Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Eleştirel Yurttaşlık Tartışmaları: İmkânlar ve Açmazlar

Critical Citizenship Discussions: Possibilities and Dilemmas

Füsun ÜSTEL

Kökeni Antik Yunan ve Roma’ya kadar gitmekle birlikte esasen yurttaşlık siyasal modernitenin ve ulus-devletin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. 1990’ların sonundan itibaren iki kutuplu dünyanın sona ermesiyle yeni bir çağ açılmış ve Avrupa Birliği siyasal bir örgütlenme yolunda güçlü adımlar atarken de yurttaşlık kavramı önemli bir dönüşüm geçirmiştir. Akademik alanda da “Yurttaşlık Çalışmaları” (Citizenship Studies) bu süreçte bağımsız ve disiplinler arası bir çalışma alanı haline gelmiştir. Yurttaşlığın ilk olarak siyasal boyutu öne çıkmışken, London School of Economics sosyoloji profesörü T. H. Marshall’ın günümüzde klasik bir metin haline gelmiş olan 1950 tarihli Citizenship and Social Class başlıklı çalışmasıyla yurttaşlığın sosyal ve ekonomik yönü de tartışma ve araştırmaların bir parçası haline gelmiştir. Marshall’a göre, yurttaşlık hakları kapitalist toplumun sınıf eşitsizlikleriyle bütünüyle tutarlıdır. Hatta yurttaşlık, sınıf eşitsizliklerini takviye etmede önemli bir işleve sahiptir. Tarih ve coğrafyadan bağımsız olarak yurttaşlık, statik değil, dinamik ve ilişkiseldir; statü, üyelik, aidiyet ve katılımdır. Devletin bireyle olan egemenlik ilişkisini kurallı bir biçimde düzenleyen bir regülasyon aracıdır. 1990’ların sonuna kadar ana akım yurttaşlık literatüründe, yurttaşlıkla ilgili olmadığı ya da dolaylı bir ilişkisi bulunduğu düşünülen, başka bir anlatımla yurttaşlığın dışında ya da çeperinde yer alan aktör, mekân, edim ve “hal”ler, günümüzde Yurttaşlık Çalışmaları’nın temel meseleleri arasında yer almaktadır. Günümüzde bu çalışma alanına yönelik en önemli eleştiri, “siyasetten” arındırılmış bir yurttaşlık kavramıyla çalışmaya başlamasıdır. Bu eleştirilere reel politika gelişmeleri ve akademik alandaki çalışmaların yanı sıra siyasal aktivizm çerçevesinde de önem taşıyan yurttaşlık, karmaşıklaşan, ölçek değiştiren, katmanlaşan yapısıyla disiplinler arası bir bakış açısını gerektirmektedir. Bu anlamda da yapısal dönüşüme rağmen siyasetin ve hukukun başat kavramlarından biri olmayı sürdürmektedir.

Yurttaşlık Çalışmaları, Yurttaşlık Kuramı, Sosyal ve Siyasal Yurttaşlık, Globalleşme ve Yurttaşlık, Ulus-Devlette Yurttaşlık.

Although its origins can be traced back to Ancient Greece and Rome, citizenship has essentially emerged as a product of political modernity and the nation-state. Since the end of the 1990s, a new era has opened with the end of the bipolar world and the concept of citizenship has undergone a significant transformation as the European Union has taken strong steps towards a political organisation. In the academic field, ‘Citizenship Studies’ has become an independent and interdisciplinary field of study in this process. While the political aspect of citizenship was initially became prominent, the social and economic aspect of citizenship became a part of discussions and researches with the 1950 study titled Citizenship and Social Class by T. H. Marshall, professor of sociology at the London School of Economics, which has become a classic text today. According to Marshall, citizenship rights are entirely consistent with the class inequalities of capitalist society. In fact, citizenship has an important function in reinforcing class inequalities. Citizenship, independent of history and geography, is not static but dynamic and relational; it is status, membership, belonging and participation. It is a regulation instrument that regulates the state’s relationship of sovereignty with the individual. In the mainstream literature on citizenship until the end of the 1990s, actors, spaces, acts and ‘states’ that were not considered to be related to citizenship or to have an indirect relationship with it, in other words, actors, spaces, acts and ‘states’ that are outside or on the periphery of citizenship, are among the main issues of Citizenship Studies today. Today, the most important criticism against this field of study is that it has started to work with a concept of citizenship that is purified from ‘politics’. Despite these criticisms, citizenship, which is important within the framework of political activism as well as real policy developments and academic studies, requires an interdisciplinary perspective with its complex, scale-changing and layered structure. In this sense, despite the structural transformation, it continues to be one of the dominant concepts of politics and law.

Citizenship Studies, Citizenship Theory, Social and Political Citizenship, Globalisation and Citizenship, Citizenship in Nation-State.

