Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Doğal Afetler ve Ahlaki Sorumluluk

Maria Clara DIAS


Bu makalede, sözde-doğal afet sorununu ilk olarak ahlaki bakış açısından tartışacağız. Bu amaçla, önce, felaket haline gelen doğa olayları ve afet oluşumunda insanın rolünü en aza indirme arayışıyla ilgili bu tanımın sahip olduğu olumsuz çağrışımları irdeleyerek “doğal afet” kavramını inceleyeceğiz. Daha sonra insanların doğal afetlerin oluşumundaki ahlaki bağlılıklarını inceleyerek bu bağlamda birey ya da birey grupları tarafından yapılan, yaşam tarzıyla ilgili ya da sosyal tercihleri ve bu tercihlerdeki esaslı ancak sıklıkla göz ardı edilen önemli riskleri irdelemeyi amaçlıyoruz. Somut örnekler kullanarak, bu örneklerle, bir kimsenin sonuçları felaket olabilecek doğal olayların önlenmesinde ahlak dışı bir bağlılık hissedip hissetmediğini değerlendireceğiz. Bu yöntemle, bu bağlamdaki ahlaki düşüncelerin, sosyal farkındalıklara ve buna bağlı olarak hem pratik hem de gerekli ahlaki ve politik sorumluluklara neden olduğunu göstermeyi amaçlıyoruz. Sonuçta, Toplumsal Sorumluluk Arz Eden Afet Planlamasına İlişkin Küresel Sözleşme Taslağı’nın kabulünü de içeren, afet önleme planlaması bağlamında gerekli bazı ahlaki ve siyasi önlemlerin düzenli bir şekilde takip edilmesi gereğinin çerçevesini çizeceğiz. En sonunda belirteceğimiz bu önlemler, bir sonuca işaret etmeseler bile, bizleri, en azından bireysel açıdan ya da bir toplumun fertleri olarak, daha sorumlu ve manevi olarak adanmış bir yaşama yönlendirecektir.

1. Doğal Afetler: Tanrıların Laneti mi Yoksa İnsan Eylemlerinin Sonucu mu?

“Doğal afet” dediğimizde ne kastettiğimizi anlamak zor değil. Hepimiz bir fırtınayı, depremi ya da volkanik patlamayı – doğanın olağanca gaddarlığıyla binaları temellerine kadar titrettiğini, arabaları ve otobüsleri yerden kaldırdığını ve bu süreçte, insanların yaşamlarını ve mallarını nasıl yok ettiğini, hayal edebiliriz.

En yalın haliyle, felaket sonuçları olan bir doğa olayı, bizim için önemli olan kişilerin ve malların yok olmasına ek olarak, dayanıklılık, aşırı güç ve kontrol edilemez bir kargaşayla dolu koşullar demektir. İlginç olan şu ki; bu tür olayların “doğal” addedilmesi, bunların insan unsuruyla önlenebilir şeyler olmadıkları şeklinde olumsuz bir algı oluşturmaktadır. Doğrusu, tıpkı Kant’ın, yüce olanın ‘görü’sü1 diye adlandırdığı durumu yansıtan koşullardaki gibi, böyle bir doğal görüngü karşısında, genellikle, büyük bir hayranlık ve korku duyarız. Bunu söylerken, temelde, bu gibi doğa olaylarının iyi ya da istenilen türden olaylar olduklarını ileri sürmüyoruz. Aksine, bu olayları, konumumuza veya etrafımızı çevreleyen koşullara göre iyi ya da kötü, arzu edilir ya da edilmez şeklinde değerlendirdiğimizi ileri sürüyoruz. Açık olmak gerekirse, böylelikle bizler, mülklerin yapılandırmasını iyi ya da kötü addederken, dünyada kendi yarattığımız ve uyguladığımız belirli değerler evrenine dayandığımız gerçeğine dikkat çekmek isteriz. Böyle bir yaratım ya da uygulamanın olmadığı bir dünyada, fırtına, deprem ya da volkanik patlama değer yoksunu olacak; endişemizi, kaygımızı ve nefesimizi kesen veya uykularımızın kaçmasına sebep olan ya da günlerce unutamadığımız olaylar karşısında duyduğumuz acizlik hissini yansıtan ifadelerle değil, özgül değerlerle (örneğin, sayı ve tarihlerle ve fizik kanunları uyarınca) tanımlanan fiziki olay olmaktan ibaret olacaktır.