Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

19. ve 20. Yüzyıl Osmanlı Kanunlaştırma Hareketlerinde Kadının Hukuki Durumuna İlişkin Düzenlemeler

Gül AKYILMAZ

GİRİŞ

Osmanlı Devleti’nde Tanzimat Dönemine gelinceye kadar köleler, gayrimüslimler ve kadınlar hukuki açıdan bazı kısıtlamalarla karşı karşıya kalmışlardır. 19. Yüzyılın ikinci yarısına gelinceye kadar Osmanlı hukuk sisteminin şer’i hukuk ve örfi hukuktan oluşan ikili yapısında kadınlarla ilgili hukuki düzenlemeler daha çok şer’i hukuka dayanmıştır. Bu çerçevede özellikle evlenme, boşanma, miras, şahitlik, siyasi haklar alanında eşitlik ilkesine aykırı sayılabilecek hukuki düzenlemeler kadının statüsünün belirlenmesinde etkili olmuştur Yeni düzenlemeler anlamına gelen ve 3 Kasım 1839’da Gülhane’de elçiler, devlet ileri gelenleri ve halktan oluşan bir kalabalık önünde Mustafa Reşid Paşa tarafından okunarak ilan edilen Tanzimat Fermanı, 1789 Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Bildirgesi ve bu bildirgenin ruhunu teşkil eden siyasi liberalizm akımının önemli etkilerinin hissedildiği bir belge olarak Osmanlı Devleti’nde eşitlik sürecini kavramsal olarak başlatmıştır1. Fermanda bütün Osmanlı tebaası için can, mal ve namus güvenliği, mülkiyet hakkı, vergi ve askerlik işlerinde düzenlemeler yapılması, yargılamanın açık ve adil olması, hakim kararı olmadan suçlanmama ve cezalandırılmama gibi ilkeler yer almıştır. Böylece fermanla yargılanmadan kimseye ceza verilmeyeceği yani “kişi dokunulmazlığı” ve “kanunsuz suç ve ceza olmaz” gibi evrensel hukuk ilkeleri de benimsenmiş olmaktadır. Fermanla kabul edilen yeni prensipler bütün Osmanlı tebaasına tanınan haklar olduğu için “kanun önünde eşitlik” ilkesinin Osmanlı Hukukuna girdiği ifade edilebilir. Ancak Gülhane Hatt–ı Hümayunu’nun ilan ediliş sebebi ve genel ruhu dikkate alındığında kastedilen eşitliğin cinsiyetler arası olmaktan çok müslim –gayrimüslim tebaanın eşitliğini ifade ettiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Fermanda belirlenen ilkeler çerçevesinde yeni kanunların yapılacağının vurgulanması kadınlar için de farklı bir dönemin başlayacağının habercisidir. Nitekim 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren hız kazanan siyasi, toplumsal ve hukuki gelişmeler bu düşünceyi doğrulamıştır.

Tanzimat sürecinde kadınlar için eğitim imkanlarının arttırılması ve yaygınlaştırılması, birçok kadın derneğinin kurulması ve sadece kadınlara yönelik gazete ve dergilerin yayınlamaya başlaması sonucunda kadın toplumda daha görünür kılınmış ve kamusal alanda yer almaya başlamıştır. İlk kez kadınlar açıkça erkeklerle eşit haklar talep etmişler, konumlarını sorgulamaya başlamışlar ve kadına biçilen tek görevin eş ve annelik olmaması gerektiğini vurgulayan yazılar kaleme almışlardır2. Tüm bu gelişmeler kaçınılmaz olarak hukuk alanına da yansımış yapılan hukuki düzenlemelerde kadınların statülerini etkileyecek ilkelere yer verilmiştir

19. Yüzyılın tamamı ve 20. Yüzyılın başları inceleme konusu yapıldığı zaman kadınların hukuki statüsü konusunda belirleyici olan en önemli hukuki düzenleme 1917 Hukuk–ı Aile Kararnamesidir. Gerek Osmanlı Devleti’nin medeni kanunu olarak kabul edilen Mecelle’de çeşitli sebeplerle aile hukuku alanındaki düzenlemelere yer verilmemesi, gerekse eğitim, ekonomi ve toplumsal yapıda yaşanan gelişmeler sebebiyle kadınların taleplerini yüksek sesle dile getirmeye başlamaları böyle bir düzenlemeyi gerekli kılmıştır. Bu çerçevede evlenme ehliyeti, evlenme yaşı, çok kadınla evlilik, boşanma gibi şikayet ve taleplerin yoğunlaştığı konularda İslam Hukuku dışına çıkılmaksızın diğer hukuki mezheplerin görüşlerinden yararlanılarak kadınlar açısından rahatlatıcı düzenlemeler yapılmıştır. Ancak inceleme konusu yapılan dönemde 1851 ve 1858 tarihli Ceza Kanunnameleri, 1858 Arazi Kanunnamesi, 1867 Tevsi–i İntikal Nizamnamesi ve Mecelle’de de kadınları ilgilendirecek maddeler vardır. Özellikle 1917 Hukuk–ı Aile Kararnamesi ve Arazi Hukuku ile ilgili yapılan kanunlaştırma faaliyetlerinde kadınlar açısından olumlu gelişmeler sağlanmıştır.