Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Uluslararası Hukukta
 Koruma Sorumluluğu Çıkmazı

Emir Abbas GÜRBÜZ

Koruma Sorumluluğu, 1990 öncesi iki kutuplu dünya şartlarına göre oluşmuş mevcut hukuk normları­nın, günümüzün tek kutuplu dünyasında ortaya çıkan insan hakları ihlâllerini çözmekte yeterli olmadığı gerekçesiyle ortaya atılmış bir doktrindir. Doktrinin temel amacı, yaygın insan hakları ihlâlleri yaşanan bir ülkeye BM Güvenlik Konseyi’ni müdahaleye zorlayacak hukuki temeli sağlamak, tıkanması durumunda ise konsey kararı olmadan müdahalenin önünü açmak ve sözkonusu ülkedeki insan hakları ihlâllerine son verip barışı tesis etmektir. Ancak bu doktrin devletlerin egemen eşitliğinin doğal bir sonucu olan iç işlerine karışma yasağı ve devlet dokunulmazlığı gibi temel kurallar ile çelişmektedir. Ayrıca müdahale kavramının geniş tanımı sebebiyle kuvvet kullanma yasağı gibi BM Şartı’nın temel kurallarını ihlâl etmektedir. Bütün bu çelişkilere rağmen doktrinin savunucuları, devlet güvenliğini her şeyin üstünde gören geleneksel anlayışın günümüz ihtiyaçlarına cevap vermediği dolayısıyla insan güvenliğini, devlet güvenliğinin önüne geçirecek şekilde düzenlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Söz konusu çalışma, belirtilen tartışmalar ışığında Koruma Sorumluluğunun tarihsel gelişimini, kapsamını ve uluslararası hukukta yarattığı çıkmazları irdelemektedir.

Koruma Sorumluluğu, İnsancıl Müdahale, BM Güvenlik Konseyi, Devlet Egemenliği, Kuvvet Kullanma Yasağı, İçişlerine Karışmama İlkesi.

Doctrine of Responsibility to protect proposed to supply the deficiency of cold war era norm which are not able to solve problems in modern international law. Main purpose of the doctrine is to force UN Security Council to intervene and provide peace to a region where widespread human rights violations are committing. Additionally, doctrine assumes legitimating a military intervention to problem area without consulting UN Security Council Resolution when UN Security Council failed to fulfil her duties. However, R2P runs contrary to fundamental principles of law, such as state sovereignty and principle of non-intervention. Moreover, because of extensive interpretation of the term “intervention”, doctrine is in contradiction with the main principles of UN Charter like prohibition of use of force. Nonetheless, defenders of R2P criticizing the traditional approach to state sovereignty and they assert that human security should be counteractive to the state security in case of excessive violation of human rights. This study will consider R2P under the light of abovementioned facts.

Responsibility to Protect, Humanitarian Intervention, UN Security Council, State Sovereignty, Prohibition of use of force, Principle Non-Intervention.

GİRİŞ

Son yılların uluslararası hukuktaki en tartışmalı konularından olan koruma sorumluluğu devlet egemenliği, içişlerine karışma yasağı ve kuvvet kullanma yasağı gibi uluslararası hukukun en temel normlarında radikal değişiklikler öngören bir doktrindir. Vestfalya sistemi gibi köklü bir kurumun ve en az onun kadar öneme sahip Birleşmiş Milletler Şartı’nın oluşturduğu mevcut hukuki düzenin kabul edemeyeceği değişiklikler öngören bu sistem, uzun bir geçmişe sahip insancıl müdahale kavramının son boyutudur. Koruma sorumluluğunun ortaya çıkışıyla devlet egemenliği kavramına ilişkin yeni bir yaklaşım gelişmiştir. Buna göre yeni egemenlik anlayışının devlete, vatandaşlarını toplu ölümlerden korumak gibi bir takım ödevler yüklemesi öngörülmüştür. Bunun bir sonucu olarak iç savaş, isyan veya otorite zayıflığından dolayı zarar gören bir topluluğun olduğu yerdeki devlet bunu önleyemiyor veya önlemek için çaba göstermiyorsa içişlerine karışma yasağı (non intervention) yerini uluslararası koruma sorumluluğuna bırakmaktadır.1 Doktrin, BM Genel Kurulu kararıyla2 uluslararası hukukta tescil edilen içişlerine karışma yasağının istisnası olarak öne sürülmektedir. Ancak buradaki müdahale kavramı, askeri müdahaleyi de kapsayacak şekilde geniş yorumlanmaktadır. Bu da şüphesiz, BM Şartı ile uluslararası düzeyde kuvvet kullanımını meşrulaştırmada tekel olmuş3 BM Güvenlik Konseyi’nin statüsünü sorgulatır hale gelmiştir.4

