Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Muvazaa Hukuksal Nedenine Dayalı İptal Davası Açılabileceğine İlişkin Yargıtay Görüşünün Tasarrufun İptali Davası ile Muvazaa Davası Arasındaki İlişki Bağlamında Değerlendirmesi

An Evaluation on Supreme Court’s Opinion on Lawsuit for Annulment can be Filed on Grounds for Collision Legal Basis within the Context of Relationship Between Annulment of Disposition Lawsuit and Collision Lawsuit

Murat YAVAŞ, Rahşan SERTKAYA DANİŞ

Borçlunun malvarlığı değerleri üzerinde doğrudan yahut dolayısıyla etki edecek nitelikte işlemler yaparak alacaklılarının cebrî icra işlemlerini zorlaştırması veya zararına yol açması yahut alacaklılarından bir kısmının diğerlerine nazaran kayrılmasına sebep olması hallerinde, alacaklılar tasarrufun iptali davası açabileceklerdir. Borçlunun tasarrufun iptali davasına konu edilebilecek işlemleri ancak hukuken geçerli işlemlerdir ve bu işlemler medenî hukuk manasında kesin hükümsüz veya yok hükmünde değildir. Bununla beraber kanun koyucu tasarrufun iptali davası bakımından beş yıllık hak düşürücü bir süre öngörmüş olup alacaklı tasarrufun iptaline ilişkin talebini mahkeme nezdinde ancak bu süre içerisinde dermeyan edebilecektir. Borçlunun yapmış olduğu hukuki işlemlerin muvazaalı olması halinde ise alacağını tahsil edememiş ve zarara uğramış alacaklılar muvazaa davası açarak muvazaalı işlemin hükümsüzlüğünün tespitini talep edebileceklerdir. Alacaklılar tarafından elde edilmek istenen amaç bakımından tasarrufun iptali davası ile muvazaa davasının birbirine yakınlaştığı düşünülebilecektir. Ancak Borçlar Kanunu’nun 19. madde hükmüne dayanılarak açılan “muvazaa davası” ile “tasarrufun iptali davası” nitelikleri, koşulları, doğurduğu sonuçlar gibi birçok bakımdan farklılık arz etmektedir. Çalışmamızın ilk bölümünde “tasarrufun iptali davası” ve Borçlar Kanunu’nun 19. maddesi kapsamında “muvazaa davası” açıklanacaktır. İkinci bölümde, bu dava türleri arasındaki farklılıklar hakkında detaylı bilgi verilecektir. Çalışmamızın üçüncü bölümünde ise “muvazaa hukuksal sebebine dayalı iptal davası”na ilişkin Yargıtay görüşünün bir değerlendirmesi yapılacak ve son bölümde konu genel olarak değerlendirilecektir.

Tasarrufun İptali, Muvazaa, Kesin Hükümsüzlük, Alacaklı, Cebrî İcra, Satış ve Haciz İsteme Yetkisi, Tespit.

Creditors may file a lawsuit for the annulment of the disposition in the event that the debtor complicates the compulsory enforcement proceedings of the creditors by making transactions or taking acts that will directly or indirectly affect the asset values or causes detriment of the creditors or if the debtor causes some of his creditors to be favored over the others. The debtor’s transactions that can be subject to an action for annulment of disposition are only legally valid transactions and these transactions are not null or void under the civil law. However, the legislator has envisaged a five-year period of prescription in the cases related to the annulment of the disposition. The creditor will only be able to request the annulment of the disposition from the court within the said period of prescription. If the legal actions taken by the debtor are collusive, determination of the invalidity of the transaction maybe requested by the creditors who have not been able to collect their receivables and have suffered losses. It can be thought that the action for annulment of disposition and the lawsuit for collusion are similar to each other in terms of the purpose sought to be achieved by the creditor. However, “the lawsuit for collusion” filed according to Article 19 of the Turkish Code of Obligations and “the lawsuit for the annulment of the disposition”; in fact, differ in many respects such as their qualities, conditions, and results principally. In the first part of our study, “the lawsuit for the annulment of disposition” and “the lawsuit for collusion” filed according to Article 19 of the Turkish Code of Obligations will be explained. In the second part, detailed information will be given about the differences between these two lawsuits. In the third part of our study, an evaluation of the opinion of the Supreme Court on the lawsuit for collusion will be made and in the last section, a general review of the subject will be given.

Annulment of Disposition, Collusion, Nullity, Creditor, Compulsory Enforcement, Power to Request Sale and Distraint, Determination.

