Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Yargılamanın Bir Bütün Olarak Dürüstlüğü

The Integrity of the Proceedings as a Whole

Ersan ŞEN


İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, hukuka aykırı şekilde toplanmış delillerin kabulünün; soyut, yani “in abstracto/mücerret” biçimde reddedilmesi gerektiği kanaatinde değildir. Ancak iç hukuk hükümlerine bırakılan bu takdir ve değerlendirmenin, “yargılanmanın bir bütün olarak dürüst olup olmadığı” hususunun tayini bakımından olası bir kaçınma hali öngördüğü kabul edilemeyecektir. Delil değerlendirme yasakları yönünden Türk Hukuku’na göre daha az koruma sağlayan Mukayeseli Hukuk dikkate alındığında; İHAM’ın sorumluluk sahasının tüm taraf devletlerin delil değerlendirme usullerini gözeterek, iç hukuka müdahale teşkil edecek nitelikte ortak bir payda sunması ve uluslararası düzlemde kabul görmeyecek bu tür bir tabiiyet anlayışını gözetmesi beklenemeyecektir.

Delil Değerlendirme Yasakları, “Yargılamanın Bir Bütün Olarak Dürüstlüğü” Kavramı, Hukuka Aykırı Yol ve Yöntemlerle Elde Edilen Delillerin Kabul Edilebilirliği, Demokratik Hukuk Toplumunun Gerekleri.

The European Court of Human Rights, is not in the opinion of abstract “abstracto” necessity of rejection of the admissibility of evidence gathered in violation of the law. But, this discretion and evaluation left to the provisions of domestic rule of law shall not be considered as probable avoidance in determining “the integrity of the proceedings as a whole” as an issue. Taking into consideration the Comparative Law ensuring lesser protection in the assessment of evidence compared to the Turkish Law regarding the prohibitions of evidence evaluation: the ECHR, considering the evidence assessment procedures of party states of area of responsibility, cannot be expected to present a common ground in nature to constitute interference in domestic rule of law and such nationality approach which shall not be accepted internationally.

The Prohibitions of Evidence Evaluation, The Concept of “The Integrity of the Proceedings as a Whole”, The Acceptability of Evidence Obtained by Illegal Means and Methods, The Requirements of a Democratic Constitutional Society.

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinde güvence altına alınan dürüst yargılanma hakkı, delillerin hangi şartlarda kabul edilebileceğine dair usul belirlemediğinden, delil değerlendirmesine yönelik takdirin öncelikle iç hukuk hükümleri uyarınca takdir ve tayin edileceği bilinmektedir. Hukuka aykırı yol ve yöntemlerle toplanan deliller hususunda İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), yargılamanın bir bütün olarak dürüst seyrini ve hakkaniyete uygunluğunu gözetmektedir.

İHAM, hukuka aykırı şekilde toplanmış delillerin kabulünün; soyut, yani “in abstracto/mücerret” biçimde reddedilmesi gerektiği kanaatinde değildir. Ancak iç hukuk hükümlerine bırakılan bu takdir ve değerlendirmenin, “yargılanmanın bir bütün olarak dürüst olup olmadığı” hususunun tayini bakımından olası bir kaçınma hali öngördüğü kabul edilemeyecektir. Delil değerlendirme yasakları yönünden Türk Hukuku’na göre daha az koruma sağlayan Mukayeseli Hukuk dikkate alındığında; İHAM’ın sorumluluk sahasının tüm taraf devletlerin delil değerlendirme usullerini gözeterek, iç hukuka müdahale teşkil edecek nitelikte ortak bir payda sunması ve uluslararası düzlemde kabul görmeyecek bu tür bir tabiiyet anlayışını gözetmesi beklenemeyecektir. İHAM; hukuka aykırı delillerle ve yasak delillerin yargılamaya etki derecesinin gözetilmesinde, aynen tutuklamanın hukukiliğinde “yeterli şüphe” şartı ve temyiz aşamasında devam eden tutukluluğun azami tutukluluk süresinden mahsup edilmeyeceği tespitlerinde yaptığı gibi kendi dar görüşünü ortaya koyabilir, fakat bu iç hukukun daha üstün koruma sağlayan kurallarının gözardı edilmesine kaynak olamaz. Çünkü İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 53. maddesinde, iç hukuk kuralları ile tanınan daha üstün korumanın yok sayılamayacağı ve kapsam dışı bırakılmayacağı ifade edilmiştir.

İHAM, hukuka aykırı deliller konusunda işkence ve kötü muamele yöntemleri ile elde edilen delilleri reddetmekte, fakat iç hukukumuzdan farklı olarak diğer hukuka aykırı delil toplama yöntemlerini bir bütün olarak yargılamanın dürüstlüğünün ihlali ile sınırlı incelemektedir ki, “bariz takdir hatası” ve “açık keyfilik” gibi soyut ölçütleri kullanmaktadır. Anayasa Mahkemesi de benzer inceleme yolunu izlemekte, yerel mahkeme ve olağan kanun yolu olmadığını, yargı ombudsmanı olarak da hareket edemeyeceğini, bu nedenle de hukuka aykırı delillerin tespiti ve karara etkisine mesafeli olacağını, Anayasa m.38/6 ve İHAS m.6 ve 53’e aykırı olarak benimsemiştir. Oysa Anayasa Mahkemesi; İHAM’dan farklı ve iç hukuka daha yakın bir yüksek mahkeme olup, dürüst yargılanma hakkını bozduğunu tespit ettiği noktalara, bu çerçevede hukuka aykırı delilleri kullanma yasağına karşı sessiz kalamaz. Hukuka aykırı deliller, geniş manada delillerin değerlendirilmesi gibi görülse de, esasında Ceza Muhakemesi Kanunu m.206/2-a uyarınca delilin reddi, yani yargılamada kullanılıp kullanılamayacağı ile ilgili bir meseledir. Bu konuda Anayasa Mahkemesi, kendisini İHAM’dan daha farklı ve üstün bir yere koymalıdır. Aksi halde; Anayasa m.38/6’ya ve İHAS m.6’ya, esas olarak da İHAS m.53’e rağmen, hukuka aykırı delilleri kullanma yasağı gözardı edilmeye, en önemlisi de bu konunun delilleri değerlendirme kalıbı içine sığdırılmaya çalışılmasına devam edilecektir. İnsan hak ve hürriyetlerinin koruyucusu olana Yüksek Mahkeme, böyle hatalı bir anlayışa izin veremez.