Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Türk Sigorta Hukukunda Rizikoyu Ağırlaştırmama ve Sözleşmenin Süresi İçindeki Riziko Değişikliklerini İhbar Yükümlülükleri

Ali AYLİ

GİRİŞ

Sigortanın mahiyeti gereği, sigorta mukavelesi taraflar arasında devamlı edimler meydana getirmektedir1. Bu nedenle sigorta ettirenin mükellefiyeti sadece prim ödemekten ibaret değildir. Prim ile himaye altına alınan riziko arasında uygunluğun sağlanabilmesi bakımından, sigortacının, tehlikeyi tüm boyutlarıyla doğru olarak tayin edilmesini mümkün kılacak bilgilerin tamamına sahip olması gerekir2. Sigortacı, himaye edeceği menfaatin ne tür rizikolar altında olduğunu, ancak sigortacının beyanlarına göre ve bu beyanlar ışığında ilgili servisinin yapacağı araştırma ve incelemeler çerçevesinde tayin edecektir3. Böylece sigortacı, sigorta ettirenin beyanları üzerine rizikoyu kıymetlendirerek alınacak primi tahakkuk ettirip, sağlanacak himayenin kapsam ve koşullarını belirleyecektir4. Rizikoyu kıymetlendirmeye yarayan söz konusu faktörler değişken nitelikte olduğundan, bu faktörler sözleşmenin tamamlanıp yürürlüğe girmesinden sonra dahi himaye edilen riziko ile prim arasındaki dengenin bozulmasına yol açabilecek bir mahiyette değişebilir5. Riziko ile prim arasındaki dengenin muhafaza edilmesi ve bozulan dengenin yeniden tesisi sigorta sözleşmelerinin akıbeti bakımından oldukça önemlidir. Bundan dolayı, gerek sigorta sözleşmesinin kuruluşunda gerek icrası safhalarında prim ile riziko arasındaki dengenin kurulmasını ve devam ettirilmesini sağlayacak kanuni düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu temelde, 01.07.2012 tarihine kadar yürürlüğünü devam ettirecek olan 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununda, kara sigortaları bakımından 1290 ve 1291’inci maddeleri, deniz rizikolarına karşı sigortalar bakımından 1363–1370’inci ve 1372–1376’ncı maddeleri sevk edilmiştir. 6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanunu ise, bu hususu 1430-1445’inci maddelerde esaslı değişiklikler yapılmak suretiyle ele almıştır. Bu değişiklikler yapılırken büyük ölçüde 2008 yılı başında yürürlükten kalkan Alman Sigorta Sözleşmeleri Kanunu’ndaki hükümler dikkate alınmıştır. Aslında tasarının ilk metninin hazırlanarak TBMM gönderildiği 2005 yılında, Almanya’da 1908 tarihli Sigorta Sözleşmeleri Kanunu yürürlükteydi; fakat, kanunlaşma süreci oldukça geciktiğinden (Ocak 2011), bu arada Almanya’da 2008 yılı başında yeni Sigorta Sözleşmeleri Kanunu yürürlüğe girdiğinden 6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanunu’nun konuyla ilgili hükümleri, artık Almanya’da uygulanmayan hükümlerle paralellik arz etmektedir. Bu nedenle çalışmamızda Almanya’da 1 Ocak 2008 tarihi itibariyle yürürlüğe giren Sigorta Sözleşmeleri Kanunu’ndaki ilgili düzenlemeler de dikkate alınmıştır.

Türk Ticaret Kanunu’nun yukarıda zikredilen maddelerinde düzenlenen sözleşmenin kuruluşundaki ve devamındaki ihbar yükümlülüklerinin öngörülmesi çeşitli gerekçelere dayandırılmıştır. Taraf iradelerinin uyuşması görüşü, hataya dayandırma görüşü, culpa in contrahendo’ya dayandığı görüşü, dürüstlük kuralı esasına dayandığı görüşü, taraflar arasında denge sağlanması görüşü gibi sözleşmelerin özelliklerinden kaynaklı hukuki gerekçelerin6 yanında bu yükümlülüklerin sigortacılık tekniğinin gereği olduğunu kabul eden görüş7 de sigorta hukuku bakımından önem arz etmektedir. Sigortacılık tekniğinin esasını aynı veya benzer rizikolara maruz kişilerin bir araya toplanması ve bunlardan tahsil edilen primlerin, rizikonun gerçekleşmesi halinde ödeme yapılmasını mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi oluşturmaktadır (tehlike iştiraki teorisi)8. Sigorta sözleşmelerinin devam edebilmesi için tarafların edimleri arasında bir dengenin sağlanması gerekir ve bu denge ancak edimlerin somut koşullar çerçevesinde sınırlandırılması ile mümkün olabilir. Söz konusu denge prim-riziko dengesidir. Sigortacının edimin sınırlarını tam olarak tayin edebileceği bilgilere sahip olması gerekir ki, sigorta ilişkisindeki dengeyi tesis edebilecek tedbirleri alabilsin9. Bununla beraber, yükümlülüklerin yerine getirilmesi gereğindeki amaç, sırf sigortacı ile sigorta ettirenin edimleri arasında dengenin sağlanması değil, aynı zamanda tehlike iştirakinin üyesi olmasının da bir sonucudur. Zira sigorta ettirenin tehlike birliğine üye olması, ona, diğer üyelerin haklarına halel getirmeyecek şekilde davranma zorunluluğunu da yüklemektedir10. Prim ile riziko arasında denge sağlanması sadece münferit sigorta ilişkisinin taraflarını değil, aynı zamanda sigortacının diğer sigorta ettirenlerle olan ilişkisini de ilgilendirmektedir. Çünkü sigortacı iştiraki oluşturan kişilerin uğradığı zararları elde ettiği primlerle oluşturduğu havuzdan karşılamaktadır11. Denge sağlanmazsa, rizikoların gerçekleşmesi halinde zararların tam anlamıyla karşılandığı söylenemez12.

6762 sayılı Türk Ticaret kanununun 1290 ve 1363 vd. maddelerinde düzenlenen sigorta ettirenin sözleşmenin kuruluşundaki ihbar yükümlülüğüne ilişkin 6102 sayılı Türk Ticaret kanunundaki değişiklikler, söz konusu kanun henüz tasarı halinde olduğu dönemdeki bir çalışmamızda değerlendirilmiş olduğundan13, bu çalışmada sadece yeni kanunun 1444 ve 1445’inci maddelerinde ele alınan “rizikonun ağırlaştırılmaması ve değişen rizikonun ihbar edilmesi yükümlülükleri ve bunlar dolayısıyla sigortacının sahip olduğu haklar” inceleme konusu yapılacaktır. Her ne kadar yeni Kanun’da “beyan yükümlülüğü” ifadesi kullanılmış olsa da, bu ifade daha ziyade sözleşmenin kuruluşundaki bildirim yükümlülüğünü ifade etmek üzere kullanıldığından, çalışmamızın konusunu oluşturan sözleşmenin süresi içindeki bildirim yükümlülüğünü daha iyi ifade edeceğini düşündüğümüz “ihbar yükümlülüğü”nü kullanmayı tercih edeceğiz.