I. Tasarrufun İptali Davası

Borçlunun malvarlığı değerleri üzerinde doğrudan yahut dolayısıyla etki edecek nitelikte işlemler yaparak veya fiillerde bulunarak alacaklılarının cebrî icra işlemlerini zorlaştırması veya zararına yol açması yahut alacaklılarından bir kısmının diğerlerine nazaran kayrılmasına sebep olması hallerinde alacaklıların tasarrufun iptali davası açma yoluna başvurmaları mümkündür.1

İcra ve İflas Kanunu (İİK) m.277/1 hükmündeki düzenlemeye göre; tasarrufun iptali davasında amaç, İİK’nın 278’inci, 279’uncu ve 280’inci maddelerinde yazılı bulunan tasarrufların butlanına hükmettirmek olarak bulunmaktadır. Oysa ki, “İİK m.277/f.1 lafzına rağmen borçlunun fiili medenî hukuk manasında batıl veya iptal edilebilir değildir”.2 Dolayısıyla, İİK’da her ne kadar butlan ifadesine yer verilmiş ise de tasarrufun iptali davası ile amaçlanan borçlu tarafından yapılmış tasarrufların butlanına hükmedilmesini sağlamak değildir. Nitekim kanunkoyucu tarafından İİK m.277/1 hükmünde kullanılan “butlan”3 kavramı esasen hukuki işlemlerin hükümsüzlük hallerinden birisidir. “Bir hukuki işlemin kurucu unsurları tamam olmakla beraber, genel geçerlilik şartlarından kamu düzenini ilgilendirecek önemde bulunanların gerçekleşmemiş olması halinde, o hukukî işlem batıldır, yâni kesin olarak hükümsüzdür”.4 İİK m.277/1 hükmünde bahsi geçen borçlunun tasarrufun iptali davasına konu edilebilecek işlemleri ise, ancak hukuken geçerli işlemlerdir ve bu işlemler medenî hukuk manasında kesin hükümsüz veya yok hükmünde değillerdir.5 Bu halde olsa olsa borçlu tarafından gerçekleştirilmiş hukuki işlemlerin medeni hukuka ilişkin sonuçlarına alacaklı karşısında itibar edilemeyeceği söylenebilecektir.6 Nitekim tasarrufun iptali davasının kabulüne karar verilmesi halinde alacaklı borçlu hukuki işlemi adeta yapmamış gibi tasarrufa konu mal veya hak üzerinde cebrî icra işlemlerine devam edebilecektir. Ancak borçlu tarafından gerçekleştirilmiş bulunan tasarruf işlemi hukuken geçerli olmaya devam edecektir.

Zaten tasarrufun iptali davası ile amaçlanan da borçlu tarafından geçerli bir tasarrufa konu edilerek alacaklılarının cebrî icra sahası dışına çıkardığı mal veya hak üzerinde alacaklıya cebrî icra yetkisi tanınarak, takibe konu ettiği alacak ve fer’ileri ile sınırlı olmak üzere, alacağını tahsil olanağının sağlanmasıdır.7 Keza, malları haczedilmeden veya hakkında iflâs kararı verilmeden evvel malları ve hakları üzerinde tasarrufta bulunmak konusunda herhangi bir kısıtı olmayan borçlu,8 tasarrufta bulunarak, alacaklının alacağını tasarrufa konu ettiği malvarlığı değeri üzerinden elde etmesini engellemeye çalışmaktadır.9 Buna karşılık, borçlu aleyhine yaptığı icra takibi ile alacağına kavuşamamış bulunan alacaklı tasarrufun iptali davası açmakla borçlunun malvarlığından hukuken geçerli bir tasarrufla çıkmış bulunan mal üzerinde cebrî icra işlemlerine devam etmek ve böylece alacağını tahsil etmek imkânına kavuşmaktadır.10 Bu yönüyle, haciz yoluyla alacağını elde edemeyen alacaklı tali bir yol olarak tasarrufun iptali davası açmak yoluna başvurabilecektir.11

