Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

İş Hukukunda “Yetki” ve “Özgürlük”

"Authority" and "Freedom" in Labor Law

Ali GÜZEL

İş ilişkisinde işçinin temel hak ve özgürlüklerinin korunması, doğal olarak, işverenin yönetim yetkisi ile işçinin özgürlüğünü karşı karşıya getirmektedir çünkü, çalışma yaşamındaki dönüşüm, işçinin sahip olduğu temel hak ve özgürlükleri, işverenin yönetim yetkisine terk etmiştir: Bir yandan, işçinin kişisel (özel) yaşamı ile çalışma yaşamı arasındaki sınır belirsizlik kazanmış, öbür yandan işverenin yetkileri olabildiği ölçüde genişlemiştir. Bu nedenledir ki, günümüzde, iş hukukunun, işçiyi korumak amacıyla, işverenin yetki ve otoritesini düzenleme, denetleme ve sınırlama yönündeki temel işlevi, herkesçe kabul edilen bir gerçeğe dönüşmüştür.

Temel Hak ve Özgürlükler, İş Hukuku, İşverenin Yönetim Yetkisi, İşçinin Özgürlüğü, İşçinin Korunması.

The protection of fundamental rights and freedoms of employees creates a conflict between the employer's management power and the freedom of the employee; since with the evolution of professional life, rights and freedoms of the employee are given under employer's authority. The boundaries between private (personal) and professional life of employee have become uncertain, and on the other hand, employer's management power has developed to the greatest extent possible. Therefore, today the essential function of the labor law, which is regulating, controlling and limiting employer's authority in order to protect the employee, became a fact admitted by everyone.

Fundamental Rights, Labor Law, Employer's Management Power, Freedom of the Employee, Protection of Workers.

1. İncelemenin başlığında yer alan “yetki” sözcüğü, işverenin yönetim yetkisini, “özgürlük” ise, işçinin kişilik hakları ile temel hak ve özgürlükleri anlamındadır. “Yetki” ile “özgürlük” sözcükleri yan yana geldiğinde; bir çatışmayı, bir zıtlığı ve genel bir uyumsuzluğu çağrıştırırlar. Otoriter siyasal rejimlerde, anılan sözcüklerin yan yana gelmesi dahi istenmez, asıl olan yetki ya da otoritedir. Öğretide isabetle ifade edildiği gibi, “demokrasi”, özde hukuk ilke ve kurallarının oluşturduğu bir yapıdır. Hukuk normu, yetki ya da otoritenin sınırlanmasının etkin bir aracıdır1. Nitekim, temel hak ve özgürlükleri güvenceye kavuşturan anayasal normların gelişimi, esas olarak, 17-18. yüzyıllarda Batı ülkelerinde, siyasal gücü, hukuk kurallarıyla sınırlayıp, bireyin bu iktidar karşısındaki hak ve özgürlüklerine belirli bir güvence oluşturma yönündeki mücadelenin bir sonucudur. Söz konusu bu koruma da, esas olarak, siyasi iktidarın yetkilerini keyfilikten arındırmak ve bireye de, bu yetkinin müdahale edemeyeceği özgür bir alan tanımak biçiminde somutlaşır2.

2. İş hukukunun tarihsel gelişim süreci de bu saptamanın çok önemli bir kanıtıdır. Örneğin, işçilerin sendikal hak ve özgürlükleri, tüm dünya ülkelerinde uzun süre tanınmamış, yasaklanmıştır. 19. yüzyılın ortalarından itibaren ve sanayileşme sürecine koşut olarak, işçilerin çetin mücadeleleri sonucu, anılan özgürlükler sanayileşmiş ülkelerde bu yüzyılın sonlarından itibaren ancak tanınmaya başlanmıştır. Ülkemizde ise bu süreç, çok daha geç bir tarihte, 1947 tarihli ve 5018 sayılı Kanunun çok sınırlı düzenlemesi ayrık tutulursa, gerçek anlam ve boyutuyla 1961 Anayasası ve buna dayanılarak çıkarılan 274 ve 275 sayılı Yasalar ile tanınmış; 1982 Anayasası, 2821 ve 2822 sayılı Yasalar ve nihayet 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ile bu süreç devam etmiştir3.

3. İş hukuku tarihinin bize öğrettiği diğer çarpıcı bir gerçek, kolektif özgürlüklerin, göreceli olarak daha erken bir tarihte düzenlenip, yaşama geçirilmiş olmasına karşın, işçinin kişilik hakları ile diğer temel hak ve özgürlüklerinin, hayret edilecek bir biçimde, çok geç bir tarihte, ancak 1980’li yıllardan itibaren başlayan değişim ve dönüşüm ile işçinin her şeyden önce bir insan, bir yurttaş olduğunun farkına varılmaya başlanmış ve işçinin de her insan için var olan temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu kabul edilmiştir. Anayasa, Medeni Kanun ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde yer alan kişiliğin korunmasına, bu bağlamda temel hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemeler, kişilerin, “kişi” olmalarından ötürü, devletin ve tüm bireylerin saygı göstereceği hakları içermektedir. İşçi de, bir insan (ve yurttaş) olması sıfatıyla, anılan hak ve özgürlüklerin öznesidir. Ne var ki, işçi, bir insan, bir yurttaş olarak sahip olduğu bu hak ve özgürlükleri, bağımlılık ilişkisi içinde çalıştığı işyerine de taşımak durumundadır. İş hukukunun barındırdığı temel çelişki de bu noktadır: Bir insan ve bir yurttaş olarak temel hak ve özgürlüklere sahip, yani özgür bir insanı, çıkarları birbirine zıt diğer bir hukuk süjesinin otoritesi altına sokmaktadır. Bu gerçekler, genel ve klasik eğilimin tersine dönmesine yol açmış; işverenin yetkilerinin (yönetim, normatif ve disiplin yetkileri), işçinin temel hak ve özgürlüklerine saygı gösterildiği ölçüde kullanılabileceği kabul görmeye başlamıştır4. Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının tanınmış olması ve Yüksek Mahkemenin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, dinamik yorum metodu aracılığıyla, özgürlükleri geniş yorumlayan içtihadını titizlikle dikkate alması, belirtilen yöndeki gelişmeyi pekiştiren çok önemli bir olgu olarak dikkati çekmektedir.