Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Zorunlu Göç Kavramının Hukuki Kapsamı ve Zorunlu Göç Sonucu Yerinden Edilen Kişilerin Uluslararası Hukukta Korunması

The Legal Context of Forced Displacement and the Protection of Displaced People from Forced Displacement under International Law

Naziye DİRİKGİL

Zorunlu göçe sebep olan unsurlar zaman içerisinde ortaya çıkan farklı göç durumlarıyla arttıkça, yerinden edilen kişilerin korunma şekillerini ve bu kişilerin korunmasında hangi uluslararası hukuk rejimlerinin uygulanması gerektiğinin açıklığa kavuşturulmasını önemli hale getirmiştir. Genellikle, mültecilerin korunmasına odaklanan göç çalışmaları, mülteci statüsüne erişene kadar yerinden edilen diğer grupların nasıl korunacağı noktasında boşluk bırakmaktadır. Gerek mültecilerin gerekse diğer yerinden edilen kişi gruplarının koruma yollarının anlaşılabilmesi için öncelikle zorunlu göç kavramının uluslararası hukukta nasıl yorumlandığının anlaşılması gerekir. Zira, kişileri iradeleri dışında gerçekleşen göçe iten bu unsurlar gönüllülük esasıyla gerçekleşmediği için hukuka aykırı sonuçlar doğuracak ve bu bağlamda hak ihlalleri ve yükümlülüklerle ilgili bir değerlendirme yapılması gerekecektir. Sığınmacıların tanınması ya da ülkesi içinde yerinden edilmiş kişilerin korunması gibi devletin takdir yetkisinin geniş olduğu alanlarda bu hak ve yükümlülüklerin değerlendirilmesi, hem mülteci hukukuna yeni bir açıdan bakmayı hem de mülteci olmanın öncesindeki aşamalarda hukuki korunma yollarına açıklık getirecektir. Bunun yanı sıra, mültecilerin uluslararası alanda korunmasında başvurulan temel uluslararası belgeler ve bu belgelerdeki mülteci tanımlarının nasıl yapıldığının ele alınması da göç konusuna devletlerin ve uluslararası camianın yaklaşımını analiz etmek açısından yardımcı olacaktır.

Zorunlu Göç, Mülteciler, Sığınmacılar, Ülkesi İçinde Yerinden Edilmiş Kişiler, Uluslararası Hukuk Rejimleri, İnsan Hakları.

As the factors causing forced displacement have increased with the different migration situations that have emerged over time, it has become important to clarify the forms of protection of displaced persons and which international legal regimes should be applied to protect these persons. Migration studies, which often focus on the protection of refugees, leave a gap in how to protect other displaced groups until they reach refugee status. In order to understand the means of protection for both refugees and other displaced persons, it is first necessary to understand how the concept of forced displacement is interpreted in international law. As forced displacement generally refers to the displacement of people without their consent, it gives rise to unlawful actions that needs to be assessed. In this context, an assessment of human rights violations and state obligations will be required. Evaluation of these rights and obligations in areas where the state has wide discretion, such as the recognition of asylum seekers or the protection of internally displaced persons, will bring a new perspective to refugee law and clarify the ways of legal protection in the pre-refugee stages. In addition, the examination of the main international documents applied for the international protection of refugees and how the definitions of refugees are made in these documents will also help to understand state approaches to the issue of forced displacement as well as the international community.

Forced Displacement, Refugees, Asylum Seekers, Internally Displaced Persons, International Law Regimes, Human Rights Law.

