Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Scott Shapiro: Hukuk Felsefesinde Yumurta-Tavuk Problemi ve Bir Çözüm Yolu Olarak Planlama Teorisi

Scott Shapiro: The Chicken and Egg Problem in Legal Philosophy and Planning Theory of Law as a Solution

Nazlı Hilal DEMİR

İlk önce tavuk mu, yoksa yumurta mı? Yaşamış ve yaşamakta olan önemli zihinleri meşgul eden bahse konu sorunun, ilk bakışta sonsuz bir döngüyü akıllara getirmesi muhtemeldir. Zira tavuk yumurtası için bir tavuğa, tavuk için ise bir tavuk yumurtasına ihtiyacımız bulunmaktadır. O halde, hangisi daha önce var olmuştur? Söz konusu iki olay, birbirinin hem sebebi hem de sonucu olarak göründüğünde, bunlardan hangisinin önce geldiğini ortaya koyabilmek oldukça çetrefilli bir iştir. Ancak neyse ki bir hukukçu olarak bizim sorunumuz bu ikilemde tavuğun mu yoksa yumurtanın mı önce geldiğine karar vermek değildir. Ya da aslında tam olarak öyledir. Şayet kabaca ‘yumurtayı’ hukuki yetki tanıyan normlar, ‘tavuğu’ ise hukuk normu yaratma yetkisine sahip otorite şeklinde kabul edersek! Bu kapsamda çalışmada, hukuk felsefesindeki temel tartışmaları yumurta-tavuk probleminin farklı çözümlerine yönelik anlaşmazlıklar olarak gören Scott Shapiro’nun öncelikle kusurlu çözümleri eleştirileri ve ardından bu paradoksu kusursuz şekilde ortadan kaldırdığını iddia ettiği teorisi ele alınmaktadır.

Scott Shapiro, Yumurta-Tavuk Problemi, Planlama Teorisi, Hukuk Felsefesi, Hukuk Teorisi.

Which came first: the chicken or the egg? The question that occupies important minds is likely to suggest an endless cycle at first glance. We need a chicken for a chicken egg and a chicken egg for a chicken. So, when two events appear to be both the cause and the effect of each other, it is a very difficult task to reveal which came first. Fortunately, our problem as jurists is not to decide whether the chicken or the egg comes first in this dilemma. Or exactly it is. If we accept norms that confer legal power as eggs, and those with power to create legal norms as chickens. Accordingly, the study deals with Scott Shapiro’s -who sees the main debates in legal philosophy as disagreements on different solutions to the chicken and egg problem- criticism of flawed solutions and then his planning theory of law, which he claims to eliminate the paradox flawlessly.

Scott Shapiro, The Chicken and Egg Problem, Planning Theory of Law, Legal Philosophy, Legal Theory.

Giriş:

Bu bağlamda, hangisinin ilk önce geldiğine ilişkin tartışmanın var olduğu yumurta-tavuk problemi, araştırmacıları sıkıntıya sokan, son derece zor bir problem olarak konuşmamıza dahil edildi. Ve yoldaşım Sulla bu küçük problemle, dünyanın yaradılışına dair büyük ve ağır bir meselenin temellerini sarstığımızı söyleyerek bize katılmayı reddetti.1

Elinde bu yazıyı tutan çoğu okuyucunun henüz küçük yaşlardan itibaren duyduğu ve tarihi oldukça eskilere dayanan, farklı alanlarda birçok tartışmayı alevlendiren o kadim problem: İlk önce tavuk mu, yoksa yumurta mı? Yaşamış ve yaşamakta olan önemli zihinleri meşgul eden bahse konu sorunun, ilk bakışta sonsuz bir döngüyü akıllara getirmesi muhtemeldir. Zira tavuk yumurtası için bir tavuğa, tavuk için ise bir tavuk yumurtasına ihtiyacımız bulunmaktadır. O halde, hangisi daha önce var olmuştur? Bu durum belirli bir başlangıç noktası olmayan daireye benzemektedir. Söz konusu iki olay, birbirinin hem sebebi hem de sonucu olarak göründüğünde, bunlardan hangisinin önce geldiğini ortaya koyabilmek oldukça çetrefilli bir iş haline dönüşmektedir.

