Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması Uyarınca Esaslı İhlalin Kıstasları

The Criteria of Fundamental Breach Under the United Nations Convention on Contracts for International Sale of Goods

Hilal KURUBAŞ

Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması (CISG), 10 Nisan 1980 tarihinde Viyana Konferansı’nda oybirliği ile kabul edilmiştir. Birleşmiş Milletler Milletlerarası Ticaret Komisyonu (UNCITRAL) tarafından taslağı oluşturulan bu Antlaşma’nın amacı uluslararası satım hukuku bakımından yeknesak kuralların uygulanmasını sağlamaktadır. Bugün 97 ülke Viyana Satım Antlaşması’na taraftır. Farklı hukuk sistemlerini benimseyen ve dünyanın bambaşka kıtalarında yer alan devletlerce Antlaşma’nın kabul edilmesi CISG’ın uygulama alanını genişletmiştir ve böylelikle Antlaşma küresel çapta bir önem kazanmıştır. Viyana Satım Antlaşması, 1 Ağustos 2011 tarihinde Türkiye’de yürürlüğe girmiştir ve o günden beri Antlaşma’nın uygulama alanına giren hukuki uyuşmazlıklara CISG uyarınca hüküm kurulmaktadır. Viyana Satım Antlaşması ile uluslararası taşınır malların satımına ilişkin sözleşmelerin kuruluşu, ifası ve sona ermesine yönelik hükümler getirilmiştir. Esaslı ihlal kavramı ise CISG m. 25 ile düzenlenmiştir. Esaslı ihlal sözleşmeden dönme imkanı verdiğinden Antlaşma bakımından muazzam bir öneme sahiptir. Çalışmamızın amacı, esaslı ihlalin mevcut olabilmesi için CISG m. 25 kapsamında aranan kıstaslar hakkında bir fikir oluşturmaktır.

Viyana Satım Antlaşması, CISG, Esaslı İhlal Kavramı, Esaslı İhlalin Kıstasları, Sözleşmenin İhlali.

The United Nations Convention on Contracts for International Sale of Goods (CISG) was adopted unanimously on 10 April 1980 at the Vienna Conference. The purpose of the Convention which was drafted by the United Nations Commission on International Trade Law (UNCITRAL) is to ensure the application of uniform rules in terms of international sales law. Today, 97 countries are party to the Vienna Sales Convention. The acception of the Convention by states which has adopted diverse legal systems and are located different continents of the world has expanded the sphere of application of the Convention and thus the Convention has gained global significance. The Convention entered into force on the 1 August 2011 in Turkiye and since then legal disputes falling within the sphere of application of the Convention are given verdict under the rules of the CISG. The rules on the establishment, execution, and termination of the contracts related to the international sale of transportable properties has been made by the Vienna Sales Convention. The concept of Fundamental Breach is defined in CISG art. 25. Fundamental Breach is of tremendous importance in terms of the Convention because it vest the right to avoid the contract. The aim of our study is to compose an idea on criteria required under CISG art. 25 for fundamental breach to exist.

Vienna Sales Convention, CISG, The Concept of Fundamental Breach, The Criteria of Fundamental Breach, Breach of Contract.

GİRİŞ

Uluslararası alanda gerçekleşen ticaretin gelişmesiyle birlikte farklı milletlere mensup taraflarca akdedilen satım sözleşmeleri artmıştır. Bu artışa bağlı olarak da taraflar arasında ortaya çıkan hukuki uyuşmazlıklara hangi ülke hukukunun uygulanması gerektiği tartışmaları peyda olmuştur. Söz konusu tartışmaların küresel çapta kurulabilecek bir milletlerarası ticaret zemininde giderilebilmesi için çalışmalar yapılmıştır. Sonuç itibariyle 11 Nisan 1980 tarihinde Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması (CISG) farklı hukuki, sosyal ve ekonomik sistemleri dikkate alarak uluslararası satım hukukunun yeknesaklaştırılması amacıyla kabul edilmiş ve Antlaşma, 01.01.1998 tarihinde yürürlüğe girmiştir1 .