Giriş

Göç unsuru insan tarihi boyunca gerek siyasal gerek ekonomik gerekse sosyolojik araştırmaların arasında sürekli olarak yerini almış bir olgudur. Hukuki boyutunun uluslararası hukuk kapsamına alınması ise özellikle II. Dünya Savaşı sonrası gelişmelerle birlikte oluşan göç dalgaları ile netlik kazanmıştır. Göç olgusunun uluslararası hukuk kapsamında değerlendirilmesindeki ana etken ise göçe sebebiyet veren unsurların kişileri zorunlu olarak göçe sürüklediği bir ortam oluşturmasıdır. Başka bir deyişle, örneğin kişilerin gelirini artırmak amaçlı ya da eğitim amacıyla kendi iradeleri çerçevesinde aldıkları yer değiştirme kararı ile insanların iradeleri dışında bulundukları yerlerden savaş, çatışma ya da insan hakları ihlali gibi sebeplerle ayrılma zorunluluğu farklı hukuki sonuçlar doğuran yer değişim hareketleridir. Özellikle uluslararası insan hakları hukukunda meydana gelen gelişmelerle zorunlu göçe maruz kalan kişilerin korunması uluslararası toplumda önem arz eden konular arasında yerini almıştır. Günümüzde, son verilere göre 84 milyon kişi zorunlu göçten dolayı yerinden edilmiş durumda1 ve bu kişilerin yerinden edilme sebepleri doğal afet, çatışma, ülkesi sınırları içinde kalıp kalmama gibi farklı unsurlarla oldukça çeşitli başlıklar altında ele alınmaktadır. Örneğin, her ne kadar temelde aynı sebeplerle yerinden edilmiş olsalar da, ülke sınırını geçerek zorunlu göçe maruz kalan kişilerle ülke sınırını geçmeden zorunlu göçe maruz kalan kişilerin korunmasında farklı uluslararası hukuk rejimlerinin uygulanması durumu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, kişilerin göçe zorlanması ülkedeki çatışma durumunun doğal bir sonucu olabileceği gibi ülkelerin bu çatışma ortamını kullanarak belli etnik ya da siyasi grupları göçe zorlama politikası olarak da karşımıza çıkabilir. Bu durumda ise, uluslararası hukukta devletlerin negatif ve pozitif yükümlülükleri de yine göç konusunda ele alınması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Zorunlu göç, bu çeşitli sebepleri ve göçün hangi sınırlar içinde gerçekleştiği, devletlerin bu kişilerin korunmasındaki sorumluluğu gibi birçok hukuki alanın kapsamına giren geniş ve içeriği daha da somutlaştırılması gereken bir konudur. Bunun sonucu olarak da zorunlu göçün ve mağdurlarının yasal tanımlar etrafında belirginleştirilmesi ve kimlerin söz konusu statülerden yararlanabileceğinin var olduğu bir yasal modelin oluşturulmasının uluslararası hukukta yer bulması bir sorunsaldır. Bu çalışmanın amacı, zorunlu göçe maruz kalan kişilerin statülerine göre hangi uluslararası hukuk rejimlerinden yararlanılabileceğinin aydınlatılması ve bu çerçevede göç konusundaki kavramsal ayrımlara tabi olan farklı göçmen statülerinin devlet egemenliği ve devletin uluslararası anlaşmalara bağlılığı çerçevesinde ne ölçüde tanındığının tartışılmasıdır. Bu sebeple, bu çalışmada ilk olarak zorunlu göçe ilişkin kavramsal çerçeve ele alınacaktır. Sonrasında, uluslararası hukukta zorunlu göçe ilişkin katı ve esnek olan yasal düzenlemelerin ilgili maddelerine değinilecek ve son olarak da bu yasal düzenlemelerin uygulanmasında sorun teşkil eden birtakım unsurlar güncel koşullar çerçevesinde değerlendirilecektir.

