Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Toplu Mahkemede Görüşme İlkeleri ve Oylama Yöntemi

Negotiation Principles and Voting Method in Full Court

Sami SELÇUK

Ülkemizde toplu mahkemelerde görüşme ilkeleri ve oylama yöntemi üzerine bilimsel yapıtlarda çok ayrıntıya girilmemiştir. Oysa bu görüşmeleri yönlendiren etik ve mantıksal ilkeler bulunmakta, tartışma ve görüşlere dayanan yargılar ve kimi kavramlar, özellikle yargıçların değişmezliği ve özdeşliği ilkesi öne çıkmaktadır. Bunların yanı sıra tartışılacak konuların, sorunların belirlenmesi, görüşmelerin yönetilmesi, eylemin ve olaylarla bağlantılı konuların ve sorunların kanıtlanmasına (sübut), hukuksal tanıya, yaptırıma ilişkin sorunlar, oylama yöntemi, ülkemizde uygulamaya yansımayan oylamaya katılmaktan kaçınamama ve çoğunluk kuralları yargılanan insanın alınyazısını belirleyen kurallara dayanmaktadır.

Toplu Mahkeme, Görüşme İlkeleri, Oylama, Hukuksal Tanı, Sorunların Belirlenmesi, Görüşlerin Yönetilmesi, Sorunların Kanıtlanması, Yaptırım.

Negotiation principles and voting method in full courts haven’t been dilated on in scientific studies in our country. In fact there are ethical and logical principles guiding those negotiations, judgments and some concepts, particularly unchangeability and identicalness of judges principle become prominent. In addition to these, it relies on determination of the subjects, problems to be negotiated, chairing negotiations, proving the subjects and problems in connection with the action and events, de jure recognition, problems regarding to sanction, voting method, not to be able to avoid in participating voting which hasn’t been reflected in practice in our country and majority rules, the rules designating the destiny of the person being judged.

Full Court, Negotiation Principles, Voting, De Jure Recognition, Determination of Problems, Chairing Negotiations, Proving the Problems, Sanction.

Suç yargılama hukuku sürecinde ulaşılmak istenen amaç, medeni yargılama hukuku sürecinde olduğu gibi, yasal hukuk alanında yansıtılan düzgülerle ulaşılan salt biçimsel doğru, gerçek değildir. Gerçekten medeni yargılamada taraflardan birinin ant içmesi yargılama makamını bağlamakta ve yargılama sürecini bitirmektedir. Buna karşılık, suç yargılama süreci hukukunda amaç, daha önce yaşanmış olaya bağlı somut gerçekliktir. Bu ise, sık sık belirtildiği üzere, varsayımlara değil, akla uygun, olayın bütününü ya da bir parçasını temsil eden kanıtlardan ve bunların bütün olarak değerlendirilmesinden sonra ortaya çıkarılacaktır. Hatta iddia makamında bulunan savcının işin gerçeğini, doğrusunu araştırmak zorunda olduğunu, eski dönemlerdeki gibi “dünya isterse yıkılsın, yeter ki adalet sağlansın” (fiat justitia est pereat mundus) denilemeyeceğini, tam tersine “dünyanın yıkılmaması için adalet sağlansın” (fiat justitia nee pereat mundus) denileceğini, bu nedenle çağcıl yargılama anlayışının kanıtlama yasaklarını getirdiğini bilmekteyiz.

Bu yüzden kovuşturma ya da bilişme evresinde, özellikle duruşma aşaması iç içe kenetlenen ve birbirini destekleyen, olmazsa olmaz ilkelerle var olmaktadır. Bu ilkeler sayesinde taraflar etkin biçimde yargılama sürecine katılarak, daha önce yaşanmış olayı olduğu gibi sahneye taşımakta, olay herkesin gözünde canlandırmaktaydı. Karar makamında bulunan yargıç da, medeni yargılamadaki gibi bir konumda değildi. Etkindi. Bu yüzden de duruşma aşamasında diyalektik, çelişme, işbirliği (collaboration), ortaklaşalık (kolektif) ilkelerine dayanan bir yargılama süreci etkinliği, doruk noktasına ulaşmakta ve olay olarak yaşanmış suç eylemi gerçeği, bir uzay geometrisi çerçevesinde yaşatılmaya çalışılmaktaydı. Duruşma denilen aşamanın varoluş nedeni ve ereği (telos) de buydu.

İşte tam bu noktada karar makamında bulunan yargıç(lar)ın vicdani kanısı gündeme gelmektedir. Anımsatmak gerekir ki, dogmatik hukuk da, hemen her ülkede bu amaç doğrultusunda düzenlenmiştir (1929/1412 sayılı CYUY, m.214; 2004/5271 CYY, m.63/1, 69/2, m.181/2 m.206/2, 3, m.217).

