Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Türk Hukukunda Tanınmış Marka Sicili Uygulaması ve Sicilin İşlevi

Well-Known Trademark Registry Application in Turkish Law and the Function of the Registry

İrem DOĞAN

Markalar, bir işletmenin mal ve hizmetlerinin diğer işletmelerin mal ve hizmetlerinden ayırt edilmesini, tüketici tarafından mal ve hizmetinin kökeninin ve kalitesinin tespitini sağlayan sicilde gösterilebilir olma niteliğini haiz işaretlerdir. Hukuk düzenleri ticari hayatta, işletmelerin aynı zamanda önemli bir malvarlığını oluşturan, bu gayri maddi mal niteliğindeki işaretlere sınai mülkiyet hukuku kapsamında mutlak haklar bağlamıştır. Tanınmış markalar ise, marka sahibinin emek ve gayretiyle markaya kazandırdığı tanınmışlık seviyesinin bir sonucu olarak daha yoğun bir hukuki koruma sağlanan markaları ifade etmektedir. Ulusal ve uluslararası mevzuatta tanınmış markalar açıkça tanımlanmamış olup doktrin ve içtihatlarla tanınmış markaya ilişkin birtakım kriterler oluşturulmuştur. Mevzuatta önemli bir koruma bahşedilmiş olmasına rağmen tanınmışlığa karar verecek mercinin açıkça ifade edilmemesi de önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Uluslararası sözleşmelerde ülkelerin idari mercilerinin ve yargı organlarının yetkilendirilebileceği ifade edilmiştir. Ülkemiz mevzuatında ise tanınmış markanın tespitine yönelik açıkça yetkilendirilmiş bir kurum bulunmamaktadır. Anılan nedenlerle Türk Patent ve Marka Kurumu’nun, kuruluş mevzuatındaki hükümleri geniş bir şekilde yorumlayarak tanınmış marka sicili tutması son dönemlerde verilen yargı kararları ile tekrar gündeme gelmiş ve eleştirilmiştir.

Marka, Tanınmış Marka, Tanınmış Marka Sicili, Türk Patent ve Marka Kurumu.

Trademarks are signs with the nature of being displayed in the registry, which allows that the goods and services of a business to be distinguished from the goods and services of other businesses, and that the origin and quality of the goods and services to be identified by the consumer. Legal systems have granted absolute rights within the scope of industrial property law to these intangible signs, which also constitute an important asset of businesses in commercial life. Well-known trademarks, on the other hand, refer to trademarks that are provided with more intense legal protection as a result of the level of recognition that the trademark owner has brought to the brand through his efforts and exertions. Well-known trademarks have not been clearly defined in national and international legislation, but some criteria for well-known trademarks have been established through doctrine and jurisprudence. Although a significant protection is granted in the legislation, the failure to clearly identify the authority who will decide on recognition is also an important issue. International agreements state that administrative authorities and judicial bodies of countries may be authorized. There is no institution in our country’s legislation that is explicitly authorized for the determination of well-known trademarks. Due to the foregoing reasons, the Turkish Patent and Trademark Office’s ability to keep a well-known trademark registry by interpreting the provisions of the establishment legislation broadly has been brought to the agenda and criticized with the recent judicial decisions.

Trademark, Well-Known Trademark, Well-Known Trademark Registry, Turkish Patent and Trademark Office.

