Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Ali Paşa (1815- 1861)

Galip DOĞAN

“Âli Paşa’dan sonra Osmanlı Devleti, o çapta bir devlet adamı görmedi. Ona yaklaşacak derecede başarı kazanan bile yoktur.”1 Y. Ö., s. 105.

Tanzimat’ın ‘Üç Büyükleri’nden ikincisi, Reşit Paşa’nın yetiştirmesi Âli Paşa’dır. Devrinin önemli simaları arasında yalnız o, mütevazı bir aileden gelmiş ve inanılmaz bir çabayla Sadrazamlığa kadar yükselmiştir. İlk kez Sadrazamlığa tayin edilmek istendiğinde çok genç olduğunu (38 yaşındaydı) belirterek Padişahtan kendisini mazur görmesini istemiştir. (Acaba kaç kişi bunu yapabilir?) Sadrazamlığa tayin edildikten sonra Reşit Paşa’nın konağına giderek velinimetini ‘etekledi’. O güne kadar hiç kimsenin yapmadığı bir şeydi bu saygı ifadesi. Reşit Paşa, hem memnun hem mahcup oldu. 1852’den 1871’e kadar 5 kez Sadrazam, 8 kez de Hariciye Nazırlığı yaptı. Ancak Âli Paşa’yı bir hukuk dergisinde ele alışımızın nedeni, onun 5 kez Sadrazam, 8 kez Hariciye Nazırı olması değildir. Tanzimat Devri’nin Reşit Paşa’dan sonra gelen bu ikinci adamını ele alışımızın hukuki nedenleri vardır: Bunlardan birincisi “Islahat Fermanı’nın onun gayretleriyle ilan edilmiş olmasıdır. İkincisi ise Yargıtay’ın, Danıştay’ın (ve Sayıştay’ın) onun Sadrazamlığında kurulmuş olmasının yanı sıra büyük bir uzak görüşlülükle Mecelle yerine Fransız Medeni Kanunu’nu iktibas etmeye çalışmış olmasıdır.

Âli Paşa, Avrupa’da devletlerin sınırlarını belirleyen Viyana Kongresi’nin yapıldığı 1815 yılında doğdu. Bu tarihten sonra Avrupalı büyük devletlerin (İngiltere, Fransa, Avusturya…) bütün çabası, statükonun bozulmasını önlemeye çalışmak oldu. Yalnız Avrupa’da değil, Osmanlı’da da statüko korunmalıydı. Buna ‘Doğu Sorunu’ deniyordu. Tabii burada statüko Rusya’ya karşı korunmalıydı. Çünkü “… İstanbul Batı ile Doğu arasına kurulmuş altın bir köprüdür. Batı uygarlığı bu köprüden geçmeksizin dünyanın çevresini güneş gibi dolaşamaz; bu köprüyü de Rusya ile mücadele etmeksizin geçemez…”2 İşte bu gerçeğin de farkında olan bu deha düzeyinde Tanzimat Devri devlet adamlarının bütün çabası da, bazen İngiltere ile bazen Fransa ile bazen -Kırım Savaşı’nda olduğu gibi- büyük maharetle her ikisiyle birlikte olarak Rusya’ya karşı Devlet’in bütünlüğünü korumaya yönelikti. Ancak Devlet en zor günlerini yaşamaya başlamıştı. Bir vali, ordu kuruyor ve Devlet’in ordusunu arka arkaya yenerek Kütahya’ya kadar gelebiliyordu. Devlet ekonomik bakımdan çok zor durumdaydı.