Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

İcareteynli ve Mukataalı Vakıfların Tasfiyesi

Liquidation Process of Foundations with Icareteyn and Mukata

Ali TURAN, Bahar ÖCAL APAYDIN

Vakıflar, Türk-İslam tarihinde hukuki, dini ve siyasi birtakım sebeplerle büyük bir gelişim göstermiştir. Osmanlı Devleti’nde de oldukça gelişmiş bir vakıf kültürü var olmuştur. Bugün kamu hizmeti olarak vasıflandırılan birçok faaliyet, Osmanlı Devleti’nde vakıflar aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Böylelikle devletin yükünü bir nevi hafifletmiş olan bu müessese devlet otoritesi tarafından da desteklenmiştir. Osmanlı Devleti’nde kurulan vakıflar çeşitli açılardan tasnife tabi tutulmuştur. Bu tasniflerde vakfın amaçları, vakfa tahsis edilen malların nitelikleri, vakfa tahsis edilen mallar üzerindeki tasarruf hakkı ve vakfın idare şekilleri temel alınmaktadır. Bu cihetle vakfa gelir sağlayan malların tabi bulunduğu statüye göre vakıflar icare-i vahideli (tek kiralı), icareteynli (iki kiralı) ve mukataalı vakıflar olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Esasen icareteynli ve mukataalı vakıflar zaruret sebebiyle kurulmuştur. Çeşitli sebeplerle (zamanla tahrip olma, sel, yangın, deprem vb.) tahrip olan vakıf mallarının vakfın tabii gelirleriyle tamir ya da ihya edilmemesi halinde, bu malların tasarruf şeklinde değişikliğe gidilmiş ve böylece icareteynli ve mukataalı vakıflar ortaya çıkmıştır. Öyle ki bu vakıflarda söz konusu olan tasarruf şekilleri zamanla mülkiyet hakkına yaklaşmış ve bu tasarruf haklarının intikali noktasında şer’i miras hukukundan ayrı bir örfi miras hukuku tatbik edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra ise eski hukukun birer kalıntısı olarak görülen bu vakıflar 2762 sayılı Vakıflar Kanunu ile tasfiye edilmiştir. Bu tasfiye neticesinde etkileri günümüze kadar gelen bazı hukuki problemler meydana gelmiştir. Bu çalışmanın amacı, icareteynli ve mukataalı vakıfların tasfiye süreci hakkında değerlendirme yapmak suretiyle hukuki sorunları incelemektir. Bu çerçevede öncelikle Osmanlı Devleti’nin vakıf sistemi ile icareteynli ve mukataalı vakıfların niteliği üzerinde durulacaktır. Akabinde ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte bu vakıfların tasfiye süreci ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Osmanlı Devleti’nde Vakıflar, İcareteynli Vakıflar, Mukataalı Vakıflar, İcareteynli ve Mukataalı Vakıfların Tasfiyesi.

Foundations had great development phases in Turkish-Islamic history from legal, religious, and political aspects. Given the fact that there was a highly developed foundation culture in the Ottoman Empire; many activities, which are characterized as public services today, were carried out through foundations in the Ottoman Empire. Thus, this institution, which relieved the burden of the state in a way, was also supported by the state authority. Foundations (waqf) established in the Ottoman Empire were classified in various aspects. These classifications are based on the purposes of the foundation, the qualities of the goods allocated to the foundation, the right of disposal on the goods allocated to the foundation and the management methods of the foundation. In this respect, foundations are divided into three groups according to the status of the properties that provide income to the foundation: foundations with icare-i vahideli (single rent), foundations with icareteyn (two rents) and foundations with mukata. In fact, foundations with icareteyn and mukata were established out of necessity. In the event that waqf properties that were destroyed due to various reasons (destruction over time, floods, fires, earthquakes, etc.) could not be repaired or restored with the natural revenues of the waqf, a change was made in the way of disposing of these properties, and thus foundations with icareteyn and mukataa emerged. So much so that the forms of disposition in these foundations approached the right of ownership over time, and a customary inheritance law separate from the sharia inheritance law was applied at the point of transfer of these disposition rights. After the establishment of the Republic of Turkey, these foundations, which were seen as remnants of the old law, were liquidated with the Law No. 2762 on Foundations. As a result of this liquidation, some legal problems have occurred, the effects of which have survived until today. The aim of this study is to analyze the legal problems by evaluating the liquidation process of foundations with icareteyn and mukata. In this framework, firstly, the foundation system of the Ottoman Empire and the nature of foundations with icareteyn and mukata will be emphasized. Subsequently, with the establishment of the Republic of Turkey, the liquidation process of these foundations will be tried to be revealed.