1. Zorunlu Göç Kavramının İçeriği

20. yüzyılın sonlarında göç kavramı, mülteci krizlerine ve diğer yerinden edilme biçimlerine verilen uluslararası tepkilerle şekillenerek devam eden büyük jeopolitik değişimler olarak öne çıkmıştır. Küreselleşme ile daha da farklılık kazanan süreçler özellikle çatışmaların doğasını değiştirmiştir. Yeni savaşların yanı sıra devam eden çatışmalarda, karşıt tarafların çatışmayı sonlandırmak yerine çatışmanın kendi girişimleriyle kalıcı bir hal almasını tetikleyici girişimlerde bulunmaları göç dalgalarının genişlemesine sebebiyet vermiştir.2 Yeni savaşların yayılmasının sonucu olarak daha fazla sayıda insan zorunlu göçe maruz kalarak zulümden, yaygın şiddetten ve insan hakları ihlallerinden kaçmaktan başka yol bulamamış ve göçün artan güvenlik politikalarının odağı hale gelmesinin bir sonucu olarak da güvenlik politikalarının kısıtlayıcı önlemleri kapsamında kendileri için tehdit oluşturan bölgelerden çok uzaklaşamadan ya ülke içinde belirli bölgelerde ya da ülke sınırlarında yığılmışlardır. Şunu da belirtmek gerekir ki, her ne kadar çatışmalar ve insan hakları ihlalleri zorunlu göçün en büyük sebeplerinden biri olsa da, tek sebebi değildir. Doğal afetler, insan kaynaklı nükleer patlamalar ve kişilerin yaşamına tehdit oluşturacak düzeydeki bazı kalkınma programları da kişilerin zorunlu göçe maruz kalmasının sebepleri arasında değerlendirilmiştir.3 Bu kadar çeşitli göç sebeplerinin oluşması ise günümüzde zorunlu göç ve yerinden edilmenin boyutunu eşi görülmemiş bir düzeye getirmiştir. Dünyadaki çoğu ülke, gerek göç veren ülkeler, gerekse göç alıcı ülkeler ve/veya geçiş ülkeleri olarak göç olgusundan etkilenmektedirler. Bu durumun verdiği endişe yalnızca yerinden edilmiş günümüz nesillerini değil, aynı zamanda gelecek nesiller ve ailelerin de uzun süreli güvensizlik, yoksulluk ya da insan hakları ihlali yaşayabilecek olduğunu göstermektedir. Bir başka deyişle, zorunlu göç hareketlerinin giderek daha karmaşık hale gelerek artması hakların azalmasına yol açan bir unsur haline gelmiştir. Bu karmaşık yapı, istem dışı hareketleri anlamak ve bunlara yanıt vermek için oluşturulan yasal düzenlemelerin hem ulusal hem de uluslararası hukukta tekrar ele alınması ihtiyacını doğurmuştur.