I. Giriş

Tanınmış markalar, ulusal ve uluslararası hukukta marka korumasından belki de en geniş faydalanan işaretler olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira pek çok durumda ülkesellik ve tescil ilkelerinin istisnasını oluşturmakta ve ülkeler arası sınırları aşan bir korumadan markanın sahip olduğu tanınmışlık sayesinde faydalanmaktadır. Hal böyle iken tanınmış markanın tanımı, bir markanın tanınmış marka olarak tanımlanması için hangi şartların sağlanması gerektiği, tanınmış marka niteliğinin kim tarafından hangi süreyle sınırlı olarak yapılacağı gibi konular önem kazanmaktadır. Ülkemizin de son zamanlarda hem uluslararası ticarette önemli bir aktör haline gelmesi hem de Avrupa Birliğine üyelik süreci ile birlikte sınai mülkiyet haklarına verilen önemin artması; marka hukukuna ve özellikle de tanınmış markalara ilişkin uyuşmazlıkların çoğalmasına ve hukukumuzda bu yönde önemli gelişmelerin kaydedilmesine yol açmıştır. Öyle ki bu kapsamda 2017 yılında Avrupa Birliği mevzuatı ile uyumlu olarak 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nu1 yürürlüğe girmiş, SMK’da tanınmış markalara ilişkin düzenlemelerde yeniliğe gidilmiş ve tanınmış markalara iki farklı hükümde nispi ret nedeni olarak yer verilmiştir. Bununla birlikte Türk Patent ve Marka Kurumu’nun (Kurum) tanınmış markaların korunmasına yönelik görev ve yetkileri daha fazla tartışılmaya başlanmıştır. Özellikle Kurum’un tanınmış markaların tespitinde görevli olup olmadığı, uygulamada var olan tanınmış markalar sicilinin hukukiliği sorunu son dönemlerde verilen yargı kararları ile ciddi şekilde gündeme gelmiştir. Anılan nedenlerle bu çalışmanın ilk bölümünde tanınmış marka kavramına ilişkin genel bir değerlendirme yapılacak, ikinci bölümde tanınmış markalar sicilinin hukukiliği, Kurum’un kuruluş ve görevlerini düzenleyen mevzuatla birlikte incelenecek ve üçüncü bölümde de tanınmış marka sicilinin eleştirilmesine yol açan sorunlar alt başlıklar halinde değerlendirilecektir.

II. Tanınmış Marka Kavramı

Marka; sicilde gösterilebilmek şartıyla, bir teşebbüsün mal veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mal ve hizmetlerinden açık ve net bir şekilde ayırt edilmesini sağlayan her türlü işareti ifade eder.2 SMK’nın 4’üncü maddesinde verilen tanıma göre ise marka, “Bir teşebbüsün mallarının veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlaması ve marka sahibine sağlanan korumanın konusunun açık ve kesin olarak anlaşılmasını sağlayabilecek şekilde sicilde gösterilebilir olması şartıyla kişi adları dâhil sözcükler, şekiller, renkler, harfler, sayılar, sesler ve malların veya ambalajlarının biçimi olmak üzere her tür işaret”tir. Marka korumasının en önemli amacı ise markanın ayırt edicilik işlevine zarar veren ve markanın tanınmışlığından haksız olarak yararlanılması sonucunu doğuran fiillerden marka sahibini korumaktır.3 Markanın sahibine anılan korumayı sağlaması ancak markanın tescili ile mümkündür. Sicile tescil edilen marka, sahibine mutlak haklar bahşetmekte ve hukuk düzeni tarafından sınai mülkiyet hakları çerçevesinde korunmaktadır.4 Sınai haklara hakim olan ülkesellik ilkesi gereğince marka ancak tescil edildiği ülkede tescil edildiği ülkenin mevzuatında öngörülen korumadan faydalanmaktadır.5

Günümüzde ticaret ağlarının ulusal sınırları aştığı, özellikle internetin kullanımı ile de tamamen sınırların ortadan kalktığı düşünüldüğünde ülkesellik ve tescil ilkelerinin bazı hukuki tehlikeleri de beraberinde getirdiği görülmektedir. Öyle ki; bir ülkede tescilli olan bir markanın başka bir ülkede üçüncü bir kişi tarafından tescil edilerek kullanılma ve o markanın yarattığı tanınmışlığı ve güveni kullanarak haksız menfaat elde edilmesi ihtimali, bu ilkelere istisna getiren çeşitli ulusal ve uluslararası düzenlemeleri gerekli kılmıştır. Bu istisnaların en önemlilerinden biri tanınmış marka korumasıdır.6

