Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Sosyo-Ekonomik Haklar-Sosyo-Politik Gerçekler

Socio-Economic Rights-Socio-Political Realities

Meryem KORAY

Yazıda, ilk olarak sosyo-ekonomik hakların Avrupa’da varlık kazanmaları ile öne çıkan nitelikleri üzerinde çok yönlü bir tartışma yapılması amaçlanmaktadır. Bu çerçevede, bu hakların, bir yandan varlık kazanması açısından önemli olan sosyal, ekonomik, siyasal koşullar üzerinde durulmakta, öte yandan sosyo-ekonomik hakların temel hak ve özgürlüklerle demokrasinin işlev kazanması açısından taşıdıkları potansiyel tartışılmaktadır. İkinci bölüm ise, sosyo-ekonomik hakların Türkiye’de farklı dönemler itibariyle varlık kazanmasını irdelemeye ve bu haklar açısından sosyal, ekonomik, siyasal koşullarla ilgili yetersizlikleri ortaya koymaya odaklanmaktadır. Sonuç olarak, sosyo-ekonomik hakların sosyal devletin olduğu kadar temel hak ve özgürlükler ile demokrasinin güçlenmesi açısından da önemleri ve bu hakların Türkiye’deki gelişmemesini toplumsal-siyasal gelişmenin yetersizliğine bağlamak kaçınılmaz. 80 sonrasının neoliberal politikalarının bu hakları her ülkede geriletirken Türkiye gibi ülkelerde etkilerinin daha büyük olduğu da bir gerçek.

Sosyo-Ekonomik Haklar, Eşitlik ve Dayanışma, Sosyal Devlet, Neoliberal Politikalar, Popülizm.

The article first aims to make a multidimensial discussion on the realization of socio-economic rights in Europe and their leading characteristics. In this context, on the one hand the social, economic, political conditions that are important for the presence of these rights are discussed, on the other hand the potential of socio-economic rights in terms of the functioning of fundamental rights, freedoms and democracy is emphasized. The second part focuses on examining the existence of socio-economic rights in different periods in Turkey and tries to reveal the inadequacies related to social, economic, political conditions which are important for the realization of these rights. As a result, considering the importance of socio-economic rights in terms of strengthening of the social state as well as fundamental rights, freedoms and democracy, it is inevitable to associate the “weakness” of these rights in Turkey with the inadequacies of socio-political developments. It is also fact that while neoliberal policies of the post 80s have degraded these rights in every country, their effects are greater in countries such as Turkey.

Socio-Economic Rights, Equality and Solidarity, Social State, Neoliberal Policies, Populism.

I. SOSYO-EKONOMİK HAKLAR

Sosyo-ekonomik hakların, büyük ölçüde, Batı Avrupa’da yaşanan tarihi gelişmelerle toplumsal, siyasal, ekonomik koşulların ürünü olduğu söylenebilir. Daha sonra uluslararası sözleşmelere ve anayasalara konu olmuşlardır; ancak geçmişte de bugün de varlık kazanmaları ve gelişmelerinin, hukuktan önce, ülkelerin toplumsal, siyasal, ekonomik koşullarına bağlı olduğuna kuşku yoktur. Zaman ve ülke açısından ortaya çıkan farklılıkların gerisinde de bu koşullarla ilgili farklılıklar yatar. Sosyo-ekonomik hakların anlamı ve serencamı ile ilgili bu bildiri de, bu nedenle, sosyal, ekonomik siyasal koşullara odaklanmak, bu konularda yaşanan değişiklikleri dikkate almak durumundadır. Bu hakların günümüzdeki ve Türkiye’deki durumu ancak bu alanlardaki tartışmalarla açıklık kazanabilir.

Bu tartışmalara geçmeden, küçük bir parantezle sosyo-ekonomik hakların insanlık ya da uygarlık açısından önemine değinmek istiyorum. Günümüzde gelişme deyince, ilk önce ekonomik-teknolojik gelişmeler akla geliyor; Homo Sapiens ‘in “insanlaşma” serüveni içinde ateşten matbaaya, oradan elektriğe bugün yapay zekaya kadar uzanan gelişmelerin payının büyük olduğu, yani teknolojinin önemi tartışılamaz. Ancak “insan” olmayı bir değer haline getiren, insanlığa “uygarlık” yolunu açan gelişmeleri, ekonomik-teknolojik gelişmelerden çok, birlikte ve güven içinde yaşamayı mümkün kılan hukukta aramak yanlış olmaz. İnsan, birlikte yaşamayı, işbirliğini, güveni gerçekleştirememiş olsa, teknolojik açıdan gelişmesi de mümkün olmayacaktır. Öte yandan insanın çelişkili bir varlık olduğu, iyilik kadar kötülük barındırdığı ortada, -dünya ahvaline bakmak yeter- dolayısıyla kötülüklere hukukla sınır çizerek işbirliği ve güvenin sürdürülmesini sağlaması başlı başına bir gelişmişlik göstergesi olduğu söylenebilir.

