Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Roma Medeni Yargılama Hukukunda Davanın Kabulü (confessio İn Iure) ve İkrar

Das Anerkenntnis und Geständnis im Römischen Zivilprozessrecht

Günümüz yargılama hukukunun önemli kavramlarından biri olan “kabul” ve “ikrar” kavramları, Roma Hukukunda ortaya çıkan ve kullanılan kavramlardı. İkrar ve kabul kavramı, Hukuk Muhakemeleri Kanununda iki farklı kurum olarak düzenlenmiştir. Oysa Roma Hukukunda her ikisi yerine tek bir kavram, kullanılmaktaydı. Bu çalışmada, iki kavram arasındaki farkın ortaya konması ve özellikle ’nun kabul kavramı olarak kullanıldığı durumlarda bu kurumun işleyişinin açıklanması amaçlanmıştır.

Roma Hukuku, Yargılama Hukuku, Kabul, İkrar.

Das Anerkenntnis und Geständnis wurden im römischen Recht entstanden und benutzt, die als wesentlicher Begriff des Gegenwartszivilprozessrechts. Das Anerkenntnis und Geständnis in der Zivilprozessordnung getrennt geregelt. Hingegen wurden die beiden Begriffe als angewendet. Diese Arbeit verfolgt das Ziel, wie besonders in der Rechtspraxis funktioniert.

Römisches Recht, Prozessrecht, Anerkenntnis, Gestaendnis.

I. GENEL OLARAK CONFESSIO KAVRAMI VE USUL HUKUKUMUZDAKİ ANLAMI

Roma Usul Hukukunda kullanılan confessio kavramı, modern usul hukukumuzda kullanılan iki kavrama karşılık gelmektedir: “ikrar” ve “kabul”.

İkrar, yargılama sürecinde ispat hukuku ile ilgili bir kavramdır. İkrar, özellikle ispatın gerekli olmadığı hallere ilişkin olup, taraflardan birinin, aleyhine ileri sürülen bir vakıanın doğruluğunu, mahkemeye yönelik olarak beyan etmesidir1. İkrar, davanın kabulüne benzemekle beraber, bundan farklı bir kavramdır. İkrar, sadece istem sonucunu haklı kılan olaylara yönelik olduğu halde, kabul, karşı tarafın istem sonucunun kendisine yöneliktir. İkrar ispat hukuku ile ilgili bir kavram iken, kabul davayı sona erdiren taraf işlemlerindendir. Talep sonucunun kabulü davayı sona erdirir; zira artık taraflar arasında bir çekişme kalmamıştır. İkrar ise, davayı sona erdirmeyip, sadece o davaya ilişkin bir vakıanın ispat edilmiş sayılmasını gerektirir. İkrar eden taraf, karşı tarafı ispat yükünden kurtarır. Kabul beyanı yapıldıktan sonra, kabul edilen kısım kadar dava sona erdiği halde, ikrar üzerine söz konusu vakıa doğru kabul edilerek, yargılamaya devam edilir2. Davacının talep sonucunun temelini teşkil eden bütün vakıaların ikrar edilmesinin, kabul hükmünde olduğu şeklindeki görüşün mutlak olarak benimsenmesinin doğru olmayacağı ifade edilmiştir3.İkrar, uyuşmazlık konusu olan vakıaya göre hem davalı hem de davacı tarafından yapılabildiği halde, kabul sadece davalı tarafından (veya karşı dava söz konusu ise, karşı davalı tarafından) yapılabilir.

Confessio, hasım tarafla mutabık şekilde konuşmak anlamına gelir. Bu kavram daha ziyade davalının itirafı veya ikrarı anlamına gelmektedir4. Roma Hukukunda, günümüz hukukundan farklı olarak, ikrar ve kabul kavramları arasında, bu denli kesin bir çizgi çizilmemiştir. Kavram, yargılama safhasına ve içeriğine göre, hem ikrar, hem de kabul anlamında kullanılabilmekteydi. Bu açıdan bakıldığında ikrarın, salt bir vakıanın doğruluğunun beyan edilmesi şeklinde değil, çoğu zaman “davanın kabulü”ne denk gelen anlamda, davacının talep sonucunun haklılığını beyan etmesi şeklinde kullanıldığını görmekteyiz. Aşağıda da açıklanacağı üzere, bu beyanın hemen ardından cebrî icraya geçilebilmesi imkânı, confessio kavramının “kabul” anlamında kullanıldığını gösterir.Bununla birlikte özellikle sistem dışı yargılama usulünde, bir ispat vasıtası olarak kullanıldığı görülür.