1883 tarihli Paris Sözleşmesi’nin7 6’ncı maddesinin birinci mükerrer maddesinde sözleşmeye taraf ülkelerin “bir kişiye ait olduğu, aynı veya benzeri mallar için kullanıldığı iyi bilinen tanınmış bir markanın herhangi bir karışıklığa yol açabilecek bir şekilde yeniden reprodüksiyonunu, taklit edilmesini veya aslına yakın bir şekilde değiştirilmesini içeren bir markanın” kullanılmasını ve tescilini engelleyeceğini kabul etmiştir. Bu tarihten sonra özellikle taraf ülkelerin ulusal mevzuatlarında da tanınmış markaya ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Ancak ne uluslararası mevzuatta ne de ulusal mevzuatımız da tanınmış markaya ilişkin bir tanıma yer verilmemiştir.8

SMK’nın marka tescilinde nispi ret nedenlerini düzenleyen ve tanınmış markaya ilişkin kanunda yer alan iki düzenlemeden ilki 6’ncı maddenin dördüncü fıkrasıdır. Buna göre “Paris Sözleşmesinin 1’inci mükerrer 6’ncı maddesi bağlamındaki tanınmış markalar ile aynı veya benzer nitelikteki marka başvuruları, aynı veya benzer mal veya hizmetler bakımından itiraz üzerine reddedilir.” Görüldüğü üzere hükümde doğrudan Paris Sözleşmesi’ne gönderme yapılmış ve herhangi bir tanıma yer verilmemiştir. Paris Sözleşmesi’nde yer alan “bir kişiye ait olduğu, aynı veya benzeri mallar için kullanıldığı iyi bilinen tanınmış bir marka” ifadesinden ise tanınmış markaya ilişkin olarak ancak “iyi bilinme” kriterini haiz olması gerektiği anlamı çıkmaktadır. Fakat bu halde de “iyi bilinme” den ne anlaşılması gerektiği sorusu akla gelmektedir. Doktrinde sözleşme metninden hareketle yapılan tanımlara bakıldığında; belli bir ülkede tescil korumasından faydalanmak ve korunma istenen ülkede de yetkili makamlar veya markanın kullanıldığı mal ve hizmetle ilgili çevreler tarafından tanınmak şartı ile tanınmış markadan bahsedilebileceği ifade edilmektedir.9 Ertem; belirli mal ve hizmetler bakımından marka ile ilgili bir kesimin önemli bir bölümünde çağrışım yapan markaları Paris Sözleşmesi kapsamında tanınmış marka olarak tanımlamıştır.10 Yasaman ise Paris Sözleşmesi’nden hareketle yaptığı tanınmış marka tanımında “iyi bilinme” ve “tanınmışlık” kavramlarının ölçüsünün tüm dünyada tanınma olarak yorumlanmaması gerektiğini, Sözleşme’nin amacının bir ülkede tanınmış bir markadan başka bir ülkede haksız olarak yararlanılmasının önüne geçmek olduğunu ifade ederek ilgili çevrede tanınmışlığın yeterli olduğunu savunmaktadır.11

Yargıtay da konuya ilişkin olarak güncel bir kararında “... Paris Sözleşmesinin 1. mükerrer 6. maddesinde, tanınmış markaya ilişkin olarak “... toplumun ilgili kesiminde bilinme” kriteri getirildiği, 556 sayılı KHK’nın 7/l-ı bendinin Paris Sözleşmesine yollama yapması ve Türkiye’nin üye olduğu sonraki tarihli TRIPS’nin 16/11. maddesi gereğince, korumanın söz konusu olabilmesi için tanınmış markanın tespitinde koruma istenen ülkede, yani Türkiye’de ilgili sektörde edinilmiş bilginin esas alınması gerekmektedir...” şeklindeki gerekçesi ile tanınmışlık düzeyinin geniş bir bölge için aranmasına gerek olmadığını; Türkiye’de ilgili sektördeki bir tanınmışlığın varlığı halinde tanınmış markadan söz edilebileceğini ortaya koymuştur.12