Hukukun gelişmesi içinde, her insanı eşit değerde ve özgür kabul eden insan hak ve özgürlüklerine gelinmesi, birlikte yaşamayı insan iradesi ve seçimlerine bağlayan demokratik ilke ve kurumların kabulü ise, insani gelişme açısından bambaşka değerde. İnsan ve insanlıktan bir değer olarak söz edilebilmesi, “insanlaşma” serüveninin kutsanabilmesi açısından bu gelişmelerin bayrak direkleri niteliğinde olduğunu düşünüyorum. Ne yazık ki, bu bayraklar henüz göndere çekilebilmiş değil, ancak aşağılarda dalgalanabilmekteler.

Öte yandan sosyo-ekonomik hakları temel hak ve özgürlükler kadar önemsediğimi söylememek gerek. Onlar, insani gelişme açısından olduğu kadar temel hak ve özgürlükler ile demokrasinin varlık kazanması açısından da vazgeçilmez nitelikteler; “özgürlük, eşitlik, dayanışma” gibi üç insani değerin birlikte var olmasını mümkün kılmanın da bu haklardan geçtiğini söylemek gerekmekte. Liberal düşünce açısından pek önemsenmedikleri, liberal demokrasi tartışmalarına pek konu olmadıklarını biliyoruz; ancak bunlara önem vermeyen dünya ahvalinin nasıl olduğu da ortada!...

Demokrasi kültürü denilen şeyin gelişebilmesinde toplumun eğitimden toplumsal refaha ve toplumsal eşitliğe uzanan koşullarının etkisi büyük; ülkemiz bu tartışmalar için iyi bir örnek!... Batılılaşma, modernleşme çabamız 100 yıldan fazladır sürüyor; bu dönemde Batı’dan aktarılan tüm hukuk kurallarının bu ülke gerçeği içinde yoğrulduğu biliniyor, anayasanın birçok kez lafzı ve ruhuyla yok sayıldığına da tanık olduk. Şimdi sandık demokrasisi ile demokrasinin ne hale gelebileceğini görüyoruz! Bu yaşananların gerisinde birçok faktör var kuşkusuz; ancak, bunlar arasında, demokratikleşme sonrasında da sınıf temelli politikaların yasaklanması ve emeğin siyasallaşmasının önlenmesinin payı görmezlikten gelinemez. Bu yasak ve politikalar siyasetin ve demokrasinin aksak ve dengesiz kalmasına yol açtıkları gibi, toplumun büyük kesiminin devlete bağımlı kılınmasının sağlayan popülist politikaları da zorunlu ve güçlü kılmışlardır.

Konuyu, iki ana bölümde ele alıp, önce sosyo-ekonomik hakların niteliklerini, sonra da bu hakların Türkiye’deki yeri ve gelişimini tartışmaya çalışacağım. Konunun, zaman ve mekân farklılıkları, toplumsal, ekonomik ve siyasal koşullar gibi çok değişkenli bir alan olduğuna kuşku yok; bu değişkenlerin her birini ayrıntıyla ele almak mümkün değil. Örneğin Türkiye’nin farklı dönemleri dikkate alarak toplumsal, ekonomik, siyasal tablosunu çıkarmak için bir değil, birçok kitap gerekeceği açık. Bu nedenle, bildiride, sosyo-ekonomik hakların sosyo-politik koşullarla ilişkiler açısından etkileri daha doğrudan olan ekonomi politikaları, siyasal anlayışlar ve toplumsal güç ilişkileri gibi birkaç konuya yoğunlaşmak istiyorum. Burada bile ancak bir özet ortaya koyabileceğim ve bu özetin yetersiz ve eksik kalan birçok yanı olacağına kuşku yok.

Ekonomik-teknolojik gelişmelerin füze hızında, insani gelişmenin ise yaya kaldığı dünyamızda sosyo-ekonomik” hakları önemsemek, özellikle ekonomik hakları vurgulamak ihtiyacı büyük.