Bilindiği üzere kimi mahkemelerde yargılama makamında tek yargıç, kimilerinde ise birden çok yargıç bulunmaktadır.

Tek yargıcın bulunduğu bir mahkemede vicdani kanı, elbette bu yargıç tarafından oluşturulacaktır. Dolayısıyla görünüşte bir görüşme ve tartışma söz konusu değildir. Ancak aslında her zaman tek yargıcın iç dünyasında da bir tartışma vardır. Gerçekten tek yargıç da, iç dünyasında yarattığı yapay hasımların karşıt görüşleri, bir başka anlatımla suçludan yana ve ona karşı olan kanıtların ve konuların karşılaştırılması ve değerlendirilmesi sonucunda sorunları çözecek, sonuçta oluşan kanılar doğrultusunda yargılama konusu eylem(ler)in belirlenip belirlenmediği, belirlendiği takdirde o eylem(ler)le ilgili sorunlar konusunda kararlar verecektir. Nitekim bu yüzden çoğu yerde ve bizde tek yargıçlı mahkemelerde “kürsüde” (sur le siège) ve “mahkeme görüştükten sonra...” (le tribunal, après avoir délibéré...) denilerek karar verilmektedir.1

Buna karşılık yargılama makamında, sözgelimi ülkemizde ağır ceza, istinaf mahkemesi ya da Yargıtay dairelerinde, Yargıtay genel kurullarında görüldüğü üzere, üç ya da daha çok yargıç, kimi ülkelerde yargıçların yanı sıra halkın istencini temsil eden ve halkın içinden gelen yargıçlar (jüri üyeleri) yer alıyorlarsa, vicdani kanının oluşması başta olmak üzere eyleme, hukuka ilişkin konuların incelenmesi ve düzenlenmesi önemli bir sorun olacaktır. Çünkü daha önce üzerinde durulduğu üzere, yaşanmış tarihsel gerçeklikle ilgili yargı her zaman görelidir.2 Yargıçlar, düne ilişkin kuşkularını kanıtlara dayanarak yenecekler; kuşkunun yerini “besbellilik” alacaktır. Besbellilik ise, doğa bilimlerinde kesin, ancak tarihsel olayları belirlemede her zaman göreli bir “kanı”dan; bu kanı ise, olasılık yargısının dışa yansımasından başka bir şey değildir. O yüzden bu öznel bireysel kanıya dayanan olgunun ve yargının tam tersinin kanıtlanması her zaman olasıdır. Dolayısıyla insanlık, şu noktayı artık iyi bilmektedir: Yargılama süreci, ne denli yetkin olursa olsun, hiçbir zaman matematik nesnel gerçekliği, muhakkaklığı, yüzde yüz besbelli olmayı ortaya koymayı başaramamakta; olasılıklar insanın peşini bırakmamaktadır. Bütün hukuk düzenlerinde “yargılamanın yenilenmesi” (muhakemenin iadesi) kurumunun yer almasının temel nedeni de budur. Öte yandan yargıç, yargılamayı bir kararla sonuçlandırmak zorundadır. Dolayısıyla söz konusu besbellilik, belli bir dereceye varınca olasılığa varılmış, olasılık da belli bir dereceye ulaşınca kuşku birlikte yenilmiş ve birlikte bir kanıya (kanaat, conviction, convinzione) ulaşılmış olmaktadır.3 Foschini’nin bu olguyu, cildin duyarlılığını ölçmek için Weber’in kullandığı iki ucu da sivri olan Weber pergeline benzettiğini, pergelin iki ucu yeterince aralıklı iken iki batış duyulduğu halde, uçlar birbirine yaklaşınca birleşmediği halde, belli bir aralığa inildiği zaman artık tek batışın duyulmaya başlandığını, bunun da vicdani kanı olduğunu, bu yüzden “kuşkudan sanık yararlanır” ilkesinin yargılamada vazgeçilemez bir güvence oluşturduğu açıktır. Bu ilkenin ışığında bir yargıcın kuşkusunu yüzde yüz yenerek besbellilik yargısına ulaşması, gerçekten her zaman tersi de olası4 bulunan kişisel bir görüş olmanın ötesine hiçbir zaman geçemeyecektir. Bu yüzden Carnelutti, Platon’un ünlü mağara benzetmesi gibi, yargıcı mağaraya girmiş, sırtını kapıya vermiş bir insana benzetmiştir.5

Kısaca kanıtlamanın amacı, kesin doğruya ulaşmaktan çok, bu konuda yukarıda betimlenen bir kanı oluşturmaksa,6 bu kanı, her zaman eylemin gerçekleşip gerçekleşmediğine; gerçekleşmişse, bunu sanığın yapıp yapmadığına ilişkin ve kanıtların tek tek ya da birlikte değerlendirilmesinin ürünü bir inanış, inanma (foi, fede) sorunu; dolayısıyla yargı oluşturma ve kavramı da, bir inanma işleminden (acte de de foi, atto di fede) ibaret olacaktır.7 Bu yüzden de bu olguya, sözgelimi, Portekiz CYY, “deneyim kurallarına dayalı değerlendirme”, Fransız CYY, “akla dayalı izlenim”, Türk yasaları ise, çarpıcı bir terimle “vicdani kanı” demiştir (Any, m.138/1; CYY, m.217/1).

