Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Taşınır Rehni Sözleşmeleri ve 
Sözleşmelerde Şekil

Contracts for Pledge on Movables and Form of the Contracts

Şebnem AKİPEK ÖCAL

Hukukumuzda borcun kaynakları bakımından öncelikle karşımıza çıkan husus sözleşmelerdir. Sözleşmeler neredeyse hayatımızın bütününde, her alanda sıklıkla rastladığımız hukuki işlemlerdir. Kimi sözleşmeleri gün içinde hiç fark etmeden akdederken, kimi sözleşmeleri kanunen getirilen şekil şartlarına uygun olarak kurmak durumunda kalmaktayız. Her ne kadar borçlar hukukunda sözleşme serbestîsi ilkesi geçerli olsa da bir takım hukuki işlemlerin ve sözleşmelerin kurulmasını, kanun koyucu belirli şekil şartına bağlamıştır.

Rehin sözleşmeleri bakımından da konu ele alındığında, özellikle bu incelemenin konusunu oluşturan taşınır rehni sözleşmelerinin niteliğine ilişkin değerlendirme yapmakta büyük fayda bulunmaktadır. Rehin hakkı, bir alacağın yerine getirilmemesi halinde, hak sahibine hakkın konusu olan şeyi veya hakkı paraya çevirerek getirisinden alacağını öncelikle elde etme yetkisi tanıyan bir haktır. Rehin hakkı taşınmazlar üzerinde kurulabileceği gibi taşınırlar üzerinde de kurulabilir. Bu durumda karşımıza taşınır rehni çıkar.

01.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 6750 sayılı Ticari İşlemlerde Taşınır Rehni Kanunu, mülga Ticari İşletme Rehni Kanunu dönemindeki bir takım uygulamadaki problemlerin giderilmesi yoluyla, özellikle KOBİ’lerin finansmana erişiminin kolaylaştırılması, rekabet güçlerinin arttırılması, bu sayede ülke ekonomisinin dengeli ve istikrarlı büyümesine katkı sağlanması amacıyla hayata geçmiştir.

Kanunu genel hatları ile incelemek ve özellikle taşınır rehni sözleşmelerinin hukuki niteliği ile şekil şartlarının neler olduğunu irdelemek yerinde olacaktır.

Sözleşme Serbestîsi, Şekil Serbestîsi, Rehin Hakkı, Taşınır Rehni, Ticari İşlemlerde Taşınır Rehni.

The primary aspect that we encounter as a source of an obligation is contracts. Contracts are legal transactions that we frequently come across in our daily lives, in all areas. While we conclude certain contracts within the day without even noticing, for some we are in a position to conclude them according to the formal requirements stipulated by the law. Even though the freedom of contract principal is recognized under the law of obligations, some legal transactions and contracts are subject to certain formal requirements that were stipulated by the legislator.

When pledge contracts are taken into account, especially being the subject of this study, there is great benefit behind the review of the nature of contract for pledge on movable property. A pledge is a right that gives its holder the competence to sell the object that is subject to the right or to liquidate the right in order to obtain his claim pre-emptively. A pledge can either be established on an immovable or movable property. The latter is called pledge over movable property.

The Law numbered 6750 on Pledges over Movable Assets in Commercial Transactions which entered into force in 01.01.2017 has been adopted in order to resolve the problems especially for the simplification of small and medium sized enterprises’ access to finance, the increase of their competitive capacity and thus to contribute for a balanced and stable growth of national economy, that have been encountered during the period where the abrogated Law of Commercial Enterprise Pledge was in force.

A review of the law in general terms and especially the examination of the legal nature and formal requirements of the pledge contracts over movables is the main aim of this article.

Freedom of Contract, Freedom of Form, Pledge Right, Pledge Over Movable, Pledge Over Movable Assets in Commercial Transactions.

I. Genel Olarak Sözleşme Kavramı ve Sözleşme Serbestîsi

Hukukumuzda borcun kaynakları incelendiğinde karşımıza ilk sözleşmeler çıkar, gerçekten Borçlar Kanunu da “sözleşmeden doğan borçlar” ile başlamaktadır. Mülga Kanun döneminde olduğu gibi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 1. maddesi sözleşmenin kurulmasına yönelik irade açıklaması olgusuna “Sözleşme, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulur” şeklinde bir hüküm getirmiştir1 .

Sözleşme kelime anlamı ile bir mutabakatı ve uygunluğu ifade etmektedir. Hukuki anlamda da iki kişinin karşılıklı ve uyumlu davranış biçimlerinden bir borç kaynağının doğduğu kabul edilmektedir. Ortaya konulan davranışta tarafların uyum içinde olmaları gerektiği anlaşılmaktadır. Uyumun hangi durumda bir borç kaynağı oluşturacağı ise Kanunlarda öngörülen şartların mevcudiyeti halinde karşımıza çıkmaktadır.

Yukarıda verilen Kanun hükmünden de anlaşılacağı üzere tarafların iradelerini karşılıklı açıklamaları gerektiği şart koşulmuştur. Sözleşme iki tarafın, hukuksal sonuca yönelik karşılıklı ve birbirlerine uygun iradelerini açıklamalarıyla meydana gelen hukuksal bir işlemdir2 .

Bütün bu bilgiler ışığı altında; sözleşmenin bir hukuksal işlem olduğu, sözleşmede en az iki tarafın varlığının gerektiği, sözleşmede karşılıklı irade açıklamasının bulunması, açıklanan bu iradelerin de birbirlerine uygun olması gerektiği belirtilmektedir3 .

TBK m.1’de ilk dikkat çeken husus, “taraflar” kavramıdır. Bununla sözleşmenin iki taraflı bir hukuksal işlem olduğu, taraflarda yer alan kişi sayısının önemli olmadığı, tarafların bir veya birden fazla kişiden oluşabileceği anlaşılmaktadır. Sözleşmede tarafların açıkladığı iradeler karşılıklı olmak durumundadır.

Sözleşmenin kurulmasında bir diğer önemli husus tarafların iradelerinin uyum içinde olması gerektiğidir. Uyum gerçekleşmediği sürece sözleşmenin kurulması söz konusu olmayacaktır. Bu husus sözleşmeler bakımından geçerlilik koşulu olarak karşımıza çıkmaktadır. Taraf iradelerinin uyum içinde olmaması sözleşmenin geçersizliğine sebep olmaktadır. İrade açıklamalarının karşılıklı birbirine uygun olması sözleşmenin asli kurucu unsurudur. Kanun koyucu bunu vurgulamak maksadıyla irade açıklamalarının birbirine uygun olarak açıklanması gerektiğini belirtmiştir.

İrade açıklamalarındaki uygunlukta, sözleşmeyi oluşturan bütün objektif ve sübjektif esaslı noktaların açıkça beyan edilmesi gerekmektedir. Bir sözleşmenin objektif esaslı noktalarını sözleşmenin tip ve türünü belirleyen ve asgari içeriğini oluşturan hususlar olarak nitelendirilmekteyken, sübjektif esaslı noktalarını ise sözleşmenin içeriğine taraflarca birlikte konulan ya da karşı tarafın bilgisi altında yalnız bir tarafça sözleşmede yer alması mutlaka istenen hususlardır. Kanun hükmünden hareketle irade açıklamalarının birbirine uygun düşmemesi durumunda “uyuşmazlık” meydana gelmekte ve bu durumda sözleşmenin akdedilmesi söz konusu olmamaktadır.4

Bir diğer husus ise iradenin varlığının yeterli olmadığı, bu iradenin mutlaka beyan edilmesi gerektiğidir. İradenin açıklanması açık veya örtülü olabilmektedir. Açıklanan irade beyanlarından önceki “öneri”, diğeri ise “kabul” adını almaktadır. Bu durumda açıklanan irade beyanlarından hangisinin öneri, hangisinin kabul olduğunu belirlemek çok önemlidir. Çünkü öneri sahibi, bu beyanı ile bağlıdır. Karşı taraf öneri ile uyumlu irade beyanında bulunursa yani kabul beyanı açıklarsa taraflar arasında sözleşmenin kurulduğu kabul edilmektedir5 . Sözleşme eğer borç sözleşmesi ise; taraflardan biri “alacaklı” yani edimi talep yetkisine sahip olan, diğeri “borçlu” yani edimi ifa ile yükümlü bulunan şeklinde adlandırılmaktadır.

Özel hukuk bağlamında, sözleşme serbestîsinin esas dayanağı irade özerkliğidir. İrade özerkliği sayesinde kişilerin, diğer kişiler ile arasında hukuki ilişkilerini düzenlemede hukuk düzeninin sınırları içinde kaldığı sürece dilediği gibi sözleşme akdetme yetkisi tanımaktadır. İrade özerkliği, sözleşmeler açısından üç temel ilkeyi bünyesinde barındırmaktadır. Bunlar, sözleşme özgürlüğü ilkesi, eşitlik ilkesi ve hukuki işlemlerde (sözleşmelerde) şekil serbestîsi ilkesi olarak karşımıza çıkmaktadır6 .

Sözleşme özgürlüğü ile kişi sözleşme yapıp yapmama, eğer yapacaksa kiminle hangi içerikte yapma gibi hususları içermektedir. Diğer bir ifade ile sözleşme yapma özgürlüğü kişinin öncelikle bir sözleşme yapıp yapmama konusunda serbest olduğu anlamına gelmekteyken ikinci aşamada bu sözleşmeyi tamamen kendi istediği bir taraf ile sözleşmenin şeklini ve içeriğini özgürce tayin edebilmesine imkân tanınmaktadır.

Anayasamızın 48. ve Türk Borçlar Kanununun 26. maddelerinde düzenlenen sözleşme özgürlüğü kendi içinde beş gruba ayrılmaktadır. Bunlar, herhangi bir sözleşmeyi yapıp yapmama; sözleşmenin karşı tarafını seçme; istenilen tip ve içerikte bir sözleşme kurma; kurulmuş olan bir sözleşmeyi değiştirme veya ortadan kaldırma ve son olarak da şekil serbestîsidir7 .

Sözleşmeyi yapıp yapmama özgürlüğü, kişilerin herhangi bir konuda üzerlerinde baskı olmadan bir sözleşme yapıp yapmamakta özgür olmaları anlamına gelmektedir. Burada yalnızca sözleşme yapma anlamında değil, aynı zamanda sözleşme yapmamanın da bireylerin özgürlük alanı içinde olduğu belirtilmektedir. Diğer taraftan kişi istemediği biri ile sözleşme yapmak zorunda kalmamaktadır. Böylece sözleşme yapacağı kişiyi seçme özgürlüğü de önem taşımaktadır. Kural olarak sözleşmenin karşı tarafını seçme konusunda kişinin özgürlüğü sınırsız olmasına karşılık kimi durumlarda buna istisna gelmekte, örneğin sözleşmeden doğan önalım hakkında bu hakkın dava yoluyla kullanılması ve hâkimin verdiği karar üzerine önalım hakkı sahibi ile taşınmazı edinen yeni paydaş arasında kendiliğinden bir satış sözleşme kurulmaktadır. Bu durumda önalım hakkı sahibi ile yeni paydaş arasında kurulan sözleşmede karşı tarafı seçme özgürlüğüne bir istisna gelmektedir8 .

Sözleşmenin kurulması aşamasında taraflar hukuk düzeninin kendilerine tanıdığı sınırlar içinde kalmak suretiyle TBK m.26 gereğince sözleşmenin içeriğini diledikleri gibi belirleme yetkileri bulunmaktadır. Taraflar isterlerse, Kanunla düzenlenmiş bir veya birkaç sözleşmeyi bir arada akdedebilecekleri gibi sözleşmenin konusuna uyan bambaşka bir sözleşme de akdedebilmektedir9 . Sözleşmenin tip ve içeriğini düzenleme özgürlüğü yalnızca borç sözleşmeleri bakımından geçerlilik taşımaktadır.

Sözleşmenin değiştirilmesi veya tamamen ortadan kaldırılması da tarafların özgür iradelerine bağlıdır. Taraflar isterlerse, önceden yapılmış olan bir sözleşmeyi değiştirme, yeni bir sözleşme yapma veya mevcut sözleşmeyi ortadan kaldırma hakkına sahiptirler.

Kanunla özel olarak şekil zorunluluğu getirilmeyen hususlar haricinde, sözleşmenin şeklinin de taraflarca serbest olarak belirlenmesi mümkündür. TBK m.12 gereğince, sözleşmede şekil özgürlüğü ilkesi düzenlenmiştir. Kanun veya taraf iradeleri aksine bir düzenleme getirmediği takdirde taraflar sözleşmeyi diledikleri gibi akdetme özgürlüğüne sahiptirler.

Sözleşmenin konusu ve içinde yer alan hükümler tarafların karşılıklı müzakereleri neticesinde şekillenmekte ve karara bağlanmaktadır. Temelde bu hususun genel bir yol gösterici olduğu kabul edilmektedir. Ancak kanun koyucu, istisnai de olsa bir takım sözleşmeler bakımından şekli geçerlilik şartı olarak öngörmektedir. Şeklin geçerlilik şartı olduğu ifade edilen bu tür sözleşmeler bakımından bu hüküm, emredici bir hüküm niteliği taşımaktadır. Dolayısı ile tarafların özgürce şekil serbestîsi içinde akdedecekleri sözleşmelere istisnai olarak Kanundan kaynaklanan emredici bir şekil şartı getirilmiştir. Taraflar her halükarda bu emredici hükme uymak zorundadırlar. Taşınır satışları bakımından Karayolları Trafik Kanununa göre motorlu araç satışı resmi şekilde, TBK m.288/I gereğince taşınır bağışlama vaadi yazılı şekilde yapılmak zorundadır10 .

II. Taşınır Rehni ve Taşınır Rehni Sözleşmelerinin Hukukumuzdaki Yeri

Taşınır rehni kavramına geçmeden önce hukukumuzda rehin hakkı kavramını kısaca açıklamak gerekir. Rehin hakkı, bir alacağın yerine getirilmemesi durumunda, hak sahibine hakkın konusu olan şeyi veya hakkı paraya çevirerek getirisinden alacağını öncelikle elde etme yetkisi tanıyan bir hak olarak tanımlanmaktadır11 .

Rehin hakkı, Medeni Kanunda sınırlı ayni hakların bir türü olarak düzenlenmiştir. Bu hak eşyanın değerine ilişkin bir haktır. Bir alacağa güvence sağlamak üzere, hak sahibine alacak ödenmediği takdirde, öncelikle eşyayı paraya çevirerek bedelinden alacağını elde etme yetkisi tanımaktadır. Rehin hakkı bir eşyanın mülkiyetinin başkasına devredilmesini engellemese de yeni malikin eşyayı rehinle yüklü olarak edinmesine sebep olmaktadır. Alacağı rehinle temin edilmiş bir alacak hakkı sahibi, rehin konusu eşyayı doğrudan doğruya paraya çevirerek alacağını elde edebilmektedir (İcra İflas Kanunu m.145 vd)12 .

Rehin hakkı, yalnızca eşya üzerinde değil, aynı zamanda alacaklar ve diğer haklar üzerinde de kurulabilmektedir. Eşya üzerinde kurulan rehin hakkının bir ayni hak alacağı olduğu konusunda herhangi bir tereddüt bulunmazken, alacaklar ve diğer haklar üzerinde kurulan rehin hakkının niteliğinin tartışmalı olduğu ifade edilmektedir13 . Rehin hakkının varlığı bir alacağın varlığına bağlı olduğundan kural olarak fer’i bir hak olarak görülmektedir. Rehin hakkının geçerliliği, güvence altına aldığı alacağın geçerli olmasına bağlıdır. Asıl alacağın kaynağını teşkil eden sözleşme geçerlilik şartlarını taşımaması durumunda rehin hakkının geçersiz olduğu ya da herhangi bir sebeple asıl alacak sona ermişse rehin hakkının da sona erdiği kabul edilmektedir.

Hukukumuzda taşınır rehni, tıpkı taşınmaz rehninde olduğu gibi teminat altına alınan borcun ifa edilmemesi durumunda, alacaklıya, rehin konusu olan şeyi paraya çevirme yetkisi tanımaktadır. Türk Medeni Kanununu taşınır rehni adı altında üç farklı teminat müessesesi düzenlemiştir. Bunlar;