I. GENEL OLARAK

Kökeni Antik Yunan ve Roma’ya kadar gitmekle birlikte esasen siyasal modernitenin bir ürünü olan modern yurttaşlık, 1990’lı yılların sonundan itibaren hem reel siyasette hem de akademik çalışmalarda çok farklı boyutlarıyla ele alınan bir mesele haline geldi. Bu süreçte “yurttaşlığın sonu”nu ilan edenler; bir “çöküş”le karşı karşıya bulunduğu iddiasında bulunanlar; derin bir “kriz” yaşamakta olduğunu ileri sürenler; meseleyi “dönüşüm”le açıklayanlar; hatta yurttaşlığın şanlı bir “geri dönüş”üne tanık olduğumuzu savunanlarla birlikte konuya yönelik gerçek bir “ilgi patlaması”1 yaşandı. 1980’lerde özellikle siyaset felsefecilerinin liberal-toplulukçu-cumhuriyetçi yurttaşlık kuramları çerçevesindeki yoğun tartışmaları ve ortaya çıkardığı zengin külliyattan sonra, 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren, sosyal bilimler ve insan bilimleri alanlarında çalışanların, özgül kavramsal çerçeveleri, sorunsalları ve yöntembilimsel tercihleriyle yurttaşlık meselesine girmeleri sonucu, Yurttaşlık Çalışmaları (Citizenship Studies) bağımsız ve disiplinlerarası bir çalışma alanı haline geldi.

Yurttaşlığın günümüzde geldiği noktayı anlamak, analitik bir çözümleme yapabilmek için söz konusu olgunun tarihselleştirilmesinin yanı sıra mekânsal bağlam/larına da yerleştirmek, başka bir anlatımla farklı yer/coğrafyalardaki tezahürlerini dikkate almak gerekiyor. Zira yurttaşlık, tarihinden ve içinde yer aldığı yer/coğrafyadan bağımsız bir biçimde anlaşılamaz. Tarihsel süreç içinde geçirdiği dönüşümlerin yanı sıra yurttaşlığın inşasında temel bir öneme sahip olan yer/coğrafya, özgül yurttaşlık anlayışlarını tanımlamak ve birbirlerinden farklılaştırmak açısından temel bir önem taşır. Tarihsel ve coğrafi bağlam, yurttaşlığın özgül siyasal projeler doğrultusunda nasıl inşa edildiğine ve kurgulandığına ilişkin bilgi sağlar2 . Yurttaşlığın siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel vb. farklı bağlamlarda kazandığı farklı anlamları, kavramsal repertuvarı3 , hem devlet-birey ilişkisini, hem de yurttaşlar arası ilişkileri almada yol açıcıdır.

Yurttaşlığın tarihsel ve coğrafi bağlam/larını değerlendirmek bu sunumun imkânlarını aşıyor. Yurttaşlık meselesini ele alan ana akım tarihyazımı, yurttaşlığın Batı toplumlarındaki gelişim sürecini Yunan- Roma- Devrimler Çağı çerçevesinde dönemlendirmekte; “Karanlık Ortaçağ”ı ise yurttaşlığın kategorik olarak “parantez”e alındığı uzun bir dönem olarak betimlemektedir Yurttaşlık tarihi konusunda çalışmalarıyla tanınan Derek Heater ise, Ortaçağ’ın yurttaşlık açısından temsil ettiği “karanlık” dönem anlatısına farklı bir açıdan yaklaşır: “Greko-Romen dünyada yurttaşlık neredeyse yarım bin yıl kadar, yönetim biçiminin baş unsurlarından biri, hatta bir yaşam tarzıydı. Ortaçağ Avrupası’nda -önemli bir istisna olan İtalyan kent devletleri dışında- yurttaşlık pek de önemli değildi”4 .

Heater, söz konusu “pek de önemli” olmama durumunu, yurttaşlığı bir yandan salt devlet odaklı bir statü olmaktan çıkararak, diğer yandan da Yurttaşlık Çalışmaları alanının temel kavramlarından biri olan “icra” meselesiyle birlikte ele alarak, Ortaçağ’a farklı bir bakış açısı getirir: “Ancak yurttaş rolü icra edildiği ve bu kavram üzerine yorumlar yapıldığı sürece bu dönemde yurttaşlık üç yönüyle ortaya çıkar. Birincisi, yurttaşlığın, Hıristiyanlığın sorgulanmayan ve fiilen üstünlüğü ve hâkimiyetiyle ilişkisi idi. İkinci olarak da, klasik görüş sonsuza dek ortadan kalkmış değildi; nitekim Aristoteles’e gösterilen derin ilgi onu güçlü bir biçimde diriltti. Üçüncü olarak, ortaçağda yurttaşlık, pratikte devlette değil, kent veya kasabada ayrıcalıklı bir statü niteliğindeydi”5 .

