “askıda hükümsüz” olarak kabul edildiğini ve genel kurul tarafından icazet verilmediği sürece satım işleminin geçerli addedilmediğini vurgulamak gerekir18 .

III. İsviçre Hukukundaki Durum

Hemen belirtmek gerekir ki, İsviçre Borçlar Kanunu’nda (“İsv. BK.”), ne tasfiye süreci içerisinde, ne de tasfiye dışında, önemli miktarda şirket varlığının satışında genel kurul kararı alınmasını zorunlu tutan, Alm. POK m.179a, TTK m.408/2 (f) veya TTK m.538/2 benzeri bir hüküm mevcuttur. Tersine, 3 Ekim 2003 tarihli Birleşme, Bölünme, Tür Değiştirme ve Malvarlığı Devri Hakkında Kanun’un (“Loi fédérale sur la fusion, la scission, la transformation et le transfert de patrimoine”- “LFus”) m.70/1 hükmünde, malvarlığı devri halinde karar alma ve sözleşme yapma yetkisinin yönetim organına (anonim şirketlerde yönetim kuruluna) ait olduğu açıkça belirtilmekte, m.74/1 ve 2 hükümlerinde genel kurula işlem nedeniyle bilgi verileceği öngörülmektedir. Bu itibarla, İsviçre Hukukunda, önemli miktarda şirket varlığının satışına genel kurul tarafından karar verilmesini zorunlu kılan pozitif bir düzenleme bulunmamaktadır.

Buna karşılık Federal Mahkeme, 1990 yılında verdiği bir karar ile (BGE 116 II 320, JdT 1991 I 373), Alman Hukukunun etkisiyle «fiili tasfiye» («liquidation de fait») kavramını geliştirmiş ve İsv.BK m.736/2 hükmüne dayanarak, tasfiyeye girmek için genel kurul kararı gerekir tezinden hareketle, genel kurul kararının bulunmadığı hallerde yönetim kurulunun şirketin tüm aktiflerini toptan satma yetkisinin kural olarak mevcut olmadığı, zira böyle bir satış işleminin “fiili tasfiye” anlamına geleceği ve yönetim kuruluna İsv. BK.’nın 718/1 hükmünde tanınan temsil yetkisinin kapsamı dışında kalacağı sonucuna ulaşmıştır19 . Ancak Federal Mahkeme, bu kararında, işletmenin hayatta tutulmasının radikal ve acil önlemlerin alınmasını gerektirdiği ve somut olayın şartlarında genel kurulun gereken hızla karar almasının mümkün olmadığı hallerde, istisnai olarak böyle bir satış işleminin yönetim kurulunun temsil yetkisi kapsamında kabul edilebileceğine de hükmetmiştir20 .

Federal Mahkeme, 1990 tarihli bu kararında, “fiili tasfiyeden” söz edilebilmesi için iki önemli kriter belirlemiştir. Bu kriterlerden ilkine göre, fiili tasfiyenin söz konusu olabilmesi için (TTK m.408/2 (f) hükmünden farklı olarak) şirket malvarlığı tümüyle devrediliyor olmalıdır, şirket malvarlığının kısmen devri fiili tasfiye için yeterli değildir. İkinci kriter olarak ise, şirket malvarlığının tümüyle devri şirketin amacına ulaşmasını imkansız hale getiriyor olmalıdır. Şirket malvarlığının bir bütün halinde devredilmesinin her zaman şirketin amacına ulaşmasının imkânsız hale gelmesi sonucuna yol açmayacağı vurgulanmalıdır21 . Bu noktada önemli bir not olarak belirtmek gerekir ki, Federal Mahkeme’nin sözü edilen kararındaki şirket “borca batık” durumda bulunmaktadır. Şayet şirket borca batık konumda olmasaydı Federal Mahkeme karara konu somut olayda şirket malvarlığının tümüyle devrinin amaca ulaşmayı imkânsız kıldığı sonucuna ulaşır mıydı, bu husus tartışmaya açıktır. Bu nedenle, İsviçre Hukukunda, her bir somut olay bakımından şirket malvarlığının bir bütün halinde toptan satışının şirketin amacına ulaşmasını imkânsız hale getirip getirmediğinin hassasiyetle değerlendirilmesi gerekir.

Yukarıda da belirtildiği üzere, Federal Mahkeme’nin 1990 yılında vermiş olduğu karara göre, fiili tasfiyeden söz edebilmek için şirketin tüm malvarlığının satılması gerekmektedir22 . Ne var ki Böckli ve onu takip eden bazı yazarlar, Alman doktrininin etkisiyle şirket malvarlığının önemli bölümünün satışının (kısmi satışın) fiili tasfiye için yeterli kabul edilmesi gerektiği fikrini savunmaktadırlar23 .

Son olarak ifade etmek gerekir ki, İsviçre Hukukunda, hem Federal Mahkeme hem de doktrin, fiili tasfiyenin söz konusu olduğu hallerde genel kurul kararı bulunmaksızın yapılan satış sözleşmesinin batıl (kesin hükümsüz, baştan itibaren geçersiz, “nullité”) olduğu sonucuna ulaşmaktadır24 . Ancak genel kurul tarafından sonradan icazet verilirse, sözleşme geçerli hale gelmektedir25 .