Zorunlu göç, her ne kadar yoğun bir şekilde mülteci çalışmaları altında yerini bulsa da, mültecilerin yanı sıra sığınmacılar ve ülkesi içinde yerinde edilmiş kişileri de kapsayan geniş bir kavramdır. Zorla yerinden edilmenin kişinin iradesi dışında olması unsuru hukuka aykırılık oluşturacak bir sebep olduğu için yerinden edilmenin uluslararası hukuk açısından değerlendirilmesini de hukuken önemli hale getirir. Bu nedenle, (i) failin ya da yetkililerin göç hareketine sebep olmadaki niyeti ve (ii) kaçmak zorunda kalan kişilerin iradesinin olup olmaması unsurları yerinden edilmenin gönüllü ya da zorunlu niteliğinin belirlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda geçici nitelikte Ruanda ve Eski Yugoslavya’da meydana gelen olaylara bağlı olarak Birleşmiş Milletler kararları ile kurulmuş Ruanda ve Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemeleri,4 çeşitli kararları aracılığıyla zorla yerinden edilmenin unsurlarının anlaşılmasına büyük ölçüde katkıda bulunmuşlardır. Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi (RUCM) ve Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (EYUCM) diğer savaş suçları kararlarında olduğu gibi,5 zorunlu göçten kaynaklı oluşan suçların da iki kurucu unsuru bulunduğunu belirtmiştir. Bu unsurlar maddi ve manevi unsurlar başlığı altında değerlendirilir. Krstić davasında EYUCM ana hatlarıyla zorla yerinden etmede zorlama unsurunun varlığını anlamak için şu açıklamayı eklemiştir: zorla yerinden edilme “fiziksel güçle sınırlı olmayan, ancak bu zorunlu göçe maruz kalan kişi ya da kişilere veya başka bir kişiye karşı zorlayıcı bir ortamdan yararlanarak şiddet, baskı, gözaltı, fiziksel baskı veya gücün kötüye kullanılması, korkudan kaynaklanan güç veya zorlama tehdidini de içeren bir eylemdir.”6 Bir diğer kararında (Krnojelac davası) ise, EYUCM “yerinden edilmeyi yasa dışı kılan gerçek bir iradeyle yapılmış seçimin olmamasıdır” hükmüyle zorunlu göçün maddi ve manevi unsurlarını belirlemiştir. Buradan hareketle, ismi geçen uluslararası ceza mahkemelerinin uluslararası toplumun tamamını ilgilendiren, en ağır suçlar kapsamındaki soykırım suçu, insanlığa karşı işlenen suçlar, savaş suçları ve saldırı suçlarının7 eski Yugoslavya topraklarında ve Ruanda’da yoğun bir şekilde işlenmesi ile bu uluslararası suçları kovuşturmak üzere kurulduklarını belirtmek gerekir. Bu uluslararası suçların zorunlu göç ile hem dolaylı hem de doğrudan bağlantısı vardır çünkü Gerek EYUCM gerekse RUCM Statülerinde de belirtilen uluslararası suçlar kaçınılmaz bir şekilde zorunlu göçü de beraberinde getirmiştir. Hatta bazı durumlarda zorunlu göçe sebebiyet veren durumlar uluslararası savaş suçu kapsamında ele alınmıştır. Kişilerin zorla yerinden edilmesi her ne kadar diğer uluslararası suçlar gibi Roma Statüsünde kategorize edilmemiş olsa da bu suçların maddi öğeleri içerisinde yerini almıştır. Örneğin, insanlığa karşı işlenen suçlara bakacak olursak Roma Statüsü madde 7/1(d)’de bu suçun maddi unsurlarından birisinin ‘nüfusun zorla nakli ya da sürgünü’ olduğunu görürüz. Soykırım suçunda ise madde 6(e)’de ‘grup içindeki çocukları zorla bir başka yere nakletmek’ bu suçun maddi unsurlarından birini oluşturmuştur. Zorunlu göç kavramı kapsamında maddi unsuru şu şekilde açıklayabiliriz: zorunlu göçten kaynaklanan sonuç ile failin davranışı arasında illiyet bağının olmasıdır ya da başka bir ifadeyle zorunlu göçün sonucu failin davranışından kaynaklanmalıdır. Eğer zorunlu göç, insanlığa karşı suç kapsamında bir maddi öğe olarak değerlendirilirse, bu zorunlu göç fiilinin “saldırının bilincinde olarak, herhangi bir sivil nüfusa karşı yöneltilmiş yaygın veya sistematik bir saldırının parçası”8 olarak işlenmesi gerekmektedir. Bu da zorunlu göçün maddi unsurunu ortaya koymaktadır. Eğer zorunlu göç, soykırım kapsamında ele alınacak olursa da “belirli bir grubun kısmen ya da tamamen yok edilmesi amacıyla hareket edilmiş olması”9 maddi unsuru aranır. Görüldüğü gibi, zorunlu göç farklı kategorilerdeki savaş suçlarının sonucu olarak karşımıza çıkabildiği gibi bu kapsamlarda değerlendirilmesi için ise birtakım koşulları sağlaması