Antlaşma’yı diğer uluslararası hukuk uyumlaştırma çalışmalarından ayıran ve onun milletlerarası alanda daha başarılı olmasını sağlayan unsurlardan biri Antlaşma’nın dünya üzerinde farklı hukuk sistemlerini benimsemiş ülkeler tarafından kabul görmesidir. Öyle ki gerek Common Law ve Civil Law ülkeleri gerekse Kanada gibi karma hukuk sistemine sahip ülkeler Antlaşma’ya taraftır. Sözleşmenin İslam Hukuku prensiplerini taşıyan Mısır, Irak ve Filistin gibi devletler tarafından ve bunların yanı sıra denizaşırı ülkelerden olan Brezilya ve Japonya nezdinde de kabul edilmesi sözleşmenin uygulama alanını daha da genişletmiştir2 . Antlaşma’ya 30.08.2023 tarihi itibariyle 97 ülke taraftır3 .

Türkiye, Antlaşma’yı çekince koymadan kabul etmiştir ve Antlaşma 01.08.2011 tarihinden beri ülkemizde yürürlüktedir. Dolayısıyla taraflar açıkça aksini kararlaştırmadığı müddetçe işyerleri Antlaşma’ya üye olan ülkelerde bulunanlarca kurulan sözleşmelere CISG hükümleri uygulanacaktır. Antlaşma, ticari ilişkilerimizin ağırlıklı oranda gerçekleştiği Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin, İtalya ve Irak gibi ülkelerce de kabul edildiğinden dış ticaret sahamızda akdedilecek sözleşmelerde meydana gelebilecek hukuki uyuşmazlıklara uygulanacak olan yaptırımlar Antlaşma’ya tabi olmuştur4 . Tüm bu durumlar dikkate alındığında Antlaşma’nın Türkiye açısından ne denli önem arz ettiği kanaatimizce aşikardır.

Çalışmamızda Antlaşma kapsamında esaslı ihlalin mevcut hukuki uyuşmazlık bakımından hangi kıstasları sağlaması halinde varlık kazanacağı inceleme konusu yapılmıştır. Öncelikle sözleşmenin esaslı ihlalinin ne olduğuna kısaca değinilmiş ve ardından Antlaşma’nın açık hükmü (CISG m. 25) uyarınca ihlalin niteliğinin esaslı olması için aranan unsurların ayrıntılı bir biçimde açıklanmasına gayret edilmiştir.

I. SÖZLEŞMENİN ESASLI İHLALİ

Antlaşma, yeknesak bir sözleşmeye aykırılık modeli benimsemektedir. Öyle ki burada sözleşme ihlalleri türlere ayrılmamakta bunun yerine borca uygun olmayan tüm haller tek başlık olan ‘sözleşmeye aykırılık’ altında toplanmaktadır5 .

Taraflarca, kararlaştırılan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya Antlaşma hükümlerine uygun davranılmaması halinde sözleşmeye aykırılık ortaya çıkmaktadır6 . Esaslı ihlal konusu ise tam bu noktada önem kazanır. Zira Antlaşma kapsamında bir ihlal meydana geldiğinde buna uygulanacak olan hukuki yaptırımlar ihlalin esaslı olup olmamasına bağlı olarak değişiklik gösterir7 . Öyle ki sözleşmenin satıcı tarafından ihlal edilmesi halinde alıcının aynen ifayı talep etme (CISG m. 46/1), mallar sözleşmeye uygun değilse malların onarılmasını isteme (CISG m. 46/3) veya semenin indirilmesini talep etme (CISG m. 50) hakkı bulunur. Fakat satıcının ihlali esaslı nitelikte ise alıcı, ikame mal teslimini talep etme (CISG m. 46/2) veya sözleşmeden dönme (CISG m. 49) hakkına sahiptir. İhlalin alıcı tarafından gerçekleştirilmesi halinde ise satıcının aynen ifayı talep etmesi (CISG m. 62) mümkündür. Ancak ihlal esaslı ise satıcının da sözleşmeden dönme (CISG m. 64) hakkı vardır. Son olarak Antlaşma’da tüm bu imkanlara ek olarak veya tek başına satıcıya ve alıcıya tazminat talebinde bulunma hakkı da (CISG m. 74 - m. 77) tanınmaktadır. Dolayısıyla bir ihlal mevcut olduğunda bunun hangi şartları sağlaması halinde esaslı olacağının hukuki uyuşmazlığa uygulanacak olan yaptırımın belirlenmesi için tespit edilmesi gerekir.