Foundations (Waqfs) in the Ottoman Empire, Foundations with Icareteyn, Foundations with Mukata, Liquidation Process of Foundations with Icareteyn and Mukata.

Giriş

Vakıflar, geçmişten günümüze kadar toplum hayatında çok mühim bir konumda yer almış ve İslam devletlerinin sosyal ve iktisadi hayatlarında “muazzam ve devamlı bir rol1 oynamıştır. Osmanlı Devleti’nde de güçlü bir şekilde devam etmiş olan bu vakıf kültürü, hiç şüphesiz geçmişten günümüze değin uzanan önemli bir mirasın taşıyıcısı olmuştur. Bir yardımlaşma müessesesi olarak vakıflar, bugün devletçe icra edilen birçok kamu hizmetini de yerine getirmiştir. Ali Himmet Berki, bu müessesenin hakkını, Vakıflar adlı kitabının kapağına eklediği “Vakıf müesseseleri insanların düşünebildikleri hukuki müesseselerin en hayırlısıdır.” şeklindeki cümle ile vermiştir

Klasik İslam hukuku kaynaklarında verilen vakıf tarifi, aralarında kısmi farklar bulunmakla birlikte mana itibariyle aynıdır. Bu tarif Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’in tarifine uygun olarak “Mülk olan bir aynı, devamlı olarak (alâvechitte’bîd) Allah’ın mülkü olmak üzere temlik ve temellükten menetmek ve menfaatlerini Allah’ın kullarına (diğer bir tabirle vakfedenin dilediğine) tasadduk etmektir.2 şeklindedir. Ebu Hanife’nin vakıf tarifi ise İmameyn’den farklı olup “Mülk bir aynı, vakfedenin mülkünde habsetmek (alıkoymak) ve menfaatlerini tasadduk etmekten (sadaka olarak vermekten) ibarettir.” şeklindedir.3 Her iki tarif arasındaki fark oldukça mühim neticeler doğurmuştur. Zira ilk tarife göre vâkıf, vakıf işleminden geri dönememekte; buna mukabil olarak Ebu Hanife’nin tarifinde mülkiyet vâkıfta kaldığı için vâkıfın bu işlemden rücu etmesi mümkün bulunmaktadır. Osmanlı tatbikatında ise ilk görüş kabul görmüş ve vakıf işlemi lâzım (geri dönülemez) bir işlem olarak değerlendirilmiştir. Öyle ki, bu görüşün tatbiki ile nazari olarak vakfın ebediliği söz konusu olmuştur.

Osmanlı Devleti’nde vakıf gayrimenkullerinin normal işletilme usulü, bu gayrimenkullerin bir ya da üç seneliğine kiraya verilmesi şeklinde idi. Fakat çeşitli sebeplerle tahribata uğrayan ve gelir getirmekten aciz hale gelen vakıf mallarının ihyası için icareteyn ve mukataa adı verilen usullere müracaat edilmiştir. Her iki usul de esas kaidelere uygun değildi. Fakat vakıf akarlarını yeniden ihya etme ve vakıflar için sürekli bir gelir elde etme gayesiyle bu usullere cevaz verildi. Zaruri sebeplerin ve birtakım şekli şartların gerçekleşmesi neticesinde müracaat edilen icareteyn ve mukataa usulü, ne yazık çeşitli suiistimallere uğradı. Şartları tahakkuk etmediği halde birçok vakıf arsa icareteyne ya da mukataaya bağlandı. Her iki usulde de vakıf gayrimenkuller üzerinde süresiz bir tasarruf yetkisi söz konusu olmakta ve bu tasarruf yetkisi mirasçılara intikal edebilmekteydi.

