Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

İslam Aile Hukukunda Kadın Hakları Açısından Sünni ve Şia Doktrinleri Arasındaki Temel Farklar

The Main Differences Between Sunni and Shia Doctrines in Islamic Family Law in Terms of Women’s Rights

Sünni ve Şii mezhepler arasında özünde büyük ayrılıklar bulunmamaktadır. İki mezhep arasında önemli birkaç uyuşmazlık olmakla birlikte, asıl farklılık ayrıntılara ilişkin bazı hususlarda ortaya çıkmaktadır. Şii hukuk kavramı, Sünni hukuk kavramından daha otoriter ve sosyal gerçeklikten daha uzaktır. Sünni ve Şii mezhepleri arasında kadın hakları açısından en önemli farklardan biri, mut’a nikâhının Şii mezhebince tanınmış olmasıdır. Şii hukukunda talâk, Sünni hukuktan daha sıkı şekli şartlara tabi kılınmıştır. Şii miras hukukunda kadınlar, Sünni hukuktan daha avantajlı bir konumdadır.

Kadın, Sünni Hukuk, Şii Hukuk, Mut’a Nikâhı, Talâk, Hul, Adli Boşanma, Hıdâne Hakkı.

There are essentially no big major differences between Sunni and Shia sects. Despite the fact that there are few important disaggreements between two sects, the main difference occurs in some points with regard to the details. The concept of Shia law is more authoritarian than the concept of Sunni law. Besides, it is less compatible with the social reality. One of the most important differences in terms of women’s rights between two sects is the recognition of mut’a marriage by Shia sect. Talaq in Shia law is subject to more strict formal requirements than Sunni law. Women in Shia inheritance law are in a much more advantageous position than Sunni law.

Woman, Sunni Law, Shia Law, Mut’a Marriage, Talaq, Khul’, Judicial Divorce, Right of Custody.

A. GENEL OLARAK

Sünni kelimesi etimolojik olarak sünnet kelimesiyle aynı kökten gelmiş olup, Ehli Sünnet kelimesinin kısaltılmış biçimidir. Ehli Sünnet terimi, yaptığı işleri Hz. Muhammed’in verdiği hükümlere ve koyduğu kurallara göre düzenleyen kişileri ifade etmektedir. Şia kelimesi ise Arapça’da şe-ye-a kökünden türemiş olup, “fırka, yandaş, yardımcı, bir kimseye uyan ve yardımcı olan” manalarına gelen bir ifadedir. Terim, Hz. Muhammed’in damadı Hz. Ali’ye bağlı olan Müslümanlardan oluşan bir kesim tarafından ilk kez kullanılmıştır. Ancak bu bağlılık ne Hz. Muhammed’in ne de dördüncü halife Hz. Ali’nin ölümünden sonra herhangi bir yasal hareket biçimini almıştır. Halifeliğin Dört Halife Döneminden sonra Emevilere geçişi ve Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin’in Kerbela’da öldürülüşü resmi Şia’nın oluşumunda önemli bir rol oynamıştır. Bu inanç, Kerbela’da Hüseyin’in öldürülüşünün tutkulu bir biçimde hatırlanmasını canlı tutmuş, “imam” kurumunu yaratmış ve Sünni mezhebinden farklı bir biçimde teolojiyi ve hukuku yorumlamıştır.1

Sünni ve Şia hukuk teorileri arasındaki en önemli fark Şiilerce geliştirilen “imam” doktrinidir. Sünni doktrine göre Müslümanların lideri, kelime anlamı itibariyle Hz. Muhammed’in halefi anlamına gelen “halife”dir. Halife sadece dini meselelerde Şeriatı izlemek zorunda olduğu için dini liderden daha çok “fani” bir yöneticidir. Halifeliğe seçilebilmek için belirli niteliklere sahip olması gereken halife, görevlerini hukuka uygun bir biçimde yerine getirdiği sürece halifelik makamında kalabilir. İslam hukuku bilgini Hayreddin Karaman, Sünni doktrindeki "imam" anlayışını şöyle açıklamaktadır: "İslam’da devlet başkanı hiçbir salahiyetini Allah'tan devralmamıştır, hiçbir ilahi sıfat ve yetkiye sahip değildir. O, ümmetin diğer fertlerinden birisidir. Onu başkanlık makamına getiren ve belli sınırlar içinde ona salahiyet bahşeden, ümmettir yahut onun temsilcileridir. Seçenler, onu murakabe etmek ve gerektiği zaman azletmek salahiyet, hatta vazifesine maliktirler."2 Ancak “önde giden, lider” anlamına gelen “imam” kavramı Şiiler arasında tamamıyla farklı bir anlama sahiptir. İmam yeryüzündeki hukukun nihai yorumcusudur. İmam halkın oylarıyla seçilen bir lider olmayıp, Hz. Muhammed’in veya daha ziyade Hz. Ali’nin ardgeleni olması hasebiyle Tanrı tarafından görevlendirilmiştir. Şiilik mezhebinin Zeydîlik gibi kimi kollarında imam sadece bir insanken, On iki İmam Şiası’nda (İsna Aşeri) imamın içine Tanrı’dan bir parçanın, tanrısal bir nurun girdiğine inanılmaktadır.3

“İmâmiyet”in niteliğine ilişkin fikir ayrılıkları Şia mezhepleri arasında bölünmelere neden olmuştur. Şiilik, imamın Hz. Ali’nin ardgelenlerinin arasından seçilmesi gerektiğini savunan Zeydîliğin yanı sıra “On iki İmam” ve “Yedi İmam” Şiası (İsmailîler) olmak üzere ikincil mezheplere ayrılmıştır. Bu bölünme, altıncı imam Cafer es-Sâdık’ın ölümünden sonra meydana gelmiştir. On iki İmam Şiası imam Musa Kazım’ı, İsmailîler ise Musa Kazım’ın büyük erkek kardeşi İsmail’i desteklemişlerdir. Şiilerin büyük bir bölümü –ki bu çoğunluğu On iki İmamcılar oluşturmuştur ve hâlâ öyledir- 874 yılında on ikinci imam Hasan el-Askeri’nin ortadan kayboluşuna kadar imam Musa Kazım ve ardgelenlerinin destekleyicileri olmuşlardır.4 İmam Muhammed’in kayboluşundan bu yana başka bir imam seçilmemiştir. Çünkü imam Muhammed’in kaybolması onun yok olduğu biçiminde yorumlanmamıştır. Ruhunun hâlâ cemaatiyle olduğuna inanılmaktadır. İmamın gıyabiliği ve onun günahla dolu bir dünyaya adalet ve doğruluğu yaymak için mehdi (mesih) olarak geri döneceği doktrini On iki İmam Şiası’nın inanç sisteminin temelini oluşturmuştur. Hukuk ve inancın temel ilkeleri, imamın yokluğu sürecince imamın temsilcileri olarak hareket eden “müçtehitler” tarafından yorumlanmaktadır.5