Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Hukuk ve Toplum: Birleşmiş Milletler 
çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi Üzerinden 
toplumsal Cinsiyet Eşitsizliklerini Düşünmek

Law and Society: Thinking About the Gender Inequalities Through the Convention on the Rights of the Child

Verda İRTİŞ

Bu makale, hukuk metinlerinin toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin gözlemlenebileceği yerlerden biri olup olamayacağı sorusundan hareketle kaleme alınmıştır. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’ne yönelik çözümlemeler üzerinden toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri; daha geniş bir anlamda patriyarka sorgulanmaktadır. Söz konusu eşitsizliklerin hukuki dile nasıl yansıdığını ve dolayısıyla nasıl yeniden üretildiğini ortaya koymayı amaçlayan bu yazı, aynı zamanda hukuk ve toplum ilişkisini araştırmaya yönelik çalışmalara bir katkı olarak düşünülmüştür.

Çocuk Hakları, Patriyarka, Toplumsal Cinsiyet Eşitsizlikleri, Hukuk Sosyolojisi.

This article concentrates on the following question: Can legal texts be analyzed as a space where we observe gender related inequalities? In other words, through the analysis of the Convention on the Rights of the Child, this paper suggests to tackle the gender inequalities, and in a wider sense the question of patriarchy. By aiming to show how these inequalities are reflected in the juridical language, maintained and reproduced, it has, at the same time, the objective of contributing to the comprehension of the relationship between law and society.

Children’s Rights, Patriarchy, Gender Inequalities, Sociology of Law.

Giriş

Hukuk metinleri toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin gözlemlendiği2; diğer bir deyişle, patriyarkal iktidar yapılarının muhafaza edilip yeniden üretildiği yerlerden biri olabilir mi?3 Bu yazının amacı, bir yandan Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi üzerinden bu soruya yanıt ararken bir diğer yandan hukuk ve toplum ilişkisine dikkat çekmektir. Sözleşme ile ilgili değerlendirmelere bir zemin hazırlayabilmek için öncelikle şu soruları kısaca ele almak isteriz:

Hukuk Nedir? Toplumbilimsel Bakış Açısından Bizi Nereye Gönderir?

“Hukuk nedir?” sorusuna verilecek yanıt hangi disiplin içinden baktığımıza bağlı olarak şüphesiz farklı; kimi zaman çelişkili, kimi zaman da birbirini tamamlayıcı tanımlamaları beraberinde getirecektir. Toplumbilimsel bakış açısı hukukun her şeyden önce toplumsal bir olgu olduğunun altını çizmektedir. (Lévy-Bruhl, 1961: 22; Carbonnier, 2008: 13; Işıktaç, 2008: 19) Marx modern hukuku toplumda var olma biçimlerini şekillendiren materyal şartların bir yansıması (1859: 18) olarak tanımlanmış; her üretim biçiminin kendi hukuksal ilişkilerini ve yönetim şeklini ortaya çıkaracağını (a.g.e.: 139) belirtmiştir. Bu bağlamda modern hukuk burjuva sınıfının iradesinin bir ürünü olup bu iradenin içeriği de burjuva sınıfının benimsediği üretim şekli ile belirlenmektedir. (Marx ve Engels, 1848: 20) Durkheim hukuku toplumun içinde oluşan-toplumdan çıkan bir olgu olarak tasavvur etmiş; hukukun yasa koyucunun iradesine göre değil, toplumun ihtiyaçlarına göre oluştuğunu belirtmiştir. Aile, mülkiyet, sözleşme gibi hukuki kurumların da yine böyle bir sürecin sonuçları olduğunu vurgulayarak (1888: 21) hukukun – aynı, kurala bağladığı sürekli değişen toplumsal ilişkiler gibi – sürekli değişmekte (1893: 123) olduğunu ifade etmiştir. Weber, ekonomi ve sosyal organizasyon arasındaki temel ilişkileri açıklığa kavuştururken hukuk ve ekonomi arasındaki ilişkiye de dikkati çekmiş (1995b: 11-49); hukukun modern kapitalizmin ihtiyaçlarına cevap üreten aklileştirme sürecinin bir ürünü (Serverin, 2000: 31) olduğuna kanaat getirerek bürokratik idari yapıyı hukuki erkin en arı tipi olarak nitelendirmiştir. (1995a: 294). Lévy-Bruhl’e göre hukuk, ait olunan grubun her an dayattığı toplumsal ilişkileri belirleyen uyulması gereken kurallar bütünüdür. (1961: 21-22) Örf ve adeti, hukuku üreten kaynakların en başına yerleştiren yazar, hukukun toplumsal gruplardan kaynaklandığını ve hukuk kurallarının söz konusu grupların toplumsal ilişkilerinin kuruluş biçimlerine yaklaşımını ifade ettiklerini (a.g.e.: 40) düşünmektedir. Bourdieu hukukun her şeyden önce bir adlandırma ve sınıflandırma yeri olduğunu ve bu çerçevede sembolik bir güç teşkil ettiğini belirtmekte; “hukukun, kendisinin toplum tarafından yapıldığını unutmamak şartıyla toplumu yaptığını söylemenin” çok ileriye gitmek olmayacağını ifade etmektedir. (1986) Eleştirel hukuk çalışmaları kuramcılarına göre ise hukuk materyalleri, yarışan grup ve vizyonlar arasındaki ideolojik mücadelelerin değişken ve istikrarsız bir uzlaşımıdır. (Aktaş, 2011: 85)

Şüphesiz, hukuka toplumbilimsel bakış açısından getirilebilecek tanımlar burada değindiklerimizle kısıtlı değildir. Ancak görülen odur ki hukuk çoğu zaman kapitalizmle ilişkilendirilmiş; hâkim grupların çıkarlarını yansıtan ve muhafaza eden, bu bağlamda mevcut düzeni yeniden üreten bir alan-aygıt olarak düşünülmüştür. Bununla beraber hukuk ve hukuk kültürünün (kişilerin hukuk kurumları üzerine geliştirdikleri fikirler, tutumlar, değerler ve inançlar) durağan bir varlık olmadığı, toplumların karmaşıklığı ve çeşitliliği göz önünde bulundurulduğunda tek ve bütünleşmiş bir hukuk kültüründen bahsetmenin ayrıca güçleştiği (Friedman, 1995: 269) fikri de birçok analizi yönlendirmiştir.