Ortaçağ’ın yurttaşlık açısından yukarıda belirtilen sorgulayıcı bir bakışla ele alınması istisnaidir. Ana akım tarihyazımı, yurttaşlığın tarih sahnesine geri dönüşünü, 1640-1660 İngiliz Devrimi, Thomas Hobbes’un On the Citizen (1642) yapıtı, John Locke ve Jean Jacques Rousseau başta olmak üzere Toplum Sözleşmesi etrafında çeşitli düşünürlerin öne sürdüğü görüşler ve 18. Yüzyıl’da yaşanan Amerikan ve Fransız Devrimleri çerçevesinde değerlendirir. Devrim Çağı’nın en önemli özelliği, yurttaşlıkla ulus/milliyet arasında kurulan bağdır.

Milliyetçilikler çağı ve iki büyük savaşla birlikte yurttaşlık ile ilgili düşünce üretimi büyük oranda terk edilir. Bu üretim eksikliği konusunda Heater şöyle der: “Rousseau’nun ‘Toplum Sözleşmesi’nin yayınlanmasının üzerinden iki yüzyıl geçmişti ki yurttaşlık üzerine kayda değer bir etki yaratacak yeni bir fikir beyan edildi”6 . Heater’ın işaret ettiği “yeni fikir”, London School of Economics sosyoloji profesörü T. H. Marshall’ın günümüzde klasik bir metin haline gelmiş olan 1950 tarihli Citizenship and Social Class başlıklı çalışmasıdır. Kapitalizmin gelişim süreciyle bağlantılı olarak yurttaşlığın dönüşümünü ele aldığı bu çalışmasında Marshall, 18. yüzyıl boyunca bireysel özgürlüklerin (kişi özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, ifade ve inanç özgürlüğü, mülkiyet hakkı, sözleşme yapma hakkı ve özellikle adalet hakkı/adil yargılanma hakkı) temelini oluşturan sivil yurttaşlık ve 19. yüzyılda siyasal iktidarın kullanımına katılma hakkı etrafında biçimlenen siyasal yurttaşlıktan sonra, 20. yüzyıldaki sosyal yurttaşlığın en son aşamayı oluşturduğu bir çerçeve çizer. Marshall’ın daha sonra çeşitli yönleriyle eleştirilecek7 ve geliştirilecek yurttaşlık yaklaşımının en çarpıcı özelliği, yurttaşlık ve sosyal sınıflar arasındaki ilişkiyi sorgulaması ve bu çerçevede kapitalizmin eşitsizlikçi yapısı ile yurttaşlığın sağladığı eşit hak ve görevlere dayalı statü anlayışı arasındaki ilişkiye dikkat çekmesidir. Marshall’a göre, yurttaşlık hakları kapitalist toplumun sınıf eşitsizlikleriyle bütünüyle tutarlıdır. Hatta yurttaşlık, sınıf eşitsizliklerini takviye etmede önemli bir işleve sahiptir8 .

Tarihsel-coğrafi bağlamın önemi, yurttaşlığın zaman ve coğrafyayı aşan ortak ve süregelen bazı nitelikleri olduğunu dikkatlerden kaçırmamalıdır. Yurttaşlık, statik değil, dinamik ve ilişkiseldir; statü, üyelik, aidiyet ve katılımdır. Devletin bireyle olan egemenlik ilişkisini kurallı bir biçimde düzenleyen bir regülasyon aracıdır.

Bir regülasyon aracı olarak yurttaşlık, Antikiteden bu yana içindeki temel bir gerilimle var olmuştur. Bu gerilim, yurttaşlığın hem hukuki, hem de sosyal anlamda bir “iç” ve “dış”ı tarif etmesi; yurttaş ile yurttaş olmayanı farklılaştırması; içerme ve dışlama işlevini eşzamanlı bir biçimde düzenlemesinden kaynaklanır. Bu yönüyle yurttaşlık, bir “sınır” mekanizmasıdır. Yurttaşlığın içerme-dışlama işlevi, hakların ve kaynakların dağıtımında belirleyicidir. Özellikle de modern ulus-devletle birlikte yurttaşlığın milliyet ile eş anlamlı bir statü haline gelmesiyle içerme ve dışlama işlevi özel bir anlam kazanmıştır. Bununla birlikte sınır/lar, yalnızca iç ve dış arasında olmadığı gibi; aynı zamanda “iç”i de ilgilendirir; sınıfsal, konumsal, sembolik, kültürel vb. farklı boyutlar taşır. Modernitenin temel iddialarından biri olan evrensel eşitlik idealinin soyut birey anlayışından, “herkes”in aynı/benzer olduğu önermesinden hareket etmesi; kimlik, durum, konum farklılıklarını dikkate almaması yurttaşlar topluluğu içinde de sınırlar oluşturur.

Bununla birlikte farklı boyutlarıyla karmaşık bir nitelik taşıyan sınır/lar, aynı zamanda kaçınılmaz olarak itiraz alanlarıdır da. Yurttaşlık, aynı zamanda “haklara sahip olma hakkı” adına yapılan mücadeleleri de kapsar. Dışarıdakilerin içerilme mücadeleleri ya da içeride olanların dışlama mücadeleleri kadar yeni koşulların oluşturduğu ihtiyaçlar doğrultusundaki hak talepleri de, yurttaşlığın evriminde önemli bir yer teşkil eder”9 .