gerekmektedir. Burada, ‘yaygın ve sistematik’ ve ‘grubun kısmen yok edilmesi’ unsurları tartışmaya açıktır. Mahkeme kararlarında oldukça sık bir şekilde kullanılan bu unsurlar, soykırım ya da insanlığa karşı suç kastının zorunlu göç sonucunu doğurması tespitinde fiilin gerçekleştiği koşullara ve faktörlere bakarak somut olaya bakan mahkeme tarafından tespit edilecektir. Bu faktörler yaşanan olayların doğası, gruba yönelmiş fiilleri işleniş biçimi10 ve vehâmeti,11 hedef alınan gruba karşı kullanılan dil, devlet görevlilerinin tutumları göz önünde bulundurularak fiilin temelleri, gelişimi, boyutları göz önüne alınarak tespit edilmelidir. Burada zorunlu göçün hukuka aykırılığını gösteren fiil, ‘grubu, kasıtlı bir biçimde, fiziksel olarak yok olması sonucunu doğuracak yaşam şartları içinde yaşamaya zorlamak’ fiilidir ve bu fiil soykırım suçunun işlenmesine sebebiyet verir. Örneğin; Dragan Nikolic davasında EYUCM, zorunlu göçün unsurlarını o somut olay çerçevesinde şu şekilde sıralamıştır: Sırp olmayan kişilerin hedef seçildiği grubun kıt kanaat tabir edilebilecek biçimde beslenmeye zorlanması, yaşamsal önem arz eden tıbbi gereksinimlerinin asgari düzeyin altına düşürülmesi ve bu grubun belli bir bölgeden diğer bir bölgeye zorla nakletme fiili çerçevesinde kişilerin terk etmek zorunda bırakıldıkları bölgeleri gönüllü biçimde terk ettiklerine dair belgeler imzalattırılması.12 Yine soykırım oluşturabilecek davranışlara baktığımızda, zorunlu göç kapsamında ele alınan ‘grup içerisindeki çocukları bir başka gruba zorla transfer etme fiili’, maddi unsur açısından bakıldığında failin davranışı olan grubu zorla transfer etme amacı ve neticesinde grubun başka bir yere zorla transferinin gerçekleşmesi olarak belirteceğimiz bir nedensellik ilişkisidir. “Biyolojik soykırım” olarak da adlandırılan bu durumda, belirli bir gruba ait çocuklar ailelerinden uzaklaştırılarak kendi gruplarının dışında yetişmeye zorlanırlar. Böylece, ait oldukları grubun sosyal ve kültürel özelliklerinden uzaklaşıp koparlar ve nakledildikleri başka gruba ait özelliklerin baskın olduğu ortamda yetişerek bu değerleri benimserler.13 Burada zorunlu göçten kaynaklanan suç sadece grubun bir diğer bölgeye transfer edilmeleri değil aynı zamanda bu transferin o grubu yok etmek kastıyla yapılmış olmasıdır. Bu kasıt unsuru da bizi zorunlu göçün manevi unsurunun varlığının tespitine götürür. Çünkü burada “zorla transfer etmek” fiilinden kasıt yukarıda EYUCM kararında da belirttiğimiz gibi, mutlaka maddi cebir olmayıp, kuvvet kullanma tehdidini ya da baskıyı da içerir. Bu baskıyı yaparken failin zararlı sonucu istemiş veya öngörmüş olmasının aranması manevi unsuru oluşturur. Zorunlu göç açısından RUCM ve EYUCM kararlarına bakacak olursak şu üç unsurun uluslararası suçlar değerlendirilirken aynı zamanda zorunlu göç fiilinin de manevi unsurunu oluşturduğu söyleyebiliriz: (i) suçun neticesinin fail tarafından bilinip işlenmesi (ii) failin kendi davranışıyla mağdurlara yönelik bu fiilin politika ya da sistematik uygulama arasındaki bağlantıyı bilmesi (iii) bir sistemin parçası olarak hareket eden, fakat neticeyi bizzat kendisi gerçekleştirmeyen failin davranışının mağdur açısından ağır neticelere yol açabileceği riskinin bilincinde olması.14 Kısaca, zorunlu göç fiillerinde, bu suçun faili kendi davranışından doğacak olan sonucu bilmeli buna ilaveten sonucun gerçekleşmesini istemesine dair bir kastının olması gereklidir. Örneğin; sivil nesnelerin bombalanması veya sivil mülkün yakılması da zorla yerinden edilme anlamına gelen bir fiili oluşturur çünkü bu saldırılar sivilleri bölgeden zorla çıkarma niyetini gösterir.15 Aslında bu saldırılar, sivillerin kalıcı olarak yerinden edilmesi niyetini ima eder ve fail yerinden edilme sonucunun gerçekleşeceğini bilme kastıyla bu saldırıları yapar. Burada kasabaların bombalanmasının sivillere yönelik yasa dışı bir saldırı oluşturduğunun tespit edilmesi ve bu “yasadışı saldırıların zorla yerinden etme suçunun işlendiğinin temel göstergesi” olarak değerlendirilmesi,16 zorunlu göçe sebebiyet veren suçların ne kadar geniş bir yelpazede ele alındığını gösterir.