BM Şartı, uluslararası düzeyde kuvvet kullanımının Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin uzlaşısı ile mümkün olduğunu kabul etmiştir. Ancak daimi üyeler, siyasi çıkarlarını korumak adına kendilerine tanınan veto hakkını kötüye kullanmaktan çekinmemiş, bu da Güvenlik Konseyi’nin tıkanmasına ve yaygın insan hakları ihlâli olan bölgelere müdahale edilememesine neden olmuştur. Böylece devletler, Güvenlik Konseyi vesayetini aşmak için faklı yollar aramaya yönelmiştir.

Koruma sorumluluğu bu çıkmazı çözmek için İnsancıl Müdahale Doktrininin üstüne kurgulanmıştır.5 İnsancıl müdahalenin kökleri, modern uluslararası hukuk normlarının ortaya çıkmasından çok daha eskilere dayanmaktadır. Noam Chomsky İnsancıl Müdahalenin ortaya çıkışını daha geriye götürerek bunun, batılıların Amerika’yı keşfiyle yerlileri vahşi yaşantılarından kurtarıp uygarlaştırma adına savaşı meşru görmesiyle bilinçsiz bir şekilde ortaya çıktığını belirtmektedir.6 16.yy’da da Hollandalı hukukçu Hugo Grotius, Savaş ve Barış Hukuku adlı eserinde, tebaasına zulmeden tiranlara karşı diğer devletlerin harekete geçmesi gerektiğini belirmiştir.7 19.yy’a gelindiğinde sömürgeciliğin yaygınlaşması ile sömürgeci güçler, modern devlet yapılanmasından toplulukların ülkelerine müdahale ederek burada güvenliği sağlamayı ve bir düzen tesis etmeyi kendilerine bir hak olarak görmüş ve bu da İnsancıl Müdahale anlayışını ortaya çıkarmıştır.8 19.yy’da devletler arasında kuvvet kullanımını yasaklayan bir hukuk normu olmadığından, İnsancıl Müdahale kuvvet kullanımına başlı başına bir gerekçe olmaktan ziyade meşru savaş anlayışını güçlendiren bir yan etkendir. 1860 yılında Lübnan'da yaşanan Marunî-Dürzü çatışmasında, Osmanlı yönetiminin çatışmayı önleyemediği veya kasten önlemediğini ileri süren Fransa’nın, Lübnan'a asker çıkarması İnsancıl Müdahalenin ilk örneklerinden kabul edilmektedir.9 İkinci Dünya Savaşı sonrası sömürgeciliğin tasfiye süreciyle insancıl müdahale kavramı sömürgeci anlayışın yörüngesinden çıkarak yeni bir boyut kazanmış, nihayet Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle tek kutuplu dünya düzenine geçişte yaşanan gelişmeler doktrine son şeklini vermiştir. 1994 Ruanda ve 1995 Srebrenica soykırımlarını önlemede BM’nin yetersiz kalması sonrası, insancıl müdahale bir kez daha gündeme gelmiştir. Dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan 20 Eylül 1999’da BM Genel Kurulu’nda yıllık raporunu sunarken yapmış olduğu konuşmada, devletlerden geleneksel egemenlik anlayışlarını gözden geçirmelerini talep etmiştir.10 1999 yılında Kosova Krizi ortaya çıktığında, NATO güçlerinin BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan bölgeyi bombalaması uluslararası hukuka aykırı şekilde gerçekleşmişse de NATO bunu insancıl müdahaleye dayandırmıştır.11 2000 yılında yayınlanan Afrika Birliği’nin kuruluş bildirgesinde ise, üye ülkelerde yaşanan ağır insan hakları ihlâllerine diğer üyelerce müdahale öngörülmüş ve böylece insancıl müdahale birliğin iç düzenine girmiştir.12 2001 yılına gelindiğinde ise insancıl müdahale, Kanada hükümetinin desteğiyle ad hoc olarak kurulan “Müdahale ve Devlet Egemenliği Komisyonu”nun (ICISS), Responsiblity to Protect raporuyla son hâlini almıştır.13 2005 yılında BM Dünya Zirvesi Sonuç Bildirgesi’nde bu kavrama atıfta bulunulmuş ve kapsamı belirtilmiştir.14 Böylece doktrinin mevcut haliyle kuvvet kullanımını meşrulaştırma işlevi tartışılmaya başlanmıştır.