Tasarrufun iptali davasının sübut bulması halinde ise alacaklı takibe konu ettiği asıl alacak ve fer’ileri ile sınırlı olmak üzere tasarrufa konu mal üzerinde haciz ve satış isteme yetkisi elde ederek cebrî icra işlemlerine devam etmekte ve tasarrufa konu mal sanki borçlunun malvarlığına dahilmiş gibi12 maldan istifade ederek alacağına kavuşmaktadır.13 Bu sebepledir ki, alacaklının tasarrufun iptali davasına konu ettiği mal bir gayrimenkul ise davanın kabulüne karar verilmesi halinde tapudaki kayıt düzeltilmeden alacaklıya gayrimenkul üzerinde haciz ve satış isteme yetkileri tanınarak alacağını tahsil imkânı sağlanmaktadır.14 Dolayısıyla, “bu dava ile, malın mülkiyetinin, davalıdan (üçüncü kişiden) alınarak, borçluya ait olduğuna (geri dönmesine) karar verilmemekte, sadece alacaklı (davacı) malın bedelinden alacağını (kişisel hakkını) almak yetkisini elde etmektedir (m.283, I)”.15 Bu bakımdan tasarrufun iptali davası, “ayni nitelikte” değil; “şahsi nitelikte” bir dava olarak bulunmaktadır.16 Tasarrufun iptali davasının şahsi nitelikte bir dava olması, eşyanın aynına ilişkin bir dava olmaması sebebi ile mahkeme tarafından verilecek tasarrufun iptali kararı, yalnız davanın davacısı alacaklının alacağı ve fer’ileri nispetinde ve ancak tasarrufa konu mal üzerinde hüküm ve sonuçlarını doğuracaktır.

Bununla beraber amacı ve sonuçları nazara alındığında tasarrufun iptali davasının “eda davası” niteliği taşıdığı da açıktır.17 Nitekim “eda davası” “davacının, talebinde davalının bir şeyi yapmaya, bir şey vermeye veya bir şeyi yapmamaya mahkûm edilmesini istediği”18 ve neticesinde “davacının istediği edanın (edimin) yerine getirilmesi hususunda davalıya yöneltilmiş bir emir”19 içerecek şekilde hüküm kurulan bir dava türüdür. Tasarrufun iptali davasında da davacının mahkeme nezdinde dermeyan ettiği talebinin kabulü halinde borçlu ile tasarruf muamelesinde bulunan üçüncü kişi, alacaklının tasarrufa konu mal üzerinde yapacağı cebrî icra işlemlerine katlanmaya mahkûm edilmektedir.20

Görüldüğü üzere “iptal davası takip alacaklısı bakımından takibin semeresiz kalmamasını sağlaması yönünden bir teminat tedbiridir ve bu haliyle icra hukukunun borçluyu koruyan yapısına istisna teşkil eden bir kurumdur”.21 Bu yönü ile tasarrufun iptali davasının alacaklılara alacaklarını tahsil etmek hususunda önemli olmakla beraber Kanunun genel yapısına istisna teşkil eden bir hukuki imkân sağladığı söylenebilecektir. Ancak kanunkoyucu İİK m.284 hükmü ile tasarrufun iptali davaları bakımından hak düşürücü süreye ilişkin özel bir düzenleme de öngörmüş bulunmaktadır. Söz konusu madde hükmünün kenar başlığında “hak düşürücü müddet” ifadesi kullanılmış olup madde metninden de söz konusu müddetin hak düşürücü süre olduğu anlaşılmaktadır.22 Madde hükmündeki düzenlemeye göre; alacaklının tasarrufun iptali davası açma hakkı, iptali talep edilecek tasarrufun gerçekleştiği tarihten itibaren beş sene geçmekle düşecektir. Bu bakımdan alacaklı tasarrufun iptaline ilişkin talebini, ancak Kanun’da öngörülen beş senelik hak düşürücü süre içerisinde mahkeme nezdinde dermeyan edebilecek olup süresi içerisinde dermeyan edilmeyen tasarrufun iptali talebi mahkeme tarafından dinlenemeyecektir.23 Diğer bir ifadeyle, alacaklının beş senelik süre içerisinde tasarrufun iptaline yönelik talebini mahkeme nezdinde dermeyan etmemesi halinde dava açma hakkı düşecektir.24 Buna karşılık, alacaklı tarafından tasarrufun iptali davası açılmakla söz konusu süre korunmuş olacaktır. Dolayısıyla, mahkeme tarafından yapılacak değerlendirmede tasarrufun iptali davasının, ancak beş senelik hak düşürücü süre içerisinde açıldığının tespit edilmesi halinde diğer dava şartlarının incelemesine geçilebilecek olup bu şartlar da mevcut bulunmakta ise davanın esastan incelenmesi mümkün olabilecektir.25 Buna karşılık dava şartları ile diğer koşullar var olsa dahi mahkeme tarafından tasarrufun iptali davasının beş senelik hak düşürücü süre içerisinde açılmadığının tespit edilmesi halinde davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmaması sebebiyle reddine karar verilecektir.26