Burada değinilmesi gereken bir diğer konu ise, nüfusun zorla yerinden edilmesinin her durumda hukuka aykırı bir unsur oluşturup oluşturmadığıdır. Harp Zamanında Sivillerin Korunmasına İlişkin 1949 Cenevre Sözleşmesi (Dördüncü Cenevre Sözleşmesi) madde 49’da zorunlu yerinden edilmelerin hukuka uygunluk nedenlerini açıkça belirtmiştir. Öncelikle madde 49’un ilk fıkrası zorunlu göçlerin korunan kişiler bakımından sebebi ne olursa olsun yasak olduğunu şu ifadeyle belirtmiştir. “Korunan kişilerin işgal altındaki topraklardan işgal edilen veya işgal edilmeyen başka herhangi bir ülkenin topraklarına bireysel veya kitlesel zorla nakledilmeleri ve sınır dışı edilmeleri, nedenleri ne olursa olsun yasaktır”. Ancak ikinci fıkrasında, bu yasağa birtakım istisnaların uygulanabileceğini de ifade etmiştir. Bu istisnalar (I) nüfusun/sivillerin güvenliği veya (II) zorunlu askeri nedenlerin gerektirdiği durumlarda tahliyelerin yapılmasının önünü açmıştır. Buna ek olarak, 1949 Cenevre Sözleşmelerine Ek 1977 tarihli II No.lu Protokol madde 17’ye göre, sivillerin güvenliği ve öncelikli askeri gerekliliklerden kaynaklanan nedenlerle sivil nüfusun göçe zorlanması da hukuka aykırılık teşkil etmemektedir.17 Ancak bu zorunlu yerinden edilme durumunda, sivil halkın güvenliğini sağlamaya yönelik önlemlerin alınması gerekeceği gibi, böyle bir uygulama durumunda zaten manevi unsurda aranan kast unsurunun oluştuğu da söylenemez. Bunun nedeni, her ne kadar kişiler iradeleri dışında sivil güvenliği ve askeri gereklilik sebepleriyle zorunlu göçe maruz kalsalar da, bu zorunlu göç fiilini gerçekleştiren yetkililer sivil halkın uygun sığınak, hijyen, sağlık, güvenlik ve beslenme koşullarında ağırlanması için gerekli bütün önlemleri almakla da yükümlüdürler.18 Burada asgari düzeyin altına düşmeyecek şekilde, zorla yerinden edilen kişilerin yaşam koşullarını sağlanması durumu, zorunlu göçün gerçekleşmesinden sorumlu kişilerin bu fiili zarar verme amacıyla değil aksine o grubun zarar görmesinin engellenmesi amacıyla yapıldığını ima eder. Yine de, zorunlu göçe karar verme durumu her somut olayın gerçekleştiği koşullar ve faktörler ele alınarak incelenmelidir.