Esaslı ihlalin hangi koşullar altında varlık gösterebileceği açık hüküm yoluyla düzenlenmiştir. Buna göre öncelikle taraflardan biri Antlaşma’dan veya sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğü ihlal etmelidir. Bu ihlal sebebiyle karşı taraf sözleşme gereğince beklemekte haklı olduğu bir menfaatten önemli ölçüde yoksun kalmalı ve sözleşmenin ihlali neticesinde ortaya çıkan bu menfaat kaybı olumsuz bir sonuç oluşturmalıdır. Söz konusu sonuç da borca aykırı davranan tarafça öngörülmeli ve aynı konum ve koşullar içindeki makul bir kişi tarafından da öngörülebilir olmalıdır8 . Görülmektedir ki Antlaşma esaslı ihlalin mevcut olması için hem objektif hem de sübjektif kriterler aramaktadır. Dolayısıyla bir ihlalin esaslı olup olmadığı, Antlaşma’da açık hüküm yoluyla belirlenen bu kıstaslar çerçevesinde, her somut olayın kendine ait koşulları altında bir değerlendirme yapılarak belirlenecektir. İncelemenin sonucunda mevcut hukuki uyuşmazlık, Antlaşma ile düzenlenen tüm bu koşulları sağlıyorsa ihlalin niteliği esaslı olacaktır.

II. ESASLI İHLALİN VARLIĞI İÇİN ARANAN KISTASLAR

Viyana Satım Anlaşması kapsamında esaslı ihlalin oluşabilmesi için öncelikle bir sözleşme ihlalinin varlığı gerekmektedir9 . Bu anlamda sözleşmenin ihlal edilmesi (a breach of contract committed by one of the parties) ile alıcının ya da satıcının Antlaşma’dan veya satım sözleşmesinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemiş olması kast edilmektedir10 . Yalnızca bir yükümlülüğün ihlali, esaslı ihlal oluşturabileceği gibi birden fazla yükümlülüğe aykırı davranılması durumunda da mevcut hal esaslı ihlal olarak değerlendirilebilecektir. Bu ihlalin taraflarca değil de borcun tamamının veya bir kısmının ifası bakımından sorumluluk üstlenen üçüncü kişilerce gerçekleştirilmiş olması halinde de sonuç değişmeyecektir11 .

Satım akdinde tarafların sözleşme müzakereleri, zımni anlaşmalar veya yerel hukuktan doğan yükümlülükleri olabilmektedir12 . Viyana Satım Antlaşması ise ihlalin esaslı olabilmesini yalnızca Antlaşma hükümlerinden veya sözleşmeden doğan yükümlülüklere bağlamaktadır13 . Bu sebeple Antlaşma’da işaret edilen iki kaynağa dayanan yükümlülükler dışında kalan borçlar CISG m. 25 kapsamına girmemektedir.

Viyana Satım Antlaşması, hangi tür yükümlülüklerin ihlal edilmesini CISG m. 25 çerçevesinde değerlendirebileceğimiz konusunda bir ayrım yapmamıştır. Dolayısıyla borca aykırılık neticesinde sorumluluğun doğması bakımından ihlalin asli veya yan edim yükümlülüğüne ilişkin olması önemli değildir14 .

Dikkat etmek gerekir ki sözleşmeden doğan yükümlülüğün yerine getirilmemesi CISG m. 71’de olduğu gibi bir hakkın kullanılmasından kaynaklanıyor olabilir. Böyle bir durumda ise sözleşmenin ihlalinden bahsedilememektedir. Zira açık hüküm gereğince borçlunun borcunu yerine getirmesi önemli ölçüde belirsiz hale gelmişse alacaklı kendi yükümlülüklerinin ifasını askıya alma hakkına sahiptir (CISG m. 71). Örneğin sözleşme kurulduktan sonra satıcı, alıcının ödeme kabiliyetindeki ciddi yetersizlik sebebiyle, borcu olan malı teslim etme yükümlülüğünü yerine getirmezse sözleşmeyi ihlal etmiş olmayacaktır15 .

Esaslı ihlal bakımından teamüller ve alışkanlıklar konusu önem arz etmektedir. Çünkü Viyana Satım Antlaşması’na göre taraflar uygulanmasını kabul ettikleri teamüller ve aralarında yerleşmiş olan alışkanlıklar ile bağlıdır (CISG m. 9/1)16 . Dolayısıyla bunlara uygun olmayan tutumlar borca aykırılık olarak değerlendirilmektedir.

Satım sözleşmesinde teamüllere yapılan atıflar ve yerleşmiş alışkanlıklardan doğan hükümler CISG m. 6 gereğince Antlaşma kurallarından öncelikli gelmektedir17 . Bu prensip uyarınca tarafların sözleşmede kararlaştırmış oldukları hükümler aynı konunun düzenlendiği Antlaşma hükümlerine nazaran öncelikli olarak uygulama alanı bulmaktadır18 . Tarafların anlaşmaya vardıkları teamüller ve aralarında gelişen alışkanlıklar bu yönde bir irade açıklamasının ortaya çıkması sonucu uygulanacakken, milletlerarası ticari teamül kuralları taraf iradelerine bağlı olmaksızın uygulanmaktadır19 .

Teamül, Antlaşma’da tanımlanmamıştır. Genel görüş bu kavram açıklanırken otonom ve yeknesak bir yaklaşım sergilenmesi gerektiği yönündedir20 . Buna göre teamülü, belirli bir ticari branşın veya belirli bir pazarın üyeleri tarafından, milletlerarası ticarette aynı tür sözleşmelere yaygın olarak uygulanan davranış kurallarının bütünü olarak tanımlamak mümkündür21 .

Tarafların sözleşmede bir teamül üzerine anlaşma sağlayıp sağlamadığı Antlaşma’daki genel kurallar çerçevesinde belirlenmektedir. Buna göre CISG m. 9/1 gereğince taraflarca açık veya örtülü bir şekilde kararlaştırılmış olan her davranış, milletlerarası ticarette geçerli olup olmadığına bakılmaksızın bağlayıcıdır22 . Aksinin kararlaştırılmadığı teamüller için ise CISG m. 9/2 hükmüyle bir sınırlama getirilmiştir23 . Buna göre hükümde taraflar arasında kararlaştırılmayan bir durumun uluslararası teamül olarak uygulanabilmesi için öncelikle bunlar tarafların bildiği veya bilmesi gerektiği teamüller olmalıdır24 . Örneğin tarafların ilgili teamülün düzenli olarak gözlemlendiği bölgelerde devamlı bir biçimde faaliyette bulunduğunu düşünelim. O halde bu teamülün sözleşmenin taraflarınca bilindiği veya bilinmesi gerektiği kabul edilmektedir25 . Son olarak ise bu teamüllerin uluslararası nitelik kazanabilmesi için milletlerarası ticarette aynı tür sözleşmeleri ilgili ticari branşta akdedenler tarafından da yaygın olarak bilinmesi ve düzenli şekilde uygulanıyor olması aranmaktadır. Özetle taraflarca kararlaştırılmış teamüller doğrudan bir yükümlülük teşkil edecekken, aksi kararlaştırılmayan teamüller, bunların taraflarca bilinmesine ve milletlerarası ticarette belirli bir endüstri alanıyla ilgili olan kişilerin çoğunluğu tarafından da bilinip gözlemlenmesine bağlı olarak yükümlülük arz edecektir26 .

Taraflar arasında oluşmuş alışkanlıklar Viyana Satım Antlaşması kapsamında bir yükümlülük olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple taraflar tıpkı teamüllerde olduğu gibi aralarında ki mevcut alışkanlıklar ile de bağlıdır27 . Antlaşma uyarınca alışkanlık ile taraflar arasında sürekli olarak uygulama alanı bulan davranışlar kastedilmektedir28 . Bu noktada süreklilik belirli bir vakittir tekrarlanma durumudur. Dolayısıyla tarafların daha öncesinde birçok kere sözleşme yapmış olmaları gerekmekte ve çoğunlukla, geçmişte bir veya iki kez sözleşme yapılmış olmasının bu anlamda süreklilik ifade etmeyeceği kabul edilmektedir29 . Bununla beraber alışkanlıkların taraflar arasında uygulanıyor olması yeterli olup bu davranışlar için evrensel bir uygulama aranmamaktadır30 . Son olarak belirtmek gerekir ki hem teamüller hem de alışkanlıklar bakımından ispat yükü, bunların varlığına dayanan tarafa aittir31 .