Osmanlı Devleti’nin yıkılıp Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte süratli bir şekilde iktibas yoluna müracaat edildi ve 1926 tarihli Türk Kanun-ı Medenisi kabul edildi. Kabul edilen medeni kanun ile eski vakıflarla alakalı hükümler birbiriyle uyuşmamaktaydı. Bu sebeple Medeni Kanun’un tatbikat kanununda eski vakıflar için ayrıca bir Tatbikat Kanunu hazırlanacağı hüküm altına alındı. Bu tatbikat kanununa ilişkin çalışmalar yapmak üzere İsviçreli medeni hukukçu Hans Leeman Türkiye’ye davet edildi. Bu hukukçu da icareteyn ve mukataa usullerinin Medeni Kanun hükümleriyle örtüşmediğini gördü. Uzun bir zaman diliminde bu konuya ilişkin çeşitli raporlar ve layihalar hazırlandı ve nihayet 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu ile icareteyn ve mukataa usullerine son verilerek bu nitelikteki eski vakıfların tasfiyesi kararlaştırıldı. Buna göre bu tür vakıflarda vakıf gayrimenkullerin mülkiyeti, senelik icare ve mukataa bedellerinin yirmi misli taviz bedeli ödenmesi karşılığında mutasarrıflarına devredildi.

2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu ile icareteynli ve mukataalı vakıfların tasfiyesi, eski vakıflarla ilgili sorunları tamamen çözememiştir. Bu Kanun zamanla değişikliklere uğramış ve nihayet 5737 sayılı ve 20.02.2008 tarihli Vakıflar Kanunu ile ilga edilmiştir. Bu eski vakıflarla alakalı sorunlar günümüzde dahi devam etmektedir. Özellikle bu Kanunlarda mülkiyetin nakli için ödenecek olan taviz bedelinin ve bu tür yerlerle alakalı olarak tapu kayıtlarında yer alan vakıf şerhi ibaresinin hukuki mahiyeti tartışmalıdır.

Bu çalışmada Osmanlı Devleti’nden günümüze kadar ulaşan ve henüz tam manasıyla çözüme kavuşmamış olan icareteynli ve mukataalı vakıfların tasfiye süreci incelenmiştir. Bu amaçla evvela Osmanlı Devleti’nde vakıf kültürüne, akabinde ise icareteynli ve mukataalı vakıfların niteliklerine ana hatlarıyla temas edilmiştir. Son olarak da eski hukukun bakiyesi olan bu vakıfların tasfiye süreci ve bu süreçte ortaya çıkan hukuki sorunlar ele alınmıştır.

I. Osmanlı Devleti’nde Vakıf Kültürü

İslam tarihinde büyük bir gelişme gösteren vakıflar, Osmanlı Devleti’nde de oldukça mühim bir konumda yer almıştır. Vakıfların İslam ve Osmanlı tarihinde böyle bir konuma ulaşmasında birtakım gayelerin etkisi vardır. Bilhassa hayri vakıfların kurulmasında, vakfı kuran kişinin Allah’ın hoşnutluğunu kazanma ve geride bir hayır eseri bırakmış olma arzusu etkili olmuştur.

Vakıfların kurulmasında en mühim etkenlerden biri de bugün devlet tarafından verilen kamu hizmetlerinin vakıflar yoluyla yerine getirilmiş olmasıdır. Öyle ki devlet tarafından icra edilmesi gereken bu hizmetlerin vakıflar tarafından yapılması, devletin bizzat bu vakıfları teşvik etmesini ve desteklemesini sağlamıştır. Din, kültür, eğitim, bayındırlık, sağlık, sosyal güvenlik ve dayanışma gibi toplum hayatının her alanını kapsayan hizmetlerin vakıflarca üstlenildiği görülmektedir.4 Devlet de bu tür hizmetlerin muntazam ve sürekli bir biçimde yapılması için rakabesi kendisinde bulunan miri arazinin tasarruf hakkını veya vergi gelirlerini ya da bunların ikisini bu tür hizmetleri yerine getiren vakıflara tahsis etmiştir.5

Osmanlı Devleti’nde bazı vakıflar, vakıf kurucusunun kendi soyundan gelenlerin geleceğini teminat altına alması ya da yaptığı birikimlerin kendi soyundan gelen liyakatsiz kimselerce heba edilmesini önleme gayesiyle kurulmuştur. Aile vakfı ya da zürri vakıf adı verilen bu vakıfların daha çok idareciler tarafından kurulduğu ve bu şekilde ölümlerinden sonra mallarının müsadere edilmesinin engellenmesinin amaçlandığı şeklinde yaygın bir kanaat mevcuttur.6