Öyleyse birçok yargıcın katıldıkları toplu yargıçlı mahkemelerde vicdani kanının nasıl bir yöntem ve oylama sonucunda ortaya çıkacağı konusunu ele almak gerekmektedir.

Nitekim dogmatik hukuk da, bütün yargılama yasalarında toplu mahkemelerde bu konuyu, özellikle görüşmeyi ve oylamayı ele almıştır. Mahkeme başkanının yöneteceği bu görüşme, elbette duruşma salonu dışında başka bir yerde yapılacaktır (CYY, m.227-229, HYY, m.295-296).

Bunları üç başlık altında incelemekte yarar vardır: Görüşmeyi yönlendiren bilimsel yöntem ve ilkeler, tartışılacak konular/ sorunlar ve oylama.8

I. Görüşmeleri Yönlendiren İlkeler

Konular ve sorunlar sırasıyla tartışılırken görüşmeye katılan yargıçların uyması gereken tartışma ve tartışma kavramının özünde yatan kimi etik ilkelere ve hukuksal kurallara uymaları zorunludur. Bunlara uyularak yargı(lar) oluşturulacaktır.

Her şeyden önce yukarıda sergilenen ya da kendi içinde ortaya çıkacak olan konuların, sorunların her birinde görüşmeye katılan her yargıç, söz alıp görüş bildirmese bile, görüşlerden birine katılmak ve bir yargıda (hüküm, jugement, guidizio) bulunmak durumundadır. Bundan kaçınmak olanaksızdır. Çünkü her görüşmenin doğasında bu vardır.

Her yargı ise, özünde bir akıl yürütmedir. Akıl yürütme de, mantığın yöntemlerine ve ilkelerine uymayı gerektirmektedir.9

Bilindiği üzere akıl yürütmenin üç tür yöntemi bulunmaktadır: Tümevarım (endüksiyon, istikra), tümdengelim (dedüksiyon, talil) ve benzeşim (analoji, temsil). Bu üç tür içinde de her yargı, bir tümce, bir önerme olarak dış dünyaya yansımakta, iki durum arasında bir ilişki kurulmaktadır. “Bu inci değerlidir”, “bu resim güzeldir” ya da “Ahmet’i Mehmet öldürmüştür” tümcelerinde olduğu gibi, inci ile değerlilik, resim ile güzellik, Mehmet ile öldürmek arasında bir ilişki kurulmuş; bu tümcelerle bir “yargı”ya ulaşıldığı açıklanmıştır. Kısaca, her yargının yapısında, hakkında yargı kurulan bir konu (subjectum), bu konuda söylenen (yüklem, praedikatum) ve bunları birbirine bağlayan bir koşaç (copula) bulunmaktadır. Yargılar, nitelik açısından olumlu (evetleyici), olumsuz (değilleyici); nicelik açısından tümel, tikel ve tekil; kiplik (modalite) açısından gerçek, yalın (assertorik), zorunlu (apodiktik), olası, belkili (problematik); bağıntı açısından kesin (kategorik), koşullu (hipotetik), ayrık (disjonctif); gelişim açısından hazırlayıcı (préparatoire) ya da son (final) olabilmektedir.

Mantığın üç ana ilkesi ise şunlardır: “A, A’dır” dendiği zaman bir başka şeyle olan ilişkisi değil, yalnızca kendisi olduğu, yani kendisi dışında başka bir şeye benzese de onunla özdeş olmadığı dile getirilmektedir: Bu, “özdeşlik ilkesi”dir (principium identitatis). Özdeşlik, mantık açısından bir ilke olsa da düşünme açısından tek başına yetersizdir. Ancak başka (divertitas) olma ile verimli duruma gelebilir. Kısaca bir şey, hem kendisi hem de başka bir şey olamaz. Dolayısıyla her şey kendisi ile özdeştir; kendisinden başka bir şeyle özdeş olamaz. A’nın A dışında başka bir şeyle özdeş olamayacağını anlatan bu ilke ise, “çelişmezlik ilkesi”dir (principium contradictionis). Düşünülebilen bütün şeylerin “A” ve “A olmayan” olmak üzere düşünme evrenimizi iki alana ayırdığı bellidir. Bu durum, çelişmezlik ilkesinin sonucudur. Zira “A” ve “A olmayan” bir arada, düşünme evrenimizi oluşturmaktadır. Bunun anlamı ise bellidir: “A” ve “A olmayan” dışında üçüncü bir durum düşünülemez. Yani “Her X, ya A”dır ya da A olmayandır, üçüncü bir durum düşünülemez (tertium non datur). Bu da, “üçüncü durumun olmazlığı ilkesi”dir.