Nitekim bu soru karşısında verilecek yumurta yanıtının altında, her tavuğun bir tavuk yumurtasında hayat bulduğuna ilişkin argüman yatmakta; karşıt cevabın arkasında ise aynı derecede ikna edici olan; tavuk yumurtası için bir tavuğa ihtiyaç duyulduğuna yönelik iddia bulunmaktadır. Sonuç olarak, problemin bu şekilde anlaşıldığı noktada, tavuk ve yumurtadan biri olmadan diğerine sahip olabilmek mümkün görünmemektedir. Peki, bu bir çeşit paradoks değil midir?

Çoğu zaman ‘paradoks’ olarak adlandırıldığı görülen bu ikilem, kimi yazarlara göre aslında basit bir çözüme sahip olup, gerçek bir paradoks olma niteliğinden uzaktır.2 Gerçek bir paradoks, döngüsel ve kendi içinde çelişkili bir argümana neden olan veya mantıksal açıdan imkânsız bir durumu tanımlayan ifadelerdir.3 Söz konusu yazarlara göre, teknik olarak bu ikilemde yer alan yumurta ve tavuktan hangisinin önce geldiğini açıklamak oldukça kolay bir iştir.4 Diğer deyişle, paradoks olarak ünlenmiş ise de yumurta-tavuk probleminin, farklı bilim dalları açısından -varılan noktalar birbirlerinden farklı olsalar da- bir çözüme kavuşturulduğu görülmektedir.

Çözümlenmiş olduğunun iddia edilmesine rağmen halen ‘paradoks’ olarak anılmasında ise ilk dile getirildiği dönemde çözümlenememesine ilişkin sahip olduğu şöhretin ya da farklı perspektiflerden bu ikilemin üzerinde düşünmenin verdiği keyfin devam etmesinin rol oynadığı söylenebilmektedir.5 Söz konusu problemin bu şöhretini kazandığı dönemlerde, farklı bir deyişle sorunun ortaya atıldığı eski zamanlarda, düşünürlerin eserlerinde gerçek bir yanıta rastlanmasa da bilimsel ilerlemeler doğrultusunda yakın geçmişte bu soru karşısında ileri sürülen cevapların başlıca iki grupta toplandığı görülmektedir. Buna göre bir tarafta, bir grup bilim insanının tavuk yumurtası kabuğunun oluşumu için elzem olan belirli bir proteinin sadece tavuk yumurtalıklarında bulunduğunu açıklaması6 ve bu çalışmaların tavuğun yumurtadan daha önce geldiği şeklinde yorumlanması bulunmaktadır. Buna karşılık, aralarında tanınmış isimlerin de yer aldığı diğer tarafta ise (şu an aşina olduğumuz görüntülerinden farklı olsalar da) yumurtaların tavuklardan çok daha eski bir geçmişi olduğuna vurgu yapılarak,7 günümüzde ‘tavuk’ olarak adlandırdığımız canlının birdenbire ortaya çıkmadığı; bu sürecin tavuk-benzeri bir canlının, mutasyon sonucu modern tavuğun genetik yapısına sahip bir kuş içeren yumurta üretmesi ile başladığı ileri sürülmektedir. Bu argümandan hareketle, bahse konu ikilemin popüler cevabı; modern anlamda tavuk olmayan bir kuş (proto-tavuk) tarafından yumurtlanmış bir yumurtanın ilk önce geldiği yönünde şekillenmektedir.8

