Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Türk Hukukunda İmkânsızlık ve Aşırı İfa Güçlüğü Kurumlarının Karşılaştırılması

Gökçe KURTULAN

Sözleşmeler hukukunun temelinde yatan irade özerkliği ilkesi, tarafların kural olarak özgürce sözleşme yapabilmesi serbestisinin yanı sıra, tarafların yaptıkları bu sözleşmeyle bağlı olmasını, başka bir deyişle ahde vefayı da gerektirir. Ancak zamanla gelişen imkânsızlık ve işlem temelinin çökmesi öğretileri ile bu ilkenin katılığı yumuşatılmış, sözleşmelerin her zaman taahhüt edildiği gibi ifa edilmeyebileceği kabul edilmiştir. Her ne kadar iki kurum da sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan ve sözleşmenin ifasını tehlikeye düşüren olgular üzerine kurulmuş olsa da, aslında iki kurumun kapsamlarının, şartlarının ve sonuçlarını farklı olduğu görülmektedir. Buna karşılık, fiili imkânsızlık, sübjektif imkânsızlık ve tartışmalı olmakla birlikte ekonomik imkânsızlık kavramları üzerinden gittikçe sınırları genişleyen imkânsızlık öğretisinin birtakım işlem temelinin çökmesi hallerini, özellikle ifa güçlüğünü de kapsamına alacak şekilde yorumlanması sonucunda iki kurum arasındaki ayrım giderek silikleşmiştir. Bu makalede, iki kurum arasındaki ayrımın neden daha keskin bir şekilde yapılması gerektiği sorusu özellikle hukukun ekonomik analizi ve mukayeseli hukuk yöntemleri vasıtasıyla incelenmiş, kurumların şartları ve sonuçları bakımından birbirinden ayrılması gerektiği ortaya konulmaya çalışılmıştır.

İmkânsızlık, Aşırı İfa Güçlüğü, İşlem Temelinin Çökmesi, Ekonomik Analiz, Değişen Koşullar, Uyarlama, Yeniden Müzakere Ödevi, Ahde Vefa.

The principle of party autonomy, which is the central principle of contract law, does not only grant the parties the right to contract freely but also require them to respect it. It is therefore apparent that the principle of party autonomy and pacta sunt servanda are closely correlated. However, this fundamental principle has been subject to certain attempts for moderation for a long time, precisely the doctrines of impossibility and changed circumstances. Even though both doctrines are built upon the case of changed circumstances after the conclusion of the contract which jeopardizes the performance of the obligation as promised, they differ from each other at many levels, such as their scope, conditions and most importantly consequences. With the ever-extending scope of the notion of impossibility following the emergence of doctrines such as practical impossibility, subjective impossibilty and economic impossibility, the line between the doctrines of impossibility and changed circumstances, especially in the case hardship, has gradually become indistinct. This Article aims at showing the necessity to make a more rigid distinction between two institutions while comparing the conditions and consequences thereof.

Impossibility, Hardship, Changed Circumstances, Rebus Sic Stantibus, Adaptation of the Contract, Law and Economics, Renegotiation of the Contract, Pacta Sunt Servanda.

GİRİŞ

Roma hukukundan beri sözleşmeler hukukunun merkezine oturtulan temel kuralın ahde vefa (pacta sunt servanda) olduğu konusunda kuşku yoktur. Temelleri öğretide uzun yıllar boyunca farklı yerlerde aranan bu ilkeye göre bir sözleşme, borçlanıldığı gibi ifa edilmelidir1. Dayandığı temel ne olursa olsun, ahde vefa ilkesi aynı zamanda pozitif hukukun da merkezi bir kavramıdır2. Ancak zamanla, olağanüstü öneme sahip bu temel kuralın da bazı istisnalarla ‘yumuşatılması’ söz konusu olmuştur. Genellikle, anında ve ani ifanın söz konusu olduğu sözleşme ilişkilerinde ahde vefa ilkesinden sapmak ne gerekli ne de mümkündür. Buna karşılık modern ekonomilerde, sözleşme ilişkilerinin çok çeşitlendiği görülmekte, uzun vadelerin söz konusu olduğu ve/veya uzun bir süreye yayılmış edim yükümlülüklerine yer verilen sözleşmelerle çok daha sık karşılaşılmakta ve buna paralel olarak da sorunlar ve aranan çözümler de artış göstermektedir. Bu çözümler arasında yer alan ve söz konusu çalışmanın konusunu oluşturan kurumlar, temellerini Roma hukukunda bulan imkânsızlık3 ve tartışmalı olmakla birlikte daha yeni bir çözüm olan aşırı ifa güçlüğü kurumlarıdır4.

Her ne kadar aşırı ifa güçlüğü ve imkânsızlık halleri hukukumuzda iki farklı kurum olarak düzenlenmiş olsa da, imkânsızlık kavramının geniş yorumlanması sonucunda bu kurumun ifa güçlüğü hallerini de kapsayabileceği görülmektedir. İşte bu çalışmanın amacı, bahsi geçen iki kurumun şartları ve sonuçları itibarıyla karşılaştırılması ve bunun sonucunda bu iki kurumun birbirinden kesin olarak ayrılmasının mümkün ve gerekli olup olmadığının değerlendirilmesidir.

I. HUKUKİ SORUNUN TESPİTİ

Yukarıda açıklandığı üzere, imkânsızlık ve aşırı ifa güçlüğü kurumlarının teorik açıdan önemi ahde vefa ilkesine bir istisna teşkil etmelerinden kaynaklanır. Pratik açıdan bakıldığında ise, aşırı ifa güçlüğü ve imkânsızlık hallerinde aslında sözleşmenin yapıldığı esnadaki koşulların önemli ölçüde değişmesi üzerine artan edim maliyetine ilişkin riskin sözleşme taraflarından hangisine tahsis edildiğinin Kanun tarafından belirlenmesinin (kanuni risk tahsisinin) söz konusu olduğu görülmektedir5. Sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan bir olgunun karşılıklı edim dengesini değiştirmesi ve edimlerden birinin ifa maliyetini yükseltmesi durumunda, buna hangi tarafın katlanacağına karar verilmesi temel olarak üç şekilde mümkün olabilir. Bunlardan ilki, ahde vefa ilkesinin katı bir şekilde yorumlanması sonucunda sözleşmenin kurulmasından sonra meydana gelen risklerin tamamen borçlu üzerinde bırakılması seçeneğidir. Kanuni risk tahsisi ikinci olarak, kusursuz imkânsızlıkta olduğu gibi6 alacaklı aleyhine yapılabileceği gibi7, üçüncü bir yol olarak aşırı ifa güçlüğünde uyarlama seçeneğinin mümkün olduğu hallerde olduğu gibi borçlu ve alacaklı arasında riskin paylaştırılması şeklinde de yapılabilir8.