Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Devletler Hukukunda Terörizme Karşı Kuvvet Kullanma

Use of Force in State Law Against Terrorism

Bu çalışma güç ve hukuk bir ilişkiye girdiğinde adalet perspektifi açısından hukukun başına neler gelebileceğinin yansımalarını çözünürlüğe kavuşturma çabası içindir. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, soğuk savaş döneminde yapılan uluslararası hukuk çalışmaları çok daha verimli, ilerici, insancıl ve demokratikti. Uluslararası hukuk aşınmışsa ihlal edilmiştir, ihlal edilmişse bütünüyle ihlal edilmiştir ve gelişmeye yönelik hevesi de kırılmıştır. Antonio Cassese Devletler Hukuku kitabında ABD’nin 11 Eylül sebebiyle gösterdiği reaksiyonları su cümlelerle değerlendirmiştir: "11 Eylül’de yaşanan korkunç trajediye bir karşılık vermek gerekirse bu makul tedbirler ölçüsünde olmalıdır, bu tedbirler mümkün olabilecek en müşterek temelde olmalıdır, uluslararası cemiyetin genelinin kabul ettiği prensiplerle çatışmamalıdır. Aksi takdirde uluslararası cemiyetin teröristlerce takip edildiği anarşik bir yolun kapılarının açılmasına sebebiyet verilebilir".

Jack Donnely terörizm konusunda kuvvet kullanma yaklaşımını "iyi ya da kötü olsun, anti-terörizm insancıl müdahale kapsamında ele alınmamalıdır, çünkü yıllar içinde dünyada kötülükler çok değişik formlarda ortaya çıkıyor ve biz bunları önlemek için yıllarca birçok yasal düzenlemeler ve politikalar ürettik. Ulusal ve uluslararası insan hakları için sonuçları büyük bir ihtimalle olumsuz olacaktır. Genel olarak bu olaylar ne kadar korkunç olsa da uluslararası ilgilerini daha önemli konulardan bu konuya çekmek daha kötü sonuçlar doğuracaktır. Bu bizi yaşadığımız çağdaş dünyada soykırım, yoksulluk, açlık, sistematik kötü politikalar, insan hakları ihlallerinden uzaklaştıran başka trajedilere yol açacaktır." şeklinde ifade etmiştir.

Bill Bowring’e göre teröre karşı devletlere karşı tek taraflı kuvvet kullanmanın meşru müdafaa içerisinde değerlendirilmesi "uluslararası hukukun bir bataklığa sürüklenmesi" anlamına gelmektedir.

Terörizm, Kuvvet Kullanma, BM Güvenlik Sistemi, Meşru Müdafaa, Devletler Hukuku.

This essay is an attempt at reflection on what has befallen the law, and at resolution of the question of whether law and power can once again be brought into a relationship in which there is a perspective for justice. I say since it is contended here that the development of international law during the Cold War was, for reasons which are entirely democratic, progressive and humane. Antonio Cassese has evaluated the reaction of USA after 11 September in his International Law book as "In sum, the response to the appalling tragedy of 11 September may lead to acceptable legal change in the international community only if reasonable measures are taken, as much as possible on a collective basis, which do not collide with the generally accepted principles of that community. Otherwise the road will be open to the setting in of that anarchy in the international community so eagerly pursued by terrorists. Donnelly described his opinion against terrorism as "Anti-terrorism whether good or bad, is not humanitarian intervention. There are many different forms of evil in the world for which we have developed different international legal norms and political practices. Appalling as these events were, it would be a further tragedy if important and widespread moral and humanitarian concerns such as malnutration, grinding poverty, genocide, pervasive repression, systematic political misrule, and the regular indignities and human rights violations that most people suffer daily in most of the contemporary world".

According to Bowring by using force against terrorism ‘International Law has certainly been dragged through the mire’.

Terrorism, Self-Defense, Use of Force, UN Security System, International Law.

GİRİŞ

Toplumlar arasında ortaya çıkan şiddet, uyuşmazlık devletler arası sorunlara dönüştüğünde devletlerin bunları karşılıklı diplomasi içinde çözebilmeleri kimi zaman mümkün olamamıştır. Tarih boyunca devletler bu uyuşmazlıkları çözmek için kuvvet kullanma yoluna gitmişlerdir. BM dönemine kadar olan süreçte kuvvet kullanmak devletler için bir hak olarak kabul edilmekle birlikte yine de bazı koşulların varlığı aranmıştır. Haklı savaş, en geniş anlamıyla batı kültüründe siyasal amaçlar doğrultusunda zor kullanımının ne zaman haklı görülebileceğini belirlemeye, haklı durumların varlığında bile kuvvet kullanmanın sınırlarını belirlemeye çalışan tüm düşünce ve pratikleri kapsamaktadır.1 Haklı savaş 1530’lu yıllar İspanyasında konuşulmaya başlamıştır. Bu dönemde Fransisco Suarez, De Vitoria ve Hugo Grotius gibi yazarlar çalışmalarıyla haklı savaş kuramına önemli katkılarda bulunmuşlardır. Machiavelli, Hobbes ve Clausewitz gibi yazarlar devletin amaçlarına ulaşması ve bekası için savaşın kaçınılmaz bir araç olduğunu savunmuşlardır. Uluslararası hukukun kurucularından Hugo Grotius, "De Jure Belli Ac Pacis"(Savaş ve Barış Hukuku) adli kitabında haksız bir saldırı karşısında savunmasız kalmanın Tanrısal bir buyruk olmadığını öne sürerek, savaşın kutsal hukuka da aykırı olmadığını söylemiştir.2 Vitoria da Ortaçağ’da "imparatorluğun topraklarını genişletme isteği, prensin kişisel çıkarı veya san-şeref elde etme arzusu da bir savaşın haklı nedeni olamaz" diyerek haklı savaşın hangi kapsamları içerdiğine dair hükümler ileri sürmüştür.3 Suarez’e göre devletin üzerinde başka bir güç yoktur ve kimsenin yargısına boyun eğmek zorunda değildir, dolayısıyla kendi kendisinin yargıcıdır.4 Machiavelli için en öncelikli sorun devletin bekası olduğundan, savaş da prensin yani siyasal otoritenin amaçlarına ulaşabilmek için gerekli bir araçtır.