Bu açıklamalar karşısında ikilemin üzerinde bir kez daha düşünüldüğünde ise ortaya farklı bir soru atılması söz konusu olabilmektedir. Acaba bu ikilemde problem yaratan, diğer deyişle ifadenin paradoks haline gelmesine neden olan noktalardan biri; ‘tavuk’ ve ‘tavuk yumurtası’ ile tam olarak neyin kastedildiğinin belirsizliği olabilir mi? Buradan hareketle, örneğin modern tavuğa benzemeyen, tavuk-benzeri diye adlandırabileceğimiz ‘proto-tavukları’ bu ikilem bağlamında ‘tavuk’ kavramına dahil edebilmek mümkün müdür? Ya da daha önemlisi ‘tavuk yumurtası’; bir tavuktan çıkan yumurtayı mı, yoksa içinden bir tavuk çıkan yumurtayı mı nitelemektedir? Bu sorulara verilecek muhtemel cevaplarla beraber tutulan tarafın da değişkenlik göstermesi mümkün hale gelmektedir.9 Bu doğrultuda, yumurta-tavuk probleminde belki de yapılması gereken öncelikli hareket, tanım sorununu ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Ancak neyse ki bir hukukçu olarak bizim sorunumuz bu ikilemde tavuğun mu yoksa yumurtanın mı önce geldiğine karar vermek değildir. Ya da aslında tam olarak öyledir. Şayet ‘yumurtayı’ hukuki yetki tanıyan normlar, ‘tavuğu’ ise hukuk normu yaratma yetkisine sahip otorite şeklinde kabul edersek!10

Bu suretle konuya başlamadan önce -ilk satırlarda yer verilen Plutarchus’un yoldaşı Sulla’nın ifadesi hatırlandığında- ortaya atılan bu küçük ikilemin; hukuki alanda büyük ve ağır meselelerin temellerini sarsabileceğini ve önceki paragraflarda söz konusu probleme ilişkin ileri sürülen iddiaların hukuk alanında da sorgulanmasına neden olabileceğini belirtmek gerekmektedir.

I. Yumurta, Tavuk ve Hukuk

Bir önceki başlık altında ele alınan yumurta-tavuk bilmecesinin halen farklı alanlarda güncelliğini koruduğunun belirtilmesine ek olarak, bu alanlardan birinin de -ilk duyulduğunda şaşırtıcı gelse de- hukuk olduğunu söylemenin zamanı gelmektedir. Dünyaca tanınmış kimi hukuk felsefesi profesörlerinin de bir şekilde yumurta-tavuk problemiyle karşı karşıya gelmelerinde ise meşaleyi “hukuk felsefesindeki temel tartışmaları, olanaklılık (yumurta-tavuk) bilmecesinin farklı çözümlerine yönelik anlaşmazlıklar olarak düşünmek mümkündür. Bu bilmeceyi çözümlemek, hukukun esas doğasını ortaya çıkartmak bakımından çok değerli ipuçları sağlayacaktır” ifadesi ile hukuk teorisyeni Scott Shapiro’nun taşıdığını söylemek yanlış olmayacaktır.11

Shapiro, eserinde öncelikle olanaklılık bilmecesi12 olarak adlandırdığı problemi -farklı bir deyişle yumurta-tavuk ikileminin hukuki versiyonunu- keyifli bir hikâye ile ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu hikâyeye, hukukun ilk olarak binlerce yıl öncesinde küçük bir tarım köyünde yaratıldığını hayal ederek başlamaktadır. İşte hukukun yaratıldığı o gün, köyün önde gelen ihtiyarlardan biri olan Lex, aklına gelen bir fikri paylaşmak amacıyla köy halkına toplantı çağrısında bulunmaktadır. Bunun üzerine bir araya gelen topluluk karşısında ilk sözü alan Lex kısaca; birçok insanın köy hayatında yaşanan sıkıntılar nedeniyle kendisine geldiğini ve boş zamanlarının büyük bölümünü köy toplantılarında şikâyet dinleyerek, ekim ve hasat zamanları boyunca her ailenin diğer ailelere ne kadar yardım etmesi gerektiğinden, ineklerin köy meydanında otlatılıp otlatılamayacağına kadar birçok konu hakkında durmadan tartışarak geçirdiklerini ileri sürmektedir. Bu durumdan oldukça sıkılan Lex, köyün nüfusu arttıkça durumun daha da kötüye gittiğini ve geçen senelerde kimi meselelerin çözüme kavuşturulamamasından dolayı köylerinin maruz kaldıkları felaketleri hatırlatmaktadır. Bu karamsar tablonun son bulması ve mevcut durumun düzeltilebilmesi için çözüm önerilerini sıralamaya başlayan Lex, öncelikle köydeki acil sorunların çözümüne yönelik bir dizi kural koyacağını belirtmektedir. Söz konusu kuralları koyduğunun köy halkı tarafından anlaşılabilmesi için ise bu eylemi köy meydanındaki büyük palmiye ağacının altında oturup emir vererek gerçekleştireceğinin altını çizmektedir. Yapmış olduğu planın ayrıntılarını açıklamaya devam eden Lex, yalnızca bu kuralları koymak için değil, ayrıca bu kuralların doğru şekilde uygulanmasına ilişkin çıkacak uyuşmazlıkları da çözmek için hazır bekleyeceğini vurgulamakta ve vereceği kararların da nihai olacağını, kimsenin bunlara karşı çıkamayacağını bildirmektedir. Son olarak, kendisi öldüğünde koyduğu bu kuralların yürürlükte kalmaya devam edeceğini ve yerini iki çocuğundan birinin resmi lider sıfatıyla devralacağını, şayet bu kişinin isterse yürürlükteki kuralları değiştirebileceğini belirterek sözlerini noktalamaktadır.

Bu çözüm önerileri üzerine, köyde ihtiyar Lex’in bilgeliğine ve karakterine saygı duyan ve iyi kurallar koyacağına güvenen herkesin, bu durumdan tüm köyün yarar sağlayacağını düşünerek teklifi olumlu karşıladıkları bilinmektedir. Nitekim köy halkı, sorumlu kişi Lex olduğunda her bir problem üzerine uzun süreler müzakere etmek ve fikir birliğine varmaya çalışmakla zaman kaybetmek zorunda kalmayacaklarını, önceden belirlenmiş birtakım kurallara sahip olmanın toplumda çoğu sıkıntıyı ortadan kaldıracağını, kısacası bu fikrin kendilerine fayda sağlayacağını düşünmektedirler.

Bu kısa girişten sonra, oldukça sorunsuz ilerleyen hikâyenin can alıcı ve sorunlu kısımlarına gelinmektedir. Şöyle ki her ne kadar bir önceki satırlarda herkesin bu durumu kabullendiği ifade edilmiş olsa da köyde yaşayan Phil adındaki (elbette) bir filozof, çeşitli gerekçeler sunarak bu teklife karşı çıkmaktadır. Phil’e göre, bu plan kulağa hoş gelse de ardında birtakım sorunlar barındırmaktadır. Zira Lex’in topluluk adına kural koyma, değiştirme ya da bunları uygulama gücüne sahip olması için öncelikle kendisini, bunları yapmaya yetkilendiren bir kuralın var olması gerekmektedir. Ancak böyle bir kural henüz ortada bulunmamaktadır. Phil’in bu itiraz üzerine biraz düşünen Lex, bu durumda öncelikle kendisine yönelik topluluk adına kural koyma yetkisi tanıyan bir kural koyup koyamayacağı sorusunu yöneltmektedir. Kaygılı bir biçimde kafasını sallayan Phil soruyu, ortada yetki veren bir kural koymaya salahiyet tanıyan bir kural da olmadığından, böyle bir kural koyma girişiminin benzer şekilde geçersiz sayılacağı şeklinde cevaplamaktadır.

Bunun üzerine Lex farklı bir yol izleyerek Phil’in karşısına çıkmakta ve bu sefer de köy halkının ortaklaşa bir şekilde, topluluklarına yönelik kurallar koymasına ilişkin karar alarak kendisini yetkilendirip yetkilendiremeyeceklerinin yanıtını aramaktadır. Ancak Phil bu soruyu da olumsuz cevaplayarak, Lex için söz konusu olan durumun köy halkı için de geçerli olacağını, diğer deyişle Lex’i kural koymak için yetkilendirmelerine yönelik topluluğu yetkilendiren bir kuralın da var olmadığını vurgulamaktadır.