İslam hukukunda geçerli bir şekilde vakıf kurabilmesi için dört unsur aranmaktadır. Bunlar vakfeden şahıs (vâkıf), irade beyanı, vakfedilen mal (mevkûf) ve vakıftan istifade edecek olanlardır (mevkufun aleyh). Osmanlı Devleti’nde vakıflar, esas itibariyle sözlü bir hukuki işlemle kurulur. Tam eda ehliyetine sahip olan kadın ya da erkeğin sözlü bir şekilde vakıf kurma iradesini ortaya koyması yeterlidir. Her ne kadar vakıf kurma işleminin tamamlanması için resmi bir senedin tanzimi gerekmese de vakıf şartlarının sağlıklı bir şekilde tespiti için tatbikatta yazılı bir metnin tanzimine müracaat edilmiş7 ve bu işlemin geri dönülemez bir işlem halini almasını teminat altına almak için de vakıf işleminin mahkemeye tescili yoluna gidilmiştir.8 Vakıf, kişinin sağlığında kurulabileceği gibi, vasiyet yoluyla kişinin ölümünden sonra işlerlik kazanacak şekilde de kurulabilmiştir. Bu şekilde kurulan vakıflar, şer’i miras hukukunda vasiyet için getirilmiş olan icazet olmadıkça terekenin üçte birinin aşılmaması ve mirasçılardan birisi lehine yapılmışsa miktarına bakılmaksızın diğer mirasçılarının rızasının alınması sınırlamalarına tabidir.9

İslam hukukunda esas itibariyle gayrimenkul mallar vakfedilebilir. Bununla birlikte bir bölgede menkul bir malın vakfedilmesine dair örf ve adet mevcut ise orada bu tür menkul malların vakfedilmesi sahihtir. Aynı zamanda bir gayrimenkule tabi olan menkul malların vakfı da söz konusu olabilir. Böylelikle kitap, para, elbise, mefruşat, silah ve çiftlik hayvanları gibi menkul mallar vakfa konu olabilmiştir.10

Osmanlı Devleti’nde kurulan vakıfların ekseriyeti hayri vakıflar şeklinde kurulmuştur. Bu vakıflardan yararlanan kimseler de vaziyete göre bazen dar bazen de geniş bir biçimde tayin edilebilmiştir. Esas itibariyle vakıf mallarından istifade edebilmek için fakir olma şartı aranmazken, yalnızca zenginlerin istifadesine sunulan vakıflar caiz görülmemiştir.11 Ayrıca vâkıfın ve vakıftan istifade edenlerin aynı dine mensubiyeti de şart değildir. Dolayısıyla bir Müslüman vakfettiği malın menfaatini gayrimüslim tebaanın fakirlerine tahsis edilmesini şart koşabildiği gibi, gayrimüslim bir vâkıfın da vakfettiği malın menfaatini Müslüman tebaanın fakirlerine tahsis etmesi mümkündür.12 Yine Osmanlı Devleti’nde Ebu Yusuf’un görüşü tatbik edilmek suretiyle bir kimsenin kendisini veya yakınlarını vakıf lehdarı olarak tayin etmesine imkân tanınmıştır.13

II. İcareteynli ve Mukataalı Vakıflar

Osmanlı Devleti’nde kurulan vakıflar çeşitli unsurlar yönünden tasnife tabi tutulabilir. Aydın, vakıfları gayelerine (hayri vakıflar ve aile vakıfları), gerçek manada vakıf olup olmamalarına (sahih ve gayrisahih vakıflar), vakfa gelir getiren malların tabi olduğu statüye (tek kiralı, icareteynli ve mukataalı vakıflar) ve idarelerine (mazbut ve mülhak vakıflar) göre olmak üzere dört kısımda ele almaktadır.14 Biz bu çalışmada vakfa gelir getiren malların tabi olduğu statüye göre vakıfların tasnifi bahsini, doğrudan konumuzla ilgili olması hasebiyle icareteynli ve mukataalı vakıflar ile sınırlandırarak ana hatlarıyla ele alacağız.