İşte yargılama sırasında ortaya çıkan her sorun, bu mantık ve ilkeler ışığında önce tartışılacak, daha sonra ise o sorunla ilgili olarak mantık yöntemleri ve ilkeleri de gözetilerek bir yargıya varılacaktır. Ancak her yargıdan önce elbette ortada bir kuşku vardır. Yargı, üzerinde tartışılan bu kuşkuya son vermek içindir. Sözgelimi, “A, B’yi öldürmüştür” biçimindeki olumlu yargının yanı sıra “A, B’yi öldürmemiştir” diyen olumsuz yargı da ortaya çıkabilecektir. İlkin bu durum tartışılacak, bu tartışmanın sonunda ise kuşku inanışa dönüştüğünde birden çok yargıç varsa oylama yapılarak kuşku yenilecek ve yargı kurulacaktır. Kuşkunun sürmesi, henüz bir yargıya ulaşılmadığını gösterir. “İnanış” ise, mantığın yanı sıra ruhbilimin de doğruya doğru yürüyüşte insanı egemenliği altına aldığını göstermektedir. İşte mantık bu egemenliği en alt düzeye indirebilmek için bu noktada uyarılarda bulunmaktadır: Doğruya doğru biçimde ulaşabilmek, sezgilerin, duyguların ve isteklerin etkilerini azaltmak için yorgun, hasta ve önyargılı olmamak, ivedi davranmamak, yansız olmak, tutkulardan arınmak ve inatçılıktan sakınmak, bilgisine ve sağduyusuna inanmak vb. gibi özellikler aranmaktadır.

Yargı kurma yargılamanın her evresinde ve aşamasında yargıçların karşısına çıkmakta ve son yargıya (birleşim) ulaşılmaktadır. Hukukta yalnızca en son etkinliğe yargı denmesi, sindirimi besinin ağızdan girmesiyle başlatmayıp açıklamaya benzemektedir ve yanlıştır. Çünkü aslında bu yaklaşımla, bütün gözden kaçırılmaktadır.10 Oysa hazırlık soruşturmasından itibaren son yargıyı hazırlayan yargılar kurulmaya başlanmıştır, aslında. Zira yargılama yapmak, yargılama süreci boyunca sürekli yargılarda bulunmayı gerektirmektedir. Bu nedenle Carnelutti “processo” terimini eleştirmiş, yargılamanın karşılığı olan “giudizio” terimini savunmuş, Foschini de, aynı terimi yeğlemiştir.11

Başından başlayarak bir suç işlendiği izlenimi üzerine kuşku ile başlayan yargılama sürecinin en sonunda iddia, savunma ve yargılama makamlarının kuşkuyu elbirliğiyle yenmeleri suretiyle vicdani ve son yargıya (conviction, convinzione) ulaşılmaktadır. Bu ise yargılama süreci hukukunda yargı kurmanın ortaklaşa (kolektif) bir etkinlik olmasının doğal ve özgün bir sonucudur. Böylece yargı, son yargı, iddia, savunma ve yargı kurma makamlarının, özellikle de bu son makamda birden çok yargıç bulunuyorsa, makamlarda bulunan herkesin ortak yapıtı olması gerçeği, bir kez daha yargılamaya yeni bir boyut kazandırmaktadır. Gerçekten yargıcın kurduğu yargıya, tarafların ışık tutarak, daha sonra denetleyen yargılama organlarındaki hukukçularla bu ortaklığın katlanarak ileri boyutlara ulaştığı gözetilirse, yargılamanın taraflar arasında bir çatışma değil, bir işbirliği olduğu anlaşılmış, bunu belirtenler12 olmuşsa da, yargılama sürecinin ve yargının ortaklaşa bir etkinlik olduğunu ilk kez Carnelutti ortaya atmıştır. Ona göre, yargılama yapıp yargı kuranlar (giudicanti), yalnızca yargıçlar değil, onların yanı sıra savcı ve savunmacı (savunman, müdafi) da buna katkıda bulunmakta; bunların sonucunda yargıç, hepsini kendi mantık süzgecinden geçirerek en iyi yargıya ulaşmaktadır.13