Burada şunu belirtmek gerekir ki; zorunlu göçe sebep olan en büyük faktörler silahlı çatışma, iç savaş ya da iç karışıklık durumları olduğu için zorunlu göç olgusu geniş bir şekilde uluslararası olan ve uluslararası olmayan silahlı çatışmaların hukuki rejimini düzenleyen Uluslararası İnsancıl Hukuk alanında ve savaş suçlarının kovuşturulmasının düzenlendiği Uluslararası Ceza Hukuku alanında geniş bir şekilde yerini almıştır. Bu sebepledir ki, bu çalışmada da zorunlu göç olgusunun kapsamı detaylı bir şekilde bu iki hukuk rejimi altında ele alınmıştır. Uluslararası İnsan Hakları alanında zorunlu göç unsuru ülkesi içinde yerinden edilmiş kişilerin korunması konularından ziyade daha çok mültecilerin ve sığınmacıların korunması kapsamında gelişme göstermiştir. Uluslararası İnsan Hakları alanında zorunlu göçün bir insan hakkı ihlali oluşturacağının anlaşılacağı hak Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin (MSHS) 12. Maddesi’nde yer alan kişinin ‘ülke sınırları içinde seyahat etme özgürlüğü ve yerleşeceği yeri seçme hakkı’dır. MSHS’nin denetim organı olan İnsan Hakları Komitesi, ülke sınırları içinde seyahat etme özgürlüğü ve kişinin kendi seçeceği bir yerde ikamet etme hakkını, her türlü zorla ülke içinde yerinden edilmeye karşı korumayı kapsayan bir hak olarak yorumlamıştır.19 İnsan Hakları Komitesi her ne kadar ‘her türlü zorla ülke içinde yerinden edilmenin’ hangi unsurlardan oluştuğunu ayrıntılı bir şekilde vermese de, kişilerin ülke topraklarının belirli bir bölümüne girmesini veya orada kalmasının engellenmesinin, zorunlu yerinden edilmenin ana biçimlerini oluşturduğunu kabul edebiliriz çünkü kişilerin seçtiği yerde kalamaması ya da ülkenin başka bir bölümüne seyahat edememesi onun iradesi dışında gerçekleşen ve kişiye zorunlu olarak dayatılan faktörlerdir. Kişinin seyahat etme özgürlüğü ve seçtiği yerde ikamet etme hakkı ulusal güvenlik, kamu düzeni kamu sağlığı veya ahlakı gibi durumlarda derogasyona uğrayan bir haktır.20 Ancak, hareket özgürlüğü hakkına bu sebeplerle yapılacak kısıtlamaların, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinde belirtilen diğer haklarla tutarlı olması gerektiğini belirtmek gerekir. Örneğin, hareket özgürlüğü hakkı kamu sağlığı için kısıtlanmış bir bireyin ayrımcılığa uğramadığının garanti edilmesi gerekir. Bu da zorla yerinden edilme unsurunun hukuka aykırı nitelikte ele alınmaması için devlete birtakım pozitif yükümlülükler yükleyen bir durumdur. Bu anlamda, bu istisnanın uygulanabilirliği yakından incelemeyi gerektirmektedir.