Konuya ilişkin olarak Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) tarafından 1999 yılında yayınlanan Ortak Tavsiye Metninde tanınmış markanın tespiti amacıyla bazı ölçütlere yer verilmiştir.13 Buna göre bir markanın tanınmış marka olup olmadığı değerlendirilirken; tanıtım faaliyetleri ve yoğun kullanım, toplumun ilgili kesimi, refleksif çağrışım, ürünün kalitesi ve orijinalliği, ilgili coğrafi bölge, ekonomik değer ifade etme, diğer malların reklam gücünü azaltma, ilgili kesimin zihninde güçlü bir izlenim edinmesi, markanın ilgili olduğu coğrafi bölgenin dilinde yer edinmesi ve şayet varsa marka hakkında verilmiş yargı kararlarına bakılarak tanınmışlık tespit edilir.14

SMK’nın 6’ncı maddesinin beşinci fıkrasında yer alan düzenlemeye göre ise haklı bir sebebe dayanma hali saklı kalmak kaydıyla “Tescil edilmiş veya tescil başvurusu daha önceki tarihte yapılmış bir markanın, Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarının zarar görebileceği veya ayırt edici karakterinin zedelenebileceği hâllerde, aynı ya da benzer markanın tescil başvurusu, aynı veya farklı mal veya hizmet olmasına bakılmaksızın” nispi ret nedeni olarak kabul edilir ve sonraki tarihli tescil başvurusu itiraz üzerine reddedilir. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 08.11.2022 tarihli bir kararında SMK’nın 6’ncı maddesinin beşinci fıkrasında düzenlenen nispi ret nedeninin uygulanmasına ilişkin olarak “Dairemizin emsal nitelikteki 13.11.2018 gün 2017/1410 Esas - 2018/7017 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere 556 sayılı KHK’nın 8/4. maddesi uyarınca, tanınmış markalar sahiplerine, markanın tescil kapsamındaki aynı ve benzer tür mal ve hizmetlerin yanı sıra, 556 sayılı KHK 8/4. maddesinde yazılı koşulların varlığı halinde farklı tür mal ve hizmetler yönünden de koruma sağlar. Böyle bir korumanın varlığı için her şeyden önce, tanınmış marka ile sonraki başvuru konusu markaya konu işaretler arasında nispi bir benzerlik bulunması gerekmektedir. Benzerlik şartının sağlanması için, markaları kullanan firmalar arasında idari veya ekonomik bir bağ olduğu konusunda ilişkilendirilme, diğer bir anlatımla markalar arasında karıştırılma ihtimalinin bulunması şart olmayıp, sonraki markanın tanınmış markayı çağrıştırması yeterlidir. Ancak tanınmış marka korumasından yararlanabilmek için, tek başına benzerlik bulunması yeterli olmayıp, 556 sayılı KHK’nın 8/4. maddesinde belirtilen, sonraki tarihli başvuru konusu işaretin tescilinin tanınmış markanın itibarına veya ayırt edicilik karakterine zarar vermesi ya da tanınmışlıktan haksız yarar sağlaması hallerinden en az birinin gerçekleşme ihtimalinin bulunması da zorunludur. 556 sayılı KHK’nın 8/4 maddesinde belirtilen risklerden herhangi birinin doğduğu kanaatine varılırsa, tescil için başvuru yapılan marka başvurusunun reddine, tescil edilmiş ise hükümsüzlüğüne karar verilmelidir.” şeklinde bir değerlendirme yaparak Türkiye’de tescilli bir tanınmış markanın, sonraki tarihli bir markaya veyahut marka başvurusuna karşı mal veya hizmet sınıfı fark etmeksizin korunmasına ilişkin şartları ayrıntılı şekilde açıklamıştır.15 SMK’nın 6’ncı maddesinin beşinci fıkrasında yer alan bu düzenleme; farklı mal ve hizmetleri de kapsayacak şekilde koruma sağladığı da vurgulanarak sınai haklar anlamında bir markaya sağlanabilecek en geniş koruma olarak tarif edilmektedir.16

SMK’nın 6’ncı maddesinin dördüncü fıkrasında yer verilen “tanınmış marka” ibaresi ile beşinci fıkrada bahsi geçen “Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi” ibaresinden aynı tanınmış marka tanımının mı anlaşılması gerektiği yoksa SMK’da farklı bir düzenlemeye mi gidildiği tartışmalıdır. Öyle ki bir görüşe göre SMK “Paris Sözleşmesi kapsamında tanınmış marka” ve “Diğer tanınmış markalar” olmak üzere iki farklı tanınmış markadan bahsetmiş ve bunların varlığına farklı hukuki sonuçlar bağlamıştır. Buna göre nispi red nedeni olarak Paris Sözleşmesi kapsamında bir tanınmış markanın varlığına dayanıldığında o markanın Kurum nezdinde tanınmış marka kabul edilip edilmediğinin bir önemi olmayacaktır. Ancak SMK’nın 6’ncı maddesinin beşinci fıkrası kapsamında tanınmış marka değerlendirmesi yapılırken o markanın Kurum tarafından tutulan tanınmış marka siciline kayıtlı olup olmadığı değerlendirilecektir.17 Tekinalp de “belli bir tanınmışlık düzeyine ulaşmak” ile “tanınmış marka” kavramlarının farklı olduğunu, her tanınmış markanın aynı zamanda belirli bir tanınmış seviyesine ulaştığını ancak her tanınmışlık düzeyine ulaşmış markanın tanınmış marka olmadığını ifade etmektedir. Bu görüşe göre “toplumda tanınmışlık derecesine ulaşma” kavramı “tanınmış marka” ya göre daha geniş ve daha düşük bir tanınmışlık düzeyini kapsar.18 Yargıtay da 03.04.2007 tarihli bir kararında “Markalar Hakkındaki KHK’nin 8. maddesinde bahsi geçen “toplumda tanınmışlık düzeyine erişmiş” deyimi “tanınmış marka” kavramından farklı olup, ondan daha geniş ve tanınmışlık derecesi itibarıyla daha düşüktür. Her tanınmış marka aynı zamanda tanınmışlık düzeyine ulaşmıştır. Ancak, bir marka tanınmış marka olmasa bile toplumda tanınmışlık düzeyine ulaşmış olabilir. Belli mahallerde tanınan markalar tanınmış marka kavramı içerisine girmeyebilir, fakat toplumda tanınmışlık düzeyine ulaşmış olabilir. Böyle bir markanın başka bir mal ve hizmet için tescili, bunu başka mal veya hizmet için tescil ettirecek kişiye haksız bir yarar sağlayacak veya söz konusu markanın itibarına zarar verecek ya da ayırt edici karakterini zedeleyecek sonuçlar doğuracaksa, toplumda tanınmışlık düzeyine ulaşmış markanın sahibin itirazı üzerine tescil talebi reddedilir” şeklindeki gerekçesi ile iki kavramın farklı olduğunu vurgulamıştır.19

Doktrinde ise Yargıtay’ın ve Tekinalp’in aksine SMK’nın 6’ncı maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “Paris Sözleşmesinin 1. mükerrer 6. maddesinde, tanınmış marka” ile beşinci fıkrada yer alan “Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi” kavramlarının aynı anlamda yorumlanması gerektiğini ve bu kapsamda iki fıkrada da “tanınmış marka” dan bahsedildiğini iddia eden görüş ağırlıktadır. Öyle ki Çolak’a göre iki düzenlemeden hareketle iki farklı tanım yapılması hatalı olur m. 6/4 ile m. 6/5 arasındaki fark hükmün sonuçları bakımındandır. Bir başka deyişle m. 6/4’te tanınmış marka aynı veya benzer mal ve hizmetler için bir koruma sağlarken; m. 6/5 belirli şartların varlığı halinde tanınmış markaya farklı mal ve hizmet sınıfları içinde koruma sağlanmasını hüküm altına almıştır.20 İmirlioğlu da kanun metninde yer alan “Türkiye” ifadesinin “toplum” kelimesinin içinde bir kavram olduğunu ve SMK’nın burada kavramsal bir farklılık yaratmaktan ziyade üst bir kavram olan “tanınmış marka”nın tanınmışlığına ilişkin bir derecelendirmeye giderek koruma kapsamının belirlenmesine ilişkin olduğunu savunmaktadır.21 Ayoğlu da benzer gerekçelerle iki fıkra arasındaki farklılığın teorik olduğunu, hukuki açıdan ise herhangi bir farklılığın olmadığını ifade etmektedir.22

Ancak uygulamada Türk Patent ve Marka Kurumu’nun da Yargıtay’ın görüşüne paralel olarak SMK’nın 6’ncı maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarında bahsedilen tanınmış markaları farklı yorumlamakta hatta bir alt ayrıma daha giderek bazı tanınmış markaları “sektörel tanınmış marka” olarak nitelemekte, bu şekilde tanınmış markalar siciline tescil etmekte ve bu markalar açısından farklı mal ve hizmetler için tescile izin vermektedir.23

III. Türk Patent ve Marka Kurumu Nezdinde Tanınmış Markanın Tescili

Türk Patent ve Marka Kurumu (Kurum), 24.06.1994 tarihinde 544 sayılı Türk Patent Enstitüsü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Türk Patent Enstitüsü ismiyle kurulmuştur.24 19.11.2003 tarihinde ise 5000 sayılı Türk Patent Enstitüsü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile 544 sayılı KHK yürürlükten kaldırılmıştır.25 15 Temmuz 2018 tarih ve 4 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile ise Türk Patent ve Marka Kurum’u bugünkü yapısına kavuşmuştur.26 Kurum ilk olarak 1997 yılında “1883 Tarihli Paris Sözleşmesi’ne göre, Koruma Altına Alınan Emareler, Tanınmış Markalar, Kamu Kuruluşlarına Ait Damga, Mühür, Alamet ve İşaretleri” başlıklı bir liste yayınlamış ve burada tanınmış markalara yer vermiştir. Sonrasında 2007 yılında 278’i tanınmış marka ve 58’i de sektörel tanınmış marka olmak üzere toplam 336 tanınmış markaya yer verdiği bir liste daha yayınlamış ve bu tarihten sonra Kurum tarafından marka sahiplerine tanınmış marka başvurusu yapma hakkı tanınmıştır.27

Mülga 5000 sayılı Kanun’un 13/d maddesinde Kurum’a “markaların tanınmışlık düzeyleri ile ilgili esasların belirlenmesi ve uygulamaya konulması işlemlerini yapma” görevi yüklenmiştir. Anılan hükümle aynı doğrultuda 4 sayılı Kararnamenin Kurum’un görevlerini düzenleyen 360’ıncı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde de Kurum “Patentler, faydalı modeller, markalar, coğrafi işaretler, geleneksel ürün adları, tasarımlar ile entegre devre topoğrafyalarının ilgili mevzuat hükümleri uyarınca tescilini ve bu hakların korunması ile ilgili işlemleri” yapmakla görevlendirilmiş ayrıca (f) bendinde de sınai mülkiyet hakları ile ilgili uluslararası anlaşmaların ülke içinde uygulanmasını sağlayacağı ifade edilmiştir. Kararname’nin 360’ıncı maddesinin yanı sıra Markalar Dairesi Başkanlığı’nın görevlerini düzenleyen 370’inci madde ile de Kurum’un “markaların tanınmışlık düzeyleri ile ilgili esasların belirlenmesi ve uygulamaya konulması işlemlerini” yürüteceği ifade edilmiştir. Bahsi geçen hükümlerde marka kavramının geniş olarak kullanıldığı, Kurum’un tescil görevine ilişkin olarak “marka-tanınmış marka” ayrımı yapılmadığı görülmektedir. Anılan düzenlemelerden hareketle Kurum’un “Tanınmış marka sicili” tutmaya yetkili olduğu ifade edilmiş olup uygulamada bu yönde gelişmiştir.28 Öyle ki Kurum 2007 yılında, 5000 sayılı mülga Kanun’a dayanarak “Tanınmış Marka Sicili” tutmaya başlamış ve sonrasında 4 sayılı Kararnamede yer alan düzenlemeden hareketle devam etmiştir. Kurum’un resmi web sitesinde tanınmış marka sicilinin tutulmasına ilişkin olarak “Markaların Tanınmışlık Düzeyleri ile İlgili Esaslar ve Uygulamasına İlişkin Esaslar” yayınlanmıştır. Anılan metinde tanınmış markaya ilişkin esaslar sayılmadan önce Kurum’un tanınmış marka sicilinin tutulmasında yetkili olduğuna ilişkin olarak “Türk Patent Enstitüsü Markalar Dairesi Başkanlığı, 19.11.2003 tarih ve 25294 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5000 sayılı Türk Patent Enstitüsü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun madde 13 (d) bendi uyarınca “İlgili mevzuat hükümlerine göre, markaların tanınmışlık düzeyleri ile ilgili esasların belirlenmesi ve uygulamaya konulması işlemlerini yapmak” ile de görevlendirilmiştir.” açıklaması yer almaktadır.29

Görüldüğü üzere Kurum, Kararnamede yer alan görev tanımından hareketle tanınmış marka sicili tutmaktadır. Ayrıca son yıllara kadar Yargıtay’ın görüşü de Kurum’un tanınmış marka sicili tutmakla görevli olduğu yönündedir. Öyle ki Yargıtay da 24.06.2004 tarihli bir kararında Kurum’un kanundan aldığı bir yetkiyi kullandığına ilişkin olarak “Bir markanın tanınmışlığının tespitine hangi kurumun karara vereceği uluslararası sözleşmelerde de net bir şekilde ifade edilmemiştir. Ancak, WİPO’nun 34’üncü Yönetim Birliği toplantısında kabul edilen, “ortak kararın” 1’nci maddesindeki tanımlarda tanınmış markalara karar vermeye yetkili otoritelerin, markaların korunmasını sağlayan yetkili kurumlar ve mahkemeler olduğu açıklanmıştır. Ülkemiz açısından da, 554 sayılı KHK’nın 1 ve 10/3, 556 sayılı KHK’nın 7/1-ı ve 8/4’üncü maddeleri ile taraf olduğumuz uluslar arası sözleşme hükümleri dikkate alınarak davalı TPE ile mahkemelerimizin tanınmış marka tespitinde yetkili olduğunun kabulü gerekir.” ifadelerini kullanmıştır.30 Hatta öyle ki yine aynı kararda “tanınmışlık talebi yönünden TPE’ye başvurmadan doğrudan tescil davası yolu ile bu sonuca ulaşılmak istenilmesi markaların tescil sistemine de uygun düşmemektedir. Markanın tanınmışlığı yönünde TPE’ne başvurulup, tescil prosedürü tamamlanmadan, bu yönde nihai bir karar oluşmadan doğrudan açılan tespit davasında hukuki yarar yoktur.” denilerek tanınmış markanın tescili için Kurum’a başvurmaksızın doğrudan dava açılamayacağına hükmetmiştir. Yine aynı yönde bir kararında ise Yargıtay; dava açmak suretiyle markanın tanınmışlığının tespitinin sağlanamayacağını, bir markanın tanınmışlığının tesciline ilişkin yetkinin Kurum’a ait olduğunu ve tescil için doğrudan mahkemeye başvurulmasının usule uygun olmadığını hüküm altına almıştır.31 Bir başka karardaki gerekçesinde de Kurum’un tanınmış markanın tescili için “tek yetkili kurum” olduğu ifadelerini kullanmıştır.32

Kurum’un tanınmış marka sicili tutmaya başladığı günden bugüne doktrinde Kurum’un bu yönde bir yetkisi olmadığı yönündeki görüşler, Yargıtay’ın son dönemde değişen içtihadı ile de daha fazla gündeme gelmeye başlamıştır.