Sosyo-ekonomik haklar dendiğinde eğitim, sağlık, çalışma, sosyal güvenlik, barınma, insan onuruna yakışır ücret ve yaşam hakkı gibi haklar başta gelmekle birlikte, üçüncü kuşak olarak kabul gören kadın hakları, tüketici hakları, çevre hakları gibi hakları da sosyo-ekonomik haklarla ilişkilendirmek yanlış olmaz. Bu hakların, sosyal haklar ve ekonomik haklar gibi bir ayırım içinde düşünüldüğü de görülüyor. Sosyal haklar olarak eğitim, sağlık, barınma haklarından söz edilirken, çalışma hakkı, iyi ve korunaklı çalışma koşulları, yeterli bir gelir gibi doğrudan ekonomik bölüşümle ilgili haklar “ekonomik haklar” gurubuna girmektedir1 . Bu ayırıma, “Kapitalizm Küreselleşirken Dünya Ahvali” adlı kitapta hayli yer verdim ve bu ayırımın, hakların küresel kapitalizm ve neo-liberal politikaların karşısındaki konumunu ortaya koymak açısından anlamlı olduğunu düşünmekteyim2 : Anlamlı, çünkü bugünkü egemen sistem, ekonomik ve siyasal anlayışıyla sosyal nitelikli haklarla az ya da çok uzlaşırken, ekonomik nitelikli hakları yok saydığını görmemek mümkün değil.

Bugün “sosyo-ekonomik” haklar yerine “sosyal haklar” deyiminin yaygınlaştığı görülüyor. Ancak, 1980 sonrasında sosyo-ekonomik eşitsizlikler geri plana itilirken kimlik gibi kültürel farklılıkların öne çıkarılması, “sosyo-ekonomik haklar” deyiminden vazgeçilip sosyal haklar (social rights) kavramının kullanılmasını kendiliğinden değil, sosyo-kültürel yapıyı da etkisi altına alan “neo-liberal” zamanların marifeti saymak yanlış olmaz! Dolayısıyla, “sosyal haklar” gibi bir ifade kullanıldığında, terminolojik bir “indirgeme” yapmakla kalmıyor, aynı zamanda günümüzdeki egemen sistem ve egemen ideolojinin tercihi yönünde bir söylem kullanır duruma geliyoruz. Uygulamaya bakıldığında, eğitim, sağlık, barınma, sosyal güvenlik gibi haklardan tümüyle vazgeçilemese bile piyasalaşma yolunda oldukları ortada; tümüyle piyasa malı olmalarını engelleyen de, liberal demokrasilerde bu tür ihtiyaçlara tamamen sırtını dönülememesi!... Çalışma hakkı ise, artık unutulmuş görünüyor; iyi işler, korunaklı çalışma koşulları gibi konularda da iyi dileklerden ötesi yok.

Liberalizm, artık yalnız ekonomiyi değil sosyo-kültürel yapıyı da biçimlendirmektedir; bu egemenlik içinde çalışma hakkı diye bir şey olmadığı gibi, bundan bir hak olarak söz etmenin de anlamı yoktur!... Bunlara karşı, sosyo-ekonomik hakları hatırlatmak gerekiyor.

Örneğin çalışma hakkının tüm sosyo-ekonomik haklar içinde merkezi bir önemi var; ayrıca, “ücretliler toplumu” haline gelen günümüz toplumunda çalışma hakkı, insan onuruna yaraşır ücret ve korunaklı çalışma koşullarıyla ilgili ekonomik haklar toplumun büyük kesimini ilgilendiren ve yaşamını belirleyen haklar niteliğinde. Buna karşın günümüzde iyi iş değil iş bulmak bile zorlaşmakta, dijital devrim ve yapay zekâ alanındaki hızlı gelişmelerle daha zorlaştığı ve zorlaşacağı bilinmektedir. İşsizliğe karşılık, “temel gelir” veya “yurttaşlık geliri” gibi uygulamalardan söz edildiğini de görüyoruz; ancak bu uygulama içinde herkese onurlu bir yaşam düzeyini sağlayacak bir gelirin verileceğini düşünmek zor. Böyle bir temel gelir, toplumsal gelirin bölüşümünde kökten dönüşüm anlamına gelir ki, kapitalist sistem ve neoliberal politikaların buna rıza göstermeleri beklenemez. Beklenebilseydi, çalışma saatlerini düşürerek isteyen herkese iş olanağının yolu bulunabilirdi. “Temel gelir” diye bugünkü asgari geçim düzeyi gibi düşük düzeyde bir gelir uygulamaya konduğunda ise- bu gelir hak niteliğinde olsa bile- yoksulluk ve devlete bağımlılığın artacağı kuşkusuz.