Netice olarak tarihsel olarak değerlendirildiğinde kuvvet kullanımının yasaklamasına ilişkin hukuk kurallarının varlığı yenidir. Ancak tarih boyunca silahlı çatışmaları düzenleyen jus in bello kuralları daha fazla gelişmiş, kuvvet kullanmayı düzenleyen jus in bellum kuralları daha zayıf kalmıştır. 1920’de Milletler Cemiyeti Misakı, 1928’de Briand-Kellog Paktı kuvvete başvurma konusunda ilk düzenlemeleri yapmış, 1945 yılına kadar devlet uygulamaları ile örf adet kuralı haline gelmiştir. 1945 yılında BM Antlaşması ise bu konuda en kapsamlı düzenlemeyi yapmış, kuvvet kullanmanın yasaklandığı hükümler getirilmiştir. Kuvvet kullanma 51. maddede belirtilen istisnai durumlar dışında yasaklanarak jus cogens haline gelmiştir, BM ile oluşturulmaya çalışılan ortak güvenlik sistemi ile kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Ancak zaman içinde ortaya çıkan ve öngörülemeyen tehditler ortaya çıkmış, geleneksel Devletler hukukunun süjeleri dışında aktörler bu çerçevede tartışma konusu olmuştur. Devlet merkezli bir paradigma ile vücuda getirilen BM sistemi içinde bu devlet dışı aktörlerin yarattığı terörizm karşısında nasıl bir değerlendirme yapılacağı konusu uluslararası hukukun tartışma konusu haline gelmiştir. Terörizme karşı kuvvet kullanma uluslararası hukuka uygun mudur, genişletilmiş yorumlar mı değerlendirmede faydalı olacaktır soruları 11 Eylül’den sonra devletler hukukunun tartışma gündemine oturmuştur.

I. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ORTAK GÜVENLİK SİSTEMİ

BM Antlaşması’nın 2. maddesinin 4. Paragrafında önce ilke olarak bir üye devletin başka bir üye devletin ülke bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına karşı kuvvet kullanması veya BM Antlaşması’na aykırı diğer herhangi bir tarzda kuvvet kullanması yasaklanmaktadır. Bu sistemde üye devletler BM Güvenlik Konseyi lehine kuvvet kullanmaya ilişkin yetkilerinden vazgeçmişlerdir. Kuvvet kullanmayı yasaklayan ilke bugün artık devletlerarası bir teamül hukuku haline gelmiştir. Bu ilkeye göre devletler, meşru müdafaa ve BM kararlarını yerine getirme amacı dışında kuvvet kullanamazlar. Dünya barışını koruma görevi ve kuvvet kullanma tekeli Güvenlik Konseyine verilmiştir. Güvenlik Konseyi dünya barışının bozulduğu veya saldırı fiillerinin meydana geldiği hallerde, bunları tespit ederek yerine göre silahlı kuvvetin kullanılmasını ve çeşitli zorlama tedbirlerini kararlaştırabilir. Her ne kadar BM Antlaşması’nın 43. maddesine göre Birleşmiş Milletlerin bu yaptırım gücünü yerine getirebilmesi için bütün üye devletlerin ikili antlaşmalar ile BM’e askeri kuvvet tahsisi öngörülse de üye devletler bu gibi durumlarda kendi milli menfaatlerini göz önüne alarak hareket ederler. BM’in kuruluş döneminde BM tarafından güç kullanılmasını mümkün hale getirme çabaları 1992’de Genel sekreter Butros Gali tarafından yapılan girişimle gündeme getirilmiştir.5 Gali 18 Haziran 1992’de Güvenlik Konseyine sunduğu raporda ‘Daimi BM Askeri Gücü" oluşturulması ve çatışma çıkması olası bölgelerde önceden müdahale edilmesini öngörmüştür ancak bu girişim olumlu sonuç vermemiştir6. BM Antlaşmasının 39/1 maddesine göre ‘barışın tehdit edildiğini, bozulduğunu veya bir saldırı eyleminin gerçekleştiğini tespit" ve bu tehdit ve saldırı karşısında ne tur önlemler alınacağı konusunda tavsiyede bulunma yetkisi Güvenlik Konseyine verilmiştir.