Genel olarak, zorunlu göç olgusu kişilerin kendi iradeleri ve seçimleri dışında bulundukları yerden edilmesidir ve bu yerinde edilme fiili fiziki şiddet ve baskı ile yapılabileceği gibi psikolojik şiddet ve tehdit olarak da karşımıza çıkmaktadır. Zorunlu göçün kaçınılmaz olduğu bazı istisnai durumlarda ise yine de zorunlu göçten sorumlu otoritelerin bu göçe maruz kalan kişilere asgari düzeyde yaşam koşulu sağlamak şeklinde pozitif yükümlüğü de bulunmaktadır. Zorunlu göç olgusunun maddi ve manevi unsurları da bu fiilin içeriği ve kapsamını belirlemek için önem arz etmektedir ve uluslararası ceza mahkemelerinin içtihatlarında bu maddi ve manevi unsurlar geniş bir şekilde ele alınmıştır. Zorunlu göç beraberinde birçok insan hakları ihlalini oluşturan, çatışma durumlarında savaş suçlarının kapsamında ele alınacak kadar ciddi sonuçlar doğuran bir olgudur. Bu sebeple zorunlu göçe istisnai durumların oluşması halinde bile son çare olarak başvurulmalıdır.

2. Uluslararası Hukukta Zorunlu Göçe İlişkin Yasal Düzenlemeler ve Zorunlu Göçe Maruz Kalan Kişilerin Uluslararası Hukuktaki Statüleri

Özellikle artmaya başlayan göç dalgaları ve buna bağlı olarak gerçekleşen insan hakları ihlalleri uluslararası hukuk alanında yeni hukuki düzenlemeler yapmanın ve göç ile ilgili mevcut hukuki belgelerin daha somut ve anlaşılır bir biçimde ele alınmasının ihtiyacını doğurmuştur. Bunun yolu ise, zorunlu göçü ortaya çıkartan koşulları iyi ve detaylı bir şekilde analiz etmekten, zorla yerinden edilmiş kişilerin korunmasında devletlerin sorumluluğunu iyi anlamaktan ve kalıcı çözümler üzerine çalışma yapmaktan geçmektedir. Gerek yabancıların gerekse kendi vatandaşlarının zorunlu göçten ya da zorunlu göç sonucu oluşan hak ihlallerinin oluşmasından korunmasında devletlerin iki farklı eğilim içinde oldukları gözlemlenmektedir. Uluslararası toplum içinde devletler bir yandan insan hakları alanında olumlu gelişmeler görmek istersen, diğer yandan ulusal egemenliğe vurgu yaparak kendi menfaatlerini korumak istemektedirler.21 Bu sebepledir ki devletler üstün menfaatleri algılamalarına bağlı olarak zorunlu göçten doğan farklı statülerin belirlenmesinde seçici davranarak bazı kategorileri teşvik edip bazılarına ise sınırlamalar getirmeyi uygun bulmaktadır. Uluslararası hukuk normlarının bu noktada katkısı ise, devletin takdir yetkisine bırakılmış alanlarda da devletlerin zorunlu göçe maruz kalmış kişilerin statüsünü belirlemedeki serbestliğine sınırlamalar getirip devletlerin sözleşmelerden doğan yükümlülüğünü iyi niyetle uygulamasına açıklık getirmektir. Her ne kadar günümüzde göç sonucu ortaya çıkan çok çeşitli tanımlamalar ve kategoriler yapılsa da, bu çalışma kapsamında uluslararası hukukta net bir şekilde ele alınan üç kategori ve bunların uluslararası alanda korunması incelenecektir. Bu kategoriler, ülkesi içinde yerinden edilmiş kişiler, sığınmacılar ve mültecilerdir. Bir kişinin ya da grubun ülkesi içinde başlayan zorunlu göç hareketinin diğer ülkeye ulaşmasına kadar olan yolculuğunun üç aşamasını bu üç kategoride görebiliriz. Zira ülkesi içinde yerinden edilmiş kişiler uluslararası bir sınır aşmamış ya da aşamamış kişiler, sığınmacılar bu sınırı aşabilmiş ancak henüz mülteci statüsü alıp almayacağı değerlendirme aşamasında olan kişiler ve mülteciler ise sığınma başvurusu kabul edilmiş ve uluslararası hukukta bağlayıcı hukuk rejimleriyle birtakım hakları korunmaya başlamış kişilerdir.

Ülkesi içinde yerinden edilmiş kişilerin uluslararası alanda korunmasına baktığımızda, bu kişilerin bulundukları ülkenin vatandaşlığında olan kişiler olduğunu, devletin bu kişilerin zorunlu göçe karşı korunmasında asıl sorumlu otorite olduğunu ve ayrıca insan haklarından kaynaklanan negatif ve pozitif yükümlülükleri olduğunu belirtmek gerekir. Başka bir deyişle, henüz uluslararası tanınmış bir sınır aşmamış bu kişiler uluslararası hukuk korumasından ziyade öncelikle kendi devletlerinin ulusal hukuk koruması çatısı altında yerini alırlar. Bu kategorideki zorunlu göç mağdurları için uluslararası alanda düzenlenmiş temel belge yumuşak hukuk niteliğinde olan Ülkesinde Yerinden Edilmiş Kişilere İlişkin Kılavuz İlkeler’dir. Bu kılavuz ilkeler 1998 yılında, Ülke İçinde Yerinden Edilmiş Kişiler için oluşturulan Özel Temsilci’nin Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Komisyonu’na sunmasıyla kabul edilmiş ve o günden bu yana ülkesi içinde yerinden edilmiş kişilerin korunması için normatif bir çerçeve oluşturma sürecinde bir kilometre taşı olmuştur. Kılavuz ilkelerde, ülkesi içinde yerinden edilmiş kişiler şu şekilde tanımlanmıştır: