Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Sosyolojik Hukuk Düşüncesinin Oluşumu

Bahir Güneş TÜRKÖZER

Sosyolojik hukuk düşüncesinin oluşumunu anlaşılır kılmak için, doğal hukuk düşüncesinin, 17. ve 18. yüzyılda varlığı gözlemlenen, rasyonalist eğilimlerine değinmek gerekiyor; çünkü, sosyolojik hukuk düşüncesi, doğal hukuka yöneltilen eleştirel bakış açısının ürünü olarak anlam kazanmıştır. Bu yüzyılda J.J.ROUSSEAU’nun öne sürdüğü ‘doğal yaşam hali’ne ilişkin tanımlamalar ve bu tanımlamalara yöneltilen eleştirel yaklaşımlar, yeni bir hukuk düşüncesinin yolunu açmış; Sosyolojik hukuk düşüncesi, August COMTE’un katkıları sayesinde oluşmuştur. COMTE, hukuku sosyal bir olgu olarak ele almış, hukukun gereksinim duyduğu bilgi boyutunu sosyoloji alanı içinde araştırmaya yönelmiş; ‘sübjektif hak’ kavramı yerine ‘sosyal fonksiyon’ kavramını esas alan yeni bir hukuk düşüncesine ulaşmıştır. Ona göre sosyolojinin dışında tutulmuş bir hukuk, teolojiko-metafizik bir anlayışın ürünü olarak algılanabilir; bu anlayışın açmazları ve spekülatif belirsizliği, pozitif bir aşamaya ulaşmış olan Sosyoloji Bilimi sayesinde aşılacaktır. Sosyolojik hukuk düşüncesi, COMTE, DURKHEIM ve DUGUIT’nin katkılarıyla güçlü bir sistematiğe sahip kılınmış, ‘sosyal hukuk’ nitelemesi altında, çağdaş hukuk sistemlerini derinden etkileyen sonuçlar doğurmuştur.

Doğal Hukuk, Rasyonalist Doğal Hukuk, Sosyolojik Hukuk Düşüncesi, Doğal Yaşam Hali, İnsanın Doğuştan ve Doğadan Haklara Sahip Olduğu Tezi, Sübjektif Hak, Sosyal Sözleşme, Toplumsal Yaşam Gerçekliği, Karşılıklı Sosyal Bağımlılık Olgusu, Sosyal Fonksiyon, Teoloji, Metafizik ve Pozitivizm

Sosyolojik hukuk düşüncesinin oluşumunu kavrayabilmek ve onu anlaşılır kılmak için, kaçınılmaz bir biçimde, ilk çağdan itibaren varlığı gözlemlenen doğal hukuk düşüncesine ve onun 17. ve 18. yüzyıl yansımalarını ifade eden rasyonalist eğilimlere, kısaca değinmek gerekiyor; çünkü, sosyolojik hukuk düşüncesi, doğal hukukun bütün birikimlerini dikkate almış (irdelemiş) ve ona yönelttiği eleştirel yaklaşımlar üzerinde oluşmuştur. Biz de bu çalışmamızda, doğal hukuk düşüncesine yöneltilen eleştirel boyutu öne çıkararak, sosyolojik hukuk düşüncesinin oluşumunu izlemeye çalışacağız.

Hukukun tarihsel evrimine baktığımızda, hukuka, bireysel irade dışında, geçerli, güvenilir, objektif bir dayanak (temel) oluşturmaya dönük çabalar dikkate değer bir öneme sahip kılınmıştır. Tarihsel derinlik içinde oluşturulan bu çabaların ilk ve en önemlisi kuşkusuz, antik Yunan’da varlığı gözlemlenen, ‘doğal hukuk düşüncesidir. Doğal hukuk, mutlak ve ideal bir kategoriyi temsil etmiş, akla dayalı soyut ilkeler demeti olarak anlam kazanmış, eşyanın doğasından akıl yoluyla üretilen soyut ilkeler olarak ele alınmıştır. Öncelikle ilk çağ düşünürleri tarafından fark edilmiş olan doğal hukuk, insan davranışının doğal yasalara uygunluğudur; nasıl ki fiziksel olaylar, fizik doğanın yasalarına bağlı olarak gerçekleşir ise, insan davranışları da bu anlamda, eşyanın doğasında mevcut olan doğal yasalara uygun olmak zorundadır. Doğal hukuk, aklın ulaştığı üstün değerlerin ve adalet değerinin bizzat kendisidir; bu anlamda güçlü bir etik değer boyutuna sahip kılınmış; genel-geçer bir adalet değerini, rehber düşünce olarak ele almış, bu anlamda salt ‘adalet’ idesi, doğal hukukun özünü oluşturmuştur. Doğal hukukun, değişmesi öngörülmemiş; çünkü, doğal hukukunilkeleri, insan doğası gibi, değişmez (mutlak) nitelikli (her yer ve zamanda geçerli) olduğu benimsenmiştir.Doğal hukuk, pozitif hukuka göre ideal bir ölçüt niteliği taşımış; yol gösterici, yön belirleyici bir rehber düşünce olarak anlam kazanmıştır. Doğal hukuk bütün geçerlik ve güvenirliğini (meşruiyetini), doğal hukuk ilkelerine uygunluğu ölçüsünde bulmuştur. Doğal hukuk düşüncesi ilk kez eski Yunan’da fark edilmiş (Sokrates, Platon ve Stoa Felsefesinde temellerini bulmuş), Roma da etkin bir hukuk sistemi niteliğini kazanmış ve Ortaçağ’ın etkisi altında geri plana itilmiş ve nihayet 17. ve 18. yüzyıllarda yeniden belirginlik kazanmıştır.

Ortaçağın etkisi altında doğal hukuk, tüm insanlara tanrısal irade olarak yansımıştır; özellikle Katolik hukukçular doğal hukuku, Hristiyanlığın insana ilişkin ilkeleriyle bütünleştirmek istemişler ve ona katı bir dinsel içerik kazandırmışlardır. Ortaçağın en belirgin niteliği, aklın özgürleşmesine olanak tanımamış olmasıdır; aklın, dinsel nitelikli dogmalara bağlı kılınması esası benimsenmiştir; aksi halde, Tanrıya karşı suç işlenmiş sayılacaktır. Aklın bu etkiden (baskıdan) kurtarılması, ancak Rönesans ve Aydınlanma Çağıyla birlikte mümkün olabilmiş; aklın özgürleşmesi sonucu, tüm dogmatik yapılar etkinliğini kaybetmiş ve yaşanan dünyaya ilişkin tüm sorunların, ancak özgür aklın geliştirdiği çözüm önerileri ile mümkün olabileceği düşüncesine ulaşılmıştır.