Buna karşılık Yargıtay, tasarrufun iptali davaları bakımından nazara alınması gereken beş senelik hak düşürücü süre geçirilmiş olsa dahi alacaklılar tarafından Türk Borçlar Kanunu (TBK) m.19 hükmüne dayanılarak herhangi bir hak düşürücü süreye veya zamanaşımı süresine tabi bulunmaksızın “muvazaa hukuksal sebebine dayalı iptal davası açılabileceği” ve bu davada İİK m.283 hükmünün birinci ve ikinci fıkralarında yer verilen sonuçlardan yararlanmaya yönelik talepte bulunulabileceği görüşündedir.27

II. Türk Borçlar Kanununun 19’uncu Maddesi Kapsamında Muvazaa Davası

Yargıtay’ın alacaklıların herhangi bir hak düşürücü süreye veya zamanaşımı süresine tabi bulunmaksızın İİK m.283 hükmünün birinci ve ikinci fıkralarında yer verilen sonuçlardan yararlanmaya yönelik taleplerine dayanak alabileceklerini işaret ettiği TBK’nın 19’uncu maddesi “Sözleşmenin yorumu ve muvazaalı işlemler” kenar başlığını taşımaktadır. Söz konusu düzenlemeye göre; bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınacaktır. Böylelikle doğrudan muvazaa kavramına ilişkin bir tanımlama yapmayan kanunkoyucu dolaylı olarak muvazaalı işlemleri açıklayarak muvazaalı işlemlere netice bağlamıştır.

“Muvazaa” tarafların üçüncü kişileri aldatmak niyeti ile gerçek iradelerine uygun olmayan bir görünüş meydana getirmek hususunda anlaşmalarıdır. Diğer bir deyişle, burada taraflar görünüşteki sözleşmeyi yaparak üçüncü kişileri aldatmak konusunda kendi aralarında bir anlaşmaya varmışlardır. O halde muvazaanın unsurlarını; taraflar arasında muvazaa anlaşması bulunması, tarafların aralarındaki muvazaa anlaşması kapsamında hüküm ve sonuç meydana getirmeyen görünürde bir sözleşme yapmış olmaları ve tarafların üçüncü kişileri aldatmak hususunda iradeye sahip olmaları şeklinde sıralamamız mümkün bulunmaktadır.28 Muvazaanın unsurlarından birisi olarak bulunan muvazaa anlaşması; “tarafların görünüşteki danışıklı sözleşmeyi sırf üçüncü kişileri aldatmak için yaptıklarına ve kendi aralarında hüküm ifade etmeyeceğine yönelik veya gizlenen sözleşmenin doğuracağı hususunda”29 yaptıkları bir anlaşmadır. Tarafların kendi aralarında hüküm ve sonuç doğurmayacak olmakla beraber üçüncü kişileri aldatmak gayesiyle yaptıkları sözleşme ise görünürdeki sözleşme olup muvazaanın diğer bir unsuru olarak bulunmaktadır.30 Muvazaanın üçüncü unsuru ise; tarafların görünürdeki sözleşmenin niteliğini ve içeriğini üçüncü kişilerden gizlemek hususundaki üçüncü kişileri aldatma kastıdır.31 Belirtmek gerekir ki, TBK’nın 19’uncu maddesinde muvazaaya konu işlemin kesin hükümsüz olacağı yönünde açık bir düzenleme yapılmamış ise de, doktrinde hâkim görüş olarak muvazaanın yaptırımının kesin hükümsüzlük olduğu kabul edilmektedir.32 Bu doğrultuda taraflar arasında söz konusu unsurları içerecek şekilde bir muvazaa anlaşması bulunması halinde üçüncü kişileri aldatma gayesiyle yapılmış görünürdeki sözleşme kesin hükümsüz olacaktır.33 Bununla beraber, “taraflar yaptıkları danışıklı sözleşmenin arkasına başka bir sözleşme gizlemiş yani görünen sözleşmenin değil, gizli sözleşmenin hükümlerini ve sonuçlarını doğuracağı hususunda anlaşmışlarsa, nitelikli muvazaalı işlem söz konusu”34 olacaktır. Görüldüğü üzere, nitelikli muvazaada yukarıdaki unsurlara ek olarak bir de taraflar arasında gizli bir sözleşme bulunması gerekmektedir.35 Bu gizli sözleşme görünürdeki muvazaalı sözleşmenin ardında gizlenmiş bir sözleşme olarak bulunmaktadır. Taraflar arasında nitelikli muvazaanın bulunması halinde taraflar arasındaki görünürdeki sözleşme kesin hükümsüz olacak buna karşılık tarafların iradesine uygun olarak yapılmış gizli sözleşme geçerlilik için gerekli koşulları taşıması koşulu ile geçerli olacaktır.36

Muvazaalı işlemlerin yaptırımının kesin hükümsüzlük olması sebebi ile kesin hükümsüzlüğe bağlanan hukuki sonuçlar muvazaalı işlemler bakımından da geçerli olacaktır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, kesin hükümsüz işlemler yapıldıkları andan itibaren geçersiz olup zamanla sıhhat kazanamayacaklardır.37 Dolayısıyla, muvazaalı işlemler de baştan itibaren (ex tunc) geçersiz olup zamanla sıhhat kazanmaları da mümkün bulunmamaktadır. Bu doğrultuda bir işlemin muvazaalı olduğuna ve bu bakımdan kesin hükümsüz bulunduğuna yönelik iddiaların hak düşürücü bir süreye veya bir zamanaşımı süresine tabi bulunmadığı söylenebilecektir.38 İlgili herkes tarafından bir süreye bağlı olmaksızın ileri sürülebilecek olan hukuki işlemin muvazaalı olduğu, diğer bir deyişle kesin hükümsüz bulunduğu iddiası bu yönü ile bir itiraz niteliğinde bulunmaktadır.39

Muvazaalı işlemlere bağlanan hukuki sonuçlar yukarıdaki gibi olmakla beraber belirtmek gerekir ki muvazaa iddiasının bir dava ikame edilerek mahkeme huzuruna getirilmesi de mümkün bulunmaktadır. Bununla beraber, muvazaalı işlemin tarafları dışında üçüncü kişilerin de hukuki durumlarının etkilenmesi kaydıyla muvazaa iddiasını bir dava ikame ederek mahkeme önüne getirmeleri imkân dahilindedir.40 Bu imkân doğrultusunda üçüncü kişinin muvazaa iddiasını ikame edeceği bir davaya konu etmesi halinde bu dava “tespit davası” niteliğinde olacak ve bu doğrultuda hâkim tarafından verilecek karar da bir tespit hükmü niteliğinde olacaktır.41 Muvazaa iddiası bir itiraz niteliğinde bulunduğundan bir işlemin muvazaalı olduğu ve bu bakımdan kesin hükümsüz olduğu hususu şayet davanın görüldüğü sırada hâkim tarafından anlaşılır ise bu husus taraflarca öne sürülmese dahi hâkim tarafından re’sen nazara alınacaktır.42

Muvazaa iddiasında bulunabilecek üçüncü kişiler ise yasal mirasçılar, alacaklılar veya önalım hakkı sahipleri olarak bulunmaktadırlar.43 Dolayısıyla, alacağını borçlusundan tahsil edememiş bulunan üçüncü kişiler de pek tabidir ki borçlusunun alacaklılarını aldatmak gayesiyle yapmış olduğu hukuki işlemlerinin muvazaalı olduğuna ilişkin iddiasını “«muvazaa davası» -daha doğrusu; yapılan işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunu belirtmek için açılan tespit davası”nı44 ikame etmek sureti ile mahkeme önüne getirebileceklerdir. Bu kapsamda alacaklı tarafından elde edilmek istenen amaç bakımından tasarrufun iptali davası ile muvazaa davasının birbirine yakınlaştığı düşünülebilecektir. Nitekim belirtildiği üzere TBK’nın 19’uncu maddesine dayanan muvazaa davasının da alacaklı tarafından alacağını elde etme amacı ile açılabilmesi pek tabii mümkün bulunmaktadır. Ancak TBK’nın 19’uncu maddesine dayanılarak açılan muvazaa davası ile tasarrufun iptali davası esasen nitelikleri, koşulları, doğurduğu sonuçlar gibi birçok bakımdan farklılık arz etmektedirler.45

III. Tasarrufun İptali Davası ile Türk Borçlar Kanununun 19’uncu Maddesi Kapsamında Açılan Muvazaa Davası Arasındaki Farklar

Tasarrufun iptali davaları ile TBK’nın 19’uncu maddesi kapsamında açılabilecek muvazaa davaları arasında davacının davayı açmaktaki amacı bakımından yukarıda yer verdiğimiz üzere benzerlik bulunduğu şüphesizdir. Nitekim hakları halele uğrayan alacaklı tasarrufun iptali davası veya muvazaa davasından birisini açmakla esasen alacağını almayı amaç edinmektedir. Ancak tasarrufun iptali davasında davacının davayı açmaktaki amacı davalıdan tahsilini sağlayamadığı alacağını tasarrufa konu mal üzerinde cebrî icra yetkisi elde ederek tahsil etmektir.46 Nitekim tasarrufun iptali davası ile amaçlanan da borçlunun üçüncü kişilere geçerli bir tasarrufla devretmiş olduğu ve böylelikle alