Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Teknolojik Gelişmeler Işığında Hukuk Yargılamasını Yeniden Düşünmek: Otomasyondan Köklü Dönüşüme

Rethinking the Civil Justice System According to Technological Developments: From Automation to Transformation

Barış MIDIK

Teknolojinin hayatın her alanını dönüşüme zorladığı aşikar bir gerçektir. Yargılama sistemimiz de bu dönüşümden önemli ölçüde etkilenmektedir. Fakat teknolojinin yargı alanına uygulanması ile ilgili gelişmelerin altında genellikle, klasik anlamdaki yargılama işlemlerinin sanal ortama kopyalanması şeklinde bir bakış açısı yatmaktadır. Oysa teknolojinin yenilikçi şekilde kullanılması ile yargılamanın daha etkili, verimli, ucuz ve erişilebilir hale getirilmesi mümkündür. Bir diğer deyişle, teknoloji yalnızca mevcut yargılama usulleri ve işlemlerinin dijital ortama aktarılması için kullanılmamalı, teknolojik gelişmeler ışığında yargılama daha köklü değişikliklere tabi tutularak adalete erişim güçlendirilmelidir. Burada kısaca ifade edilen söz konusu bakış açısı, doktrinde Richard Susskind tarafından ileri sürülmüştür. Buna göre, teknolojik gelişmeler iki şekilde tasarlanabilir: Bunlar otomasyon (automation) ve köklü dönüşümdür (transformation). Otomasyonda, teknoloji yardımıyla belirli bir çalışma yönteminin iyileştirilmesi, güçlendirilmesi ve modernize edilmesi söz konusudur. Bu yönüyle otomasyona tabi tutulan bir çalışma şeklinde, ilgili çalışma şeklinin altında yatan temel mantık değişmez. Köklü dönüşümde ise daha radikal bir değişiklik gündeme gelmektedir. Söz gelimi, sürücüsüz araçlar köklü dönüşümün güzel bir örneğidir. Benzer bir yaklaşımın, yargılama ve teknoloji ilişkisi açısından da uygulanması adalete erişimin güçlendirilmesi bakımından önemli bir potansiyel taşımaktadır. Bu yapıldığı takdirde, yargısal süreçlerin, yargılamaya hâkim olan temel hak ve ilkeleri mevcut duruma nazaran daha etkili koruyacak şekilde tasarlanması mümkün olabilir. Çalışmamızda hukuk yargılamamız bu perspektiften incelenmeye çalışılacaktır.

Hukuk Yargılama Sistemi, Otomasyon, Yargının Erişilebilirliği, Temel Yargısal Haklar ve İlkeler, Köklü Dönüşüm.

It is an obvious fact that technology forces every area of life to transform. Our judicial system is also significantly affected by this transformation. However, under the developments related to the application of technology to the judiciary, there is usually a point of view of copying the judicial proceedings in the classical sense into the virtual environment. However, with the innovative use of technology, it is possible to make the judiciary more effective, efficient, cheap and accessible. In other words, technology should not only be used to digitize existing adjudication procedures and proceedings, but also to strengthen access to justice by making the adjudication subject to more radical changes in the light of technological developments. The aforementioned point of view was put forward in the doctrine by Richard Susskind. According to Richard Susskind, technological developments can be designed in two ways: These are automation and transformation. In automation, it is about improving, strengthening and modernizing a certain working method with the help of technology. In this respect, the basic logic underlying the related mode of operation does not change in an automated form of work. In transformation, a more radical change comes to the fore. For example, autonomous vehicles are a good example of transformation. The application of a similar approach in terms of the relationship between adjudication and technology has an important potential in terms of strengthening access to justice. If this is done, it may be possible to design the judicial processes in a way that will protect the fundamental rights and principles that dominate the judiciary more effectively than the current situation. In our study, our civil legal system will be examined from this perspective.

Civil Justice System, Automation, Accessibility of the Judiciary, Judicial Fundamental Rights and Principles, Transformation.

Giriş

Günümüzde teknolojinin hayatın her alanını dönüşüme zorladığı aşikar bir gerçektir. Yargılama sisteminin de bu dönüşümün dışında kalması mümkün gözükmemektedir. Nitekim hukukumuzda uygulamaya geçirilen UYAP, SEGBİS, E-Duruşma, E-Tebligat, KEP (Kayıtlı Elektronik Posta) gibi yenilikler bu durumun somut bir göstergesidir1 . Fakat teknolojinin yargı alanına uygulanması ile ilgili gelişmelerin altında genellikle, klasik anlamdaki yargılama işlemlerinin sanal ortama kopyalanması şeklinde bir bakış açısı yatmaktadır. Oysa teknolojinin daha yenilikçi şekilde kullanılması ile yargılamanın etkili, verimli, ucuz ve erişilebilir hale getirilmesi mümkündür. Böylelikle yargısal süreçlerin, yargılamaya hâkim olan temel hak ve ilkeleri mevcut duruma nazaran daha etkili koruyacak şekilde tasarlanması mümkün olabilir. Söz gelimi, hukukumuzda uygulamaya geçirilen e-duruşma uygulaması, geleneksel bir yargılama kesiti olan duruşmaların elektronik ortalama kopyalanması esası üzerine kuruludur. Buna karşın, bilgi ve internet teknolojilerinin ortaya çıkardığı oldukça geniş iletişim olanaklarını etkili şekilde kullanarak, mümkün olan uyuşmazlık türlerinde yargılamanın takibini kural olarak çevrim içi bir portal üzerinden yürütmek, bu portal üzerinden gerçekleştirilecek “duruşmaları” metin mesajı, telefon görüşmesi, eşzamanlı video-konferans veya eşzamanlı olmayan video kaydı gibi yöntemlerle icra etmek, mahkeme salonunda yüz yüze gerçekleştirilen duruşmalara ise istisnai hallerde olanak tanımak teknolojinin yargılamada daha yenilikçi şekilde kullanılmasına örnek olarak verilebilir.

Belirtmek gerekir ki, yukarıda örneklendirilen söz konusu yeni bakış açısı doktrinde Richard Susskind tarafından savunulmaktadır. Richard Susskind, henüz 1980’li yıllar gibi erken bir dönemde hukuk ve yapay zekâ ilişkisi üzerine ilk doktora tezini yazan bir akademisyen olup, halihazırda İngiltere’de hukuk ve teknoloji ilişkisi hakkındaki kamusal projelere danışmanlık yapmaktadır2 . Susskind’in çalışma konumuzla ilgili görüşüne göre, teknolojik gelişmeler iki şekilde tasarlanabilir: Bunlar otomasyon (automation) ve köklü dönüşümdür (transformation). Otomasyonda, teknoloji yardımıyla belirli bir çalışma yönteminin iyileştirilmesi, güçlendirilmesi ve modernize edilmesi söz konusudur. Bu yönüyle otomasyona tabi tutulan bir çalışma şeklinde, ilgili çalışma şeklinin altında yatan temel mantık değişmez. Köklü dönüşümde ise daha radikal bir değişiklik gündeme gelmektedir. Söz gelimi, teybe takılarak dinlenilebilen müzik kasetleri, otomasyonu ifade eder. Bu şekilde, normalde bir müzisyen ve müzik aletinin bulunmasıyla dinleyebildiğimiz müziği kaset ile de dinleyebilecek hale geliriz. Fakat müziği dinleyebilmemiz için kaseti fiziksel olarak yanımızda bulundurmamız ve her seferinde teybe takmamız gerekir. Youtube veya özel bir müzik aplikasyonu üzerinden müzik dinlemek ise daha köklü bir yenilik sunmaktadır. Youtube’a müzik yüklediğiniz takdirde, söz konusu müziği dünyanın dört bir yanından internet erişimi olan herkes dinleyebilir, kullanıcılar müziği bilgisayarına indirebilir ve birbirleriyle paylaşabilirler. Hatta bazı özel uygulamalarda kullanıcılar çevrim dışıyken bile müzik dinleyebilmektedir. Görüldüğü üzere bu ikinci halde, teknoloji aracılığıyla müzik dinleme hizmetinin sunulması oldukça ucuzlamakta ve kolaylaşmaktadır. Çünkü burada teknoloji, fiziksel olarak icra edilen müzik çalma eylemini elektronik ortama (kasete) kopyalamakla yetinmemiş, iletişim teknolojileri yenilikçi şekilde kullanılarak özgün bir hizmet şekli oluşturulmuştur3 . Konuyla ilgili bir başka örnek olarak ise sürücüsüz (otonom) araçlar verilebilir. Günümüzde gelişmiş ülkelerde ilk örnekleri üretilmeye başlanan bu araçlarda, aracın bir sürücüye dahi ihtiyaç duymaksızın trafikte kendi kendine ilerlemesi mümkün olmaktadır. Dolayısıyla burada da basitçe bir otomasyon değil, köklü bir dönüşümün varlığı söz konusudur4 . Sürücüsüz araçların dünyada yaygın kullanıma geçmesi halinde, ulaşım hizmetleri ve bu hizmetlere ilişkin uygulanan hukuk kurallarında önemli değişiklikler olması kaçınılmazdır.

Susskind’e göre, yukarıda aktarılan bakış açısının hukuk alanına da uyarlanması gerekmektedir. Çünkü hukuk sistemimiz içerisinde, halihazırdaki belirli yargılama işlemlerinin neden şu anda olduğu gibi gerçekleştirildiği sorusunun cevabı, yargılama ve adaletin doğasından kaynaklanan zorunluluklarda değil, daha çok toplum olarak elimizdeki imkânların sınırlılığında yatmaktadır5 . Şu anda birçok hukuk sisteminde yerleşik olarak uygulanan yargılama şekli, 19. ve 20. yüzyılın kendine özgü koşulları içerisinde oluşmuştur6 . Günümüzde ise söz konusu dönemdeki koşullar oldukça önemli değişikliklere uğramıştır. Artık dijitalleşme hayatın her alanına nüfuz ettiği için yargılama sürecinin de bu yeni dönemin şartlarına göre güncellenmesi gerekmektedir. Kanımızca söz konusu güncellenmenin gerçekleştirilmesi bakımından önem taşıyan mesele, yargılamaya ilişkin hangi unsurların hukuk devleti, adil yargılanma hakkı ve hak arama özgürlüğü gibi temel yargısal hakların korunması açısından zorunluluk arz ettiği, hangilerinin ise değişikliğe tabi tutulabileceğidir. Bir diğer deyişle, yargılamanın teknolojik gelişmeler çerçevesinde yenilikçi bir şekilde güncellenmesini sağlamak için kabuk ile özü birbirinden ayırmamız gerekmektedir. Böylelikle hem teknoloji yargılama sistemine, ilgililerin haklarına zarar vermeyecek şekilde entegre edilebilir hem de yalnızca geleneksel yargı sisteminin elektronik ortama kopyalanmasının ötesinde teknolojik atılımlar gerçekleştirilebilir7 .

Vurgulamak gerekir ki, Türk hukuk yargılamasını yukarıda açıklanan perspektiften değerlendirmeye tabi tutmak, hukuk sistemimizin kronikleşmiş bazı sorunlarına çözüm üretme potansiyeli taşımaktadır. Kanımızca bu çerçevede ele alınabilecek önemli üç mesele, hukuk mahkemelerimizdeki duruşma sistemi, tebligat ve hukukî bilgiye erişim olanaklarıdır. Söz konusu meseleler, hukuk yargılamamızdaki önemli sorun alanlarındandır ve teknolojik gelişmeler bu sorunların çözümü adına önemli fırsatlar sunabilir. Bu nedenle çalışmamızda söz konusu hususlar, yukarıda açıklanan köklü dönüşüm (transformation) perspektifinden değerlendirmeye tabi tutulmaya çalışılacaktır. Bu noktada amacımız, zikredilen sorun alanlarının her birine ilişkin kapsamlı ve nihai bir çözüm önerisi getirmekten ziyade, teknolojinin hukuk alanında daha etkili ve yenilikçi şekilde kullanılması fikrini ortaya koymak ve somutlaştırmak adına başta duruşma sistemimiz olmak üzere değinilen meseleler üzerine düşünce üretmeye çalışmaktır. Bu kapsamda olmak üzere öncelikle, teknolojik gelişmelerin hukuk yargılamamızdaki duruşma sistemi bakımından ne tür bir yenilik sunabileceği üzerinde duralım.

I. Hukuk Yargılamamızda Duruşma Sistemi

Medenî usul hukuku doktrinimizde duruşmalara büyük önem atfedilmektedir8 . Gerçekten de tarafların mahkeme huzuruna çıkarak uyuşmazlığa ilişkin iddia, savunma ve delillerini ileri sürüp açıklayabilmeleri ve hâkimin tarafları bizzat dinleyerek delilleri inceleyebilmesi yargılamada adlî gerçeğin doğru şekilde tespiti açısından önemlidir9 . Bu yönüyle duruşmalar, hukukî dinlenilme hakkı, doğrudanlık ilkesi, aleniyet ilkesi gibi yargılamaya hâkim olan temel hak ve ilkelerin hayata geçirilmesi ve bunlarla bağlantılı olarak adil yargılanma hakkının korunması bakımından büyük bir fonksiyon icra etmektedir10 . Diğer yandan ideal bir siyasal düzende, duruşmaların kamusal bir ortamda aleni şekilde icrası devletin temel görevlerinden birisi olan adalet dağıtma işini hakkıyla yerine getirdiğini göstermek suretiyle, toplumun devlete olan güvenini tesis ettiği gibi hukuk kurallarını ihlal etme potansiyeli taşıyan bireyler üzerinde de caydırıcı bir etkiye yol açar11 . Yargılamanın aleniyetinin sağlanması, hâkimlerin tarafsızlığı ve bağımsızlığının sağlanması bakımından da önem taşımaktadır12 . Ayrıca böylelikle, hakkı ihlal edilen birey doğrudan devletin üç erkinden birisi olan yargı sistemi tarafından muhatap alınır ve bu şekilde söz konusu birey hukukî ve psikolojik açıdan meşru bir özne olarak tanınmış olur. İlgili kişi davayı kaybetse bile söz konusu tanınmanın varlığı sağlıklı ve dengeli bir toplumsal hayatın inşası bakımından zorunludur. Bunun yanısıra, aleni duruşmalar vasıtasıyla adaletin icra edildiğinin gösterilmesi hukukî ve toplumsal barışa da hizmet eder. Dolayısıyla yargılamada aleni duruşmaların icrası, salt tarafların adil yargılanmaya ilişkin hukuksal menfaatlerinin korunmasını aşacak şekilde toplum psikolojisi ve kamu düzeninin tesisi bakımından da işlev görür13 .

Hukuk yargılamamız bakımından teorik olarak durum yukarıda açıklanan şekilde olmakla birlikte, uygulamada duruşmanın değinilen fonksiyonlara ne derece hizmet ettiği tartışmaya açılabilir14 . Bu durumun çeşitli nedenleri vardır: İlk olarak, hukuk mahkemelerimizdeki uyuşmazlıkların çoğuna kaynaklık eden hukukî işlemlerin ispatı bakımından senetle ispat kuralı geçerlidir (HMK m. 200). Senetle ispat zorunluluğunun en önemli istisnalarından birisini teşkil eden delil başlangıcı kuralının uygulanabilmesi için de ancak belge niteliğinde (HMK m. 199) bir delilin varlığı gerekmektedir. Diğer yandan hukuk yargılamamızda tanık dinlense dahi başka hukuk sistemlerinde olduğu gibi tanığın profesyonel anlamda çapraz sorguya tabi tutulması, tanık beyanlarının gerçek bir şekilde irdelenerek maddî vakıanın aydınlatılması medenî yargı sistemimize yabancı bir uygulamadır15 . Çünkü genel olarak hem tanıklara güvenilmemektedir hem hâkimler tanıkları sorgulamak için gerekli eğitim ve beceriye sahip değildir hem de tanıkların ciddi anlamda sorgulanması, zaten iş yükü altında ezilen mahkemelerce fazladan bir külfet olarak algılanmaktadır. Medenî usul hukuku doktrininde de tanık delilinden “çürük delil” olarak bahsedilebilmektedir16 . Fakat aslında Hukuk Muhakemeleri Kanunu’muz yargılamada maddî gerçeğin tespiti bakımından önemli bir olanak daha sunmaktadır. Bu olanak HMK m. 169 ve devamında düzenlenen isticvap kurumudur. İsticvap ile davacı ve davalı, hâkim tarafından sorguya çekilir ve taraflardan aleyhlerine olan vakıalar hakkında ikrar elde etmeye çalışılır. İsticvap kurumunun gerektiği gibi uygulanması halinde uyuşmazlıkların gerçeğe uygun şekilde çözümü kolaylaşacaktır. Ne var ki, uygulamamızda söz konusu kurumdan da gerektiği ölçüde yararlanılmamaktadır17 . İsticvap kurumundan gerektiği gibi yararlanılmamasında, yine tanığın sorgulanmasında olduğu gibi eğitim ve kültür eksikliğinin payı olduğu kadar yoğun iş yükünden de etkili bir faktör olarak bahsetmek mümkündür18 . Hal böyle olunca, hukuk yargılamamızda duruşmalar çoğunlukla avukatların, “Dilekçelerimizdeki beyanlarımızı tekrar ediyoruz.” cümlesini kullandığı bir formaliteye veya hâkimin usuli konulara hasrettiği bir yargılama kesitine dönüşmektedir19 . Hatta uygulamamızda hâkimin, bilirkişi raporu gelmediği için duruşmaları üst üste ertelediği, duruşmada yalnızca belirli bir kurumdan bazı belgelerin istenmesi için resmi yazı yazıldığı; önemli sayı ve orandaki duruşmada yargılamaya ilişkin esaslı bir sorun çözümlenmeyip sadece şekli işlemlerle uğraşıldığı hususu -meseleyi bir ispat hukuku terimiyle ifade etmek gerekirse- “maruf ve meşhur bir vakıa” haline gelmiş bulunmaktadır20 . Bunlara ilaveten uygulamada, tarafların duruşmaya girebilmek için mahkeme salonu önlerinde saatlerce bekledikleri de bilinen bir gerçektir. Burada genel hatları ile tasvir edilen söz konusu tablo, yargılama sürelerinin gereksiz yere uzamasına yol açarak makul sürede yargılanma hakkını ve adil yargılanma hakkını ihlal etmektedir. Ayrıca bu durum, kamu kaynaklarının kullanımı açısından ciddi bir israfa ve verimsizliğe yol açmaktadır. Diğer yandan söz konusu sorunlar, mahkemede hak arayan bireyler kadar onların etkileşim içinde olduğu işyerleri, aileleri gibi diğer sorumluluk alanlarına da olumsuz şekilde sirayet etmektedir. Yargı hizmetinin sunumu bakımından önemli bir yeri olan avukatlık mesleğini icra edenlerin de söz konusu durumdan ne derece olumsuz şekilde etkilendiklerini izah etmek gereksizdir. Mesela bir avukatın sosyal medya üzerinden yaptığı şu açıklama, konunun daha iyi anlaşılması bakımından oldukça dikkate değerdir (vurgular tarafımıza aittir)21 :

“Değerli bağlantılarım,

Bütün meslektaşlarımın aşina olduğu bir konuyu dile getirmek istiyorum. Bugün bir işçilik alacağı davamın duruşması vardı ve duruşmada tanığımız dinlenecekti. Tanığımız ve ben duruşma vaktinden 20 dk önce duruşma salonunun önünde buluştuk. Tanığımız işyerinden zor izin aldığını, bir an önce duruşmanın yapılıp işe geri dönmesi gerektiğini belirtti. Birlikte duruşmayı beklerken duruşma 30 dk gecikti, 40 dk gecikti, 50 dk gecikti... Bu esnada tanığımızın patronu tanığı defalarca aradı. Tanığımız da oldukça gerildi. Bu süreç böyle devam ederken duruşma toplam 3,5 saat gecikti. Duruşmaya gecikmeyelim diye erkenden gittiğimiz duruşma salonunun önünde saatlerce bekledik. Bu hem biz bekleyen avukatların çalışma motivasyonunu yerle bir etti hem bütün bekleyen işlerimizi aksattı hem de oraya gelen tanıkların ve patronlarının sabrını taşırdı. Eminim ki her gün bu anlattığım olayın kat be kat fazlasını yaşayan bir sürü meslektaşım var.

Mahkemeye, hâkime de bir şey diyemiyorum. Netice de her mahkemede inanılmaz bir dosya, dava yükü var. Onların da işin içinden çıkamadığını düşünüyorum. Bu sistemin içindeki herkes mağdur.

Sonuç olarak her gün gerek hakim gerek avukat gerek taraf ya da tanık olarak maruz kaldığımız bu problemin düzelmesini, düzeltilmesini iple çekiyorum. Umarım güzel günler göreceğiz!”