Buradaki problemi özetlemek gerekirse Phil’e göre, yetki veren bir kuralın var olabilmesi için, öncelikle bunu yapmaya yetkili biri tarafından yaratılması gerekmektedir. Bu ise o kişiye, yetki veren kurallar yaratması için önceden var olan ve bu salahiyeti tanıyan bir kuralı gerekli kılmaktadır. Bu kuralın da aynı mantıkla, yine onu koymaya yetkili biri tarafından oluşturulması zorunludur. Bu durumda, söz konusu döngünün geriye doğru sonsuza kadar devam ettirilebilmesi ve yetki veren kuralların aslında var olamayacağını düşünmek mümkündür. Ancak bu akıl yürütmenin pratikte doğurduğu sonuca bakıldığında, kimsenin bir topluluk için kural koyamayacağı ortaya çıkmakta ve hukukun varlığı tehlikeye girmektedir.

İlerleyen satırlarda tekrar değinilecek olan bu ‘paradoksu’ kısa bir süre kenara bırakarak hikâyeyi sonlandırmak gerekirse -belki de yaşanan diyaloğun uygulamada meydana getireceği sonuçlardan kaçınmak amacıyla- Lex’in ve köy halkının filozof Phil’in ileri sürdüklerine kulak asmadıkları gözlemlenmektedir. Bunun üzerine Lex çeşitli konulara ilişkin kurallar koymaya, toplum da bu kurallara itaat etmeye başlamaktadır. Böylece ilk kez hukukun doğmuş olduğundan bahsedilmektedir. Ancak diğer yandan her ne kadar tüm köy halkı Phil’in argümanlarını göz ardı etse de basit bir mantıkla Lex’in hukuk yapma yetkisinin bulunmadığı sonucuna varılabilmekte; bu yetkinin yokluğu durumunda da hukukun doğmuş olması imkânsız hale gelmektedir.13

İşte tam da bu noktada yumurta-tavuk ikilemine geri dönmek gerekmektedir. Bu ikilemin hukuki versiyonunda, hukuki yetki tanıyan normlar ‘yumurtalar’, hukuki normları yaratma gücü bulunanlar da ‘tavuklar’ olarak şekillenmektedir. Shapiro’ya göre, bu durumda karşımıza iki prensip çıkmaktadır. Bunlardan ilki olan yumurta prensibine göre bir kişi (ya da kişiler topluluğu) ancak mevcut bir yetki normu bu yetkiyi kendisine verirse hukuk normu yaratma gücüne sahip olabilmektedir. İkinci olan tavuk prensibine göre ise hukuk normu yaratma yetkisi veren bir yetki normu, ancak bunu yapmaya salahiyeti olan bir kişi ya da kişiler topluluğunun onu yaratması halinde var olabilmektedir.14

Farklı bir anlatımla, bu ikilemde hukuki otorite iddiası, onu yetkilendiren bir dizi hukuk kuralının varlığına dayanmakta; çünkü hukuki yetki, hukuk kurallarının bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak diğer taraftan, yetki kurallarının var olabilmeleri için onları yaratma yetkisine sahip bir kaynağın mevcut olması gerekmekte; çünkü hukuk kuralları da hukuki bir otoritenin ürünü olarak değerlendirilmektedir. Bu sorgulamayı söz konusu şekliyle sonsuza kadar sürdürebilmek ve sonucunda net bir cevaba ulaşamamak mümkün görünmekte;15 birbirinin hem sebebi hem de sonucu olarak değerlendirilebilen söz konusu iki prensip ışığında işin içinden çıkmak ve döngüde başlangıç noktasını tespit edebilmek olanaksız bir hale bürünmektedir.

Hukukun olanaklılığına yönelik bahse konu ikilemde genel bir ifade ile hukuk yaratılmasına ilişkin normun varlığı için hukuki otoriteye, hukuki otoritenin ortaya çıkabilmesi için ise bu yetkiyi tanıyan bir norma ihtiyaç duyulmaktadır. O halde, klasik paradoksu bir hukukçunun kaleminden aktarmak gerekirse; acaba hukukun yaratılmasına ilişkin yetki tanıyan normlar mı hukuki otoriteden, yoksa hukuki otorite mi söz konusu normlardan çıkmaktadır?16 Peki, bu ifade döngüsel ve kendi içinde çelişkili bir argümana neden olan veya mantıksal açıdan imkânsız bir hali tanımlayan gerçek bir paradoks mudur? Yoksa üzerinde dikkatlice düşünüldüğünde çözülmesi olası bir durumu mu dile getirmektedir? Bu haliyle, hukuki otoritenin (buradan hareketle hukukun) mümkün olabileceği fikrine meydan okuyan bu döngüyü sonsuza kadar geri götürmek yerine, bir şekilde kırmak mümkün müdür? Şayet son soruya olumlu cevap verildiği takdirde, problemi ortadan kaldırmaya yönelik geliştirilebilecek olası çözümler ne şekilde karşımıza çıkmaktadır?

Shapiro’nun olanaklılık bilmecesi olarak adlandırdığı bu paradoksu çözmenin, ilk bakışta akla gelebilecek iki basit yolu bulunmaktadır: (i) nihai bir otoritenin veya (ii) nihai bir normun varlığını kabul etmek. Şöyle ki ilk olarak, (i) sahip olduğu norm yaratma yetkisi herhangi başka bir normdan kaynaklanmayan, nihai otorite olarak adlandırılabilecek bir kişi ya da kişilerin varlığından bahsederek -ve yumurta prensibini reddederek- bulmacayı çözmek mümkün görünmektedir. Böylece nihai otoritenin sahip olduğu yetki bir normdan türemediği için söz konusu döngünün sonsuza kadar devam etme şansı kalmamaktadır. İkinci olarak, (ii) norm yaratma yetkisi tanıyan, ancak kendisi benzer yetkiye sahip kişi ya da kişiler tarafından yaratılmamış bir nihai norm fikrini ileri sürerek -ve tavuk prensibini reddederek- paradoksu ortadan kaldırabilmek ve döngüyü sonlandırmak olası hale gelmektedir.17

Anlaşıldığı üzere, ilk başlarda oldukça masum gibi görünen bilmeceyi cevaplandırmaya çalışmak, hukukun doğası ve hukuk sistemlerinin temelleri gibi konular üzerinde derin bir sorgulamayı beraberinde getirmektedir. Bu nedenle, söz konusu ‘küçük’ problemin genel anlamda hukuk kavramına yönelik ‘ağır’ meseleleri gündeme getirmesi kaçınılmaz olmaktadır. Buradan hareketle, önceki satırlarda dile getirilen; hukuk felsefesinde süregelen esaslı tartışmaların büyük çoğunlukla bu sorunun farklı çözümleri etrafında döndüğü fikrinin gerçeğe bir hayli yakın olduğu söylenebilmektedir. Nitekim eski tarihlerden bugüne hukuk teorisyenlerinin bu paradoksun ortadan kaldırılmasına yönelik farklı stratejiler izledikleri, diğer deyişle iki takımdan birini tutmak suretiyle -kimilerinin yumurta prensibini, kimilerinin ise tavuk prensibini reddederek- teorilerini inşa ettikleri görülmektedir. Aksi halde bu takımlardan biri tutulmadığında ve döngünün geriye doğru ilerlemesi bir yerde sonlandırılmadığında -Phil’in argümanlarına ithafen- var olan hukuki otoritenin ve böylelikle hukukun gerçekten var olduklarından bahsedebilmek zor bir hale gelmektedir.

Çizilen genel çerçeveye biraz daha yakından bakılmaya başlandığında Shapiro’ya göre, bu paradoksun hukuk alanında çözümlenebilmesi amacıyla izlenmiş ilk akla gelen strateji olarak, klasik doğal hukuk etiketi altında değerlendirilebilecek; Tanrı’yı nihai otorite kabul etme fikri karşımıza çıkmaktadır. Buna göre ahlaki otoritesinin, hukuki otoritenin var olması için yeterli ve gerekli olan Tanrı, bu ahlaki otoritesini başka bir norm veya otoriteden elde etmediğinden ötürü döngünün başlangıç noktasını tespit etmek mümkün hale gelmektedir. Ardından modern doğal hukukun problemi çözme yolunda farklı bir strateji izlediği ve genellikle toplulukların kendi yaşamlarını uygun buldukları şekilde yönlendirmelerine ilişkin bir ahlaki otoriteye sahip oldukları düşüncesi üzerine odaklandığı görülmektedir. Bu noktada egemenlik hakkı Tanrı’dan değil, siyasal ahlakın kurallarından veya ilkelerinden kaynaklanmaktadır. Böylece siyasal ahlak standartlarının, herhangi bir otorite tarafından yaratılmadıkları, diğer deyişle nihai oldukları kabul edildiğinde paradoksa neden olan sonsuz geriye gitme endişesi de ortadan kalkmaktadır.

Diğer taraftan, söz konusu ikilemin yanıtlanmasına yönelik otoritenin temellerini yalnızca sosyal olgulara dayandıran iki popüler pozitivist çözümden de bahsetmek gerekmektedir.18 Bu noktada Shapiro cephesinde ilk akla gelen seçenek -analitik hukuk kuramının köşe taşlarından birini oluşturan John Austin gibi- otoriteyi kaba kuvvetle temellendirme düşüncesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Buna göre egemen nihai bir otorite olup, hukuki otoritesini mevcut başka bir normdan değil, başkalarını kendi iradesine uymaya zorlama yeteneğinden almakta ve bu durum sonsuz geri gidişi bir noktada durdurmaktadır. Çözüme yönelik bir diğer yol ise -modern hukuki pozitivizm başlığı altında ilk sıraları kimselere kaptırmayan H.L.A Hart gibi- hukuki otoritenin tüm örneklerinin, en nihayetinde bir sosyal kurala kadar izlenebilir olduğu argümanını ileri sürmekten geçmektedir. Bu iddia uyarınca hukuk sisteminin temellerini tamamen sosyal olgulara dayalı nihai normlar oluşturmakta ve döngünün kırılması sağlanmaktadır.19 Bu noktada, ilerleyen başlıklar altında tartışılacak konuların bir fragmanı olması açısından; Austin’in teorisi izlendiğinde tavuğun yumurtadan önce geldiği, Hart’ın hukuk teorisi incelendiğinde ise tam aksine yumurtanın tavuktan önce geldiği sonucu ortaya çıkmaktadır.

Elbette bu bağlamda söz konusu probleme ilişkin izlenen birçok farklı yol mevcut iken neden Austin ve ardından Hart’ın geliştirmiş olduğu stratejilerle konuya devam edildiği sorusunun akıllara gelmesi muhtemeldir. Belirtmek gerekir ki bu çalışmanın odak noktasını oluşturan -yumurta tavuk problemi ve ileri sürdüğü argümanlar ile bu problemi sorunsuz bir şekilde çözümlediğini iddia eden- Shapiro, bu iddiasının altını doldurmadan önce sorunlu bulduğu, iki farklı takıma ait çözüm yolları olarak Austin ve Hart’ın izlediği rotaları ele almakta ve geleneği bozmayarak bu eleştiriler üzerine kendi kuramını inşa etmektedir. Bu nedenle, ilerleyen başlıklar altında öncelikle yumurta-tavuk döngüsünün başına tavuğu yerleştiren düşünürlerden Austin’in ve ardından Austin’in aksine döngüyü yumurta ile başlatan Hart’ın ileri sürdüğü çözümler kısaca ele alınmakta; Shapiro’nun argümanları için ise biraz daha beklemek gerekmektedir.