Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Devletin Yaşam Hakkını Koruma Zorunluluğu

State’s Obligation to Protect the Right to Life

Ersan ŞEN,
Fatma Betül BODUR

Çalışmamızda; Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümünün 28.06.2017 tarihli Semih Özakça ve Nuriye Gülmen Başvurusu (Başvuru Numarası: 2017/27678) Tedbire İlişkin Ara Kararından hareketle, yaşam hakkı kapsamında bir pozitif yükümlülük olduğuna inandığımız, Devletin açlık grevine müdahale etme ödevini açıklayıp, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM’ın) ilgili içtihadından faydalanarak Tedbire İlişkin Ara Kararı değerlendirip, Devletin ve başvurucuların önünde bu karardan sonra hangi seçeneklerin bulunduğuna dair tespitlerimizi yaptık.

Çalışmamızın konusunu oluşturan kararı bir “ara karar” olarak değerlendirdiğimizde; 5275 sayılı Ceza Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un ilgili hükümleri ve İHAM içtihadı gereğince, Anayasa Mahkemesi’nin başvuru ve karar tarihinde geçerli koşullar gözönüne alındığında başvurucuların derhal salıverilmesine karar vermemesinin hukuken doğru bir karar olduğu, hatta Anayasa Mahkemesi’nin İHAM ile uyumlu olarak Devlete başvurucuların tutulma koşullarının açlık grevinin yol açtığı sağlık durumları ile uyumlu hale getirilmesi ödevini yüklediği, ancak karar gerekçesinde 5275 sayılı Kanunun gereklerinin ve ilgili İHAM içtihadının açıklanmaması ve İHAM’ın açlık grevine ilişkin geçici tedbir kararlarında benimsediği başvurucuya grevi bırakma çağrısı yapma yönteminin tercih edilmemesi sebebiyle, kararın gerek hukuken zayıf kaldığı ve gerekse insani bir yaklaşım benimsemediği sonucuna ulaştık. Başvurucuların Adli Tıp Kurumu’ndan rapor temin ederek 5275 sayılı Kanunun gereklerini yerine getirmelerinin, olası bir tedbir başvurusunda başarılı sonuç elde etmelerini sağlayabileceğinin altını çizdik.İHAM tarafından İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “Yaşam hakkı” başlıklı 2. maddesi ile “İşkence yasağı” başlıklı 3. maddesi üzerine geliştirilmiş içtihat ile 5275 sayılı Kanunun ilgili hükümleri gereğince, Devletin açlık grevi yapan mahkum veya tutuklulardan hayati tehlikeye girdiği veya bilincinin bozulduğu hekim tarafından tespit edilenlere, bu kişilerin isteklerine bakılmaksızın müdahale etme yükümlülüğü vardır. İHAM’ın yerleşik içtihadına göre yaşam hakkı ölme hakkını içermediği için, Devletin İHAS m.3’ün insancıl muamele esasına sadık kalmak kaydıyla, açlık grevi yapan mahkum ve tutuklulara İHAS m.2 çerçevesinde müdahale etme yükümlülüğü açıktır. Açlık grevinde bulunan için hayati tehlikenin başladığı noktada; yaşam hakkının korunması tüm yararların üstündedir.

Açlık Grevi, Yaşam Hakkı, İnsancıl Muamele, Müdahale Zorunluluğu, Geçici Tedbir.

In this study, moving from the analysis of the Interlocutory Decision of the First Section of the Constitutional Court on Semih Özakça and Nuriye Gülmen Application (Application Number: 2017/27678) dated 28.06.2017, we explained State’s duty to interfere with a hunger strike, which we consider to be within the scope of the positive obligations under right to life, evaluated the Interlocutory Decision in light of the case-law of the European Court of Human Rights (ECtHR) and presented our determination as regards the options which the State and the applicants have in front of themselves in the aftermath of the said decision.

When we evaluated the decision in concern, strictly as an “interlocutory decision” we reached the following conclusions. Considering Law no.5275 on the Execution Sentences and Security Measures and the case-law of the ECtHR, it was a valid choice for the Constitutional Court to not decide in favor of the release of the applicants; as a matter of fact, in line with the ECtHR approach, the Constitutional Court also obliged the State to align the detention conditions of the applicants with the health issues which may result from their hunger strikes. However, since the Constitutional Court failed to make reference to the legal procedure foreseen under Law No.5275, or to the interim measures of the ECtHR rendered in cases of hunger strike in detention, and deviated from the ECtHR case-law in which the applicants are recommended to end their strike; we find that the reasoning of the interlocutory decision was neither legally sound nor did it adopt a humanitarian perspective. We underlined the fact that the applicants should complete the proceedings foreseen under Law No.5275, especially through obtaining a report issued by the Forensic Medicine Institution, a potential subsequent interim measure application before the Constitutional Court is more likely to be successful.Due to the case-law developed by the ECtHR on the second and third Articles of the European Convention on Human Rights (ECHR), titled “Right to life” and “Prohibition of torture” respectively, and to the relevant provisions of Law No.5275; regardless of the wishes of the detainee or prisoner in concern, once it is determined by a medical report that their life or their consciousness is at risk, the State has an obligation to interfere with the hunger strike. Since, according to the well-established case-law of the ECtHR, the right to life does not involve a right to die; it is clear that under Article 2 of the ECHR the State has a positive obligation to interfere with the hunger strikes of detainees and prisoners with respect to the humane treatment conditions provided under Article 3. Once the life of the person on hunger strike is in danger, the protection of right to life is above all interests.

Hunger Strike, Right to Life, Humane Treatment, Obligation to Interfere, Interim Measure.

1. Giriş

Olağanüstü hal kararnameleri ile görevden uzaklaştırılmalarını 9 Kasım 2016 tarihinden bu tarafa protesto eden öğretmen Semih Özakça1 ve akademisyen Nuriye Gülmen2; kamu görevine iade talebi ile 9 Mart 2017 tarihinde açlık grevine başlamış, açlık grevlerinin 76’ncı günü olan 23 Mayıs 2017 tarihinde tutuklanmışlardır. Açık kaynaktan öğrenildiği üzere; Özakça ve Gülmen’e isnat edilen suçlar silahlı terör örgütüne üye olma ve silahlı terör örgütü propagandası yapma olup, tutuklanma gerekçeleri de, silahlı terör örgütüne üye olma suçunun Ceza Muhakemesi Kanununun 100’üncü maddesinin üçüncü fıkrasının (a) bendinde sayılan katalog suçlardan olması, tutuklanmamaları halinde adaletin işleyişine zarar verme ihtimalleri ve eylemlerinin ceza süreleri dikkate alındığında adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacak olması şeklinde gösterilmiştir. Tutuklular halen açlık grevine devam etmektedirler.

Bu yazımızda, öncelikle Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümünün 28.06.2017 tarihli Semih Özakça ve Nuriye Gülmen Başvurusu (Başvuru Numarası: 2017/27678) Tedbire İlişkin Ara Kararını inceleyeceğiz. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin açlık grevi ile ilgili kararlarından hareketle yapacağımız bu incelemenin ardından; yaşam hakkı kapsamında bir pozitif yükümlülük olduğuna inandığımız, devletin açlık grevine müdahale etme ödevini açıklayıp sözkonusu tedbir kararında yer alması gerektiğini düşündüğümüz gerekçeleri sunacağız.

2. Anayasa Mahkemesinin Tedbire İlişkin Ara Kararı

Başvurucular; hayati tehlike içeren sağlık sorunları bulunduğu halde ceza infaz kurumunda tutulmalarının yaşam haklarını ihlal ettiğini iddiası ile Anayasa Mahkemesine 22.06.2017 tarihinde başvurmuş, kalıcı sakatlık ve ölüm tehlikesi altında olduklarından bahisle tutukluluk hallerinin tedbiren sonlandırılarak derhal salıverilmelerine karar verilmesini talep etmişlerdir3. Açlık grevinin 105’inci gününe denk gelen başvuru tarihi itibarıyla başvurucular; kilo kayıplarını, tansiyonlarındaki ve nabızlarındaki düşüşü, baş ve kas ağrıları, mide bulantısı, ağız içi yara, ışığa ve sese hassasiyet gibi belirtileri ileri sürerek tutukluluk hallerinin hayati risk oluşturduğunu iddia etmişlerdir4. Semih Özakça, Mahkemeye ayrıca, Ankara Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonu tarafından düzenlenen ve ceza infaz kurumunda bulunmasının yaşam süresini kısaltıcı etki gösterdiğini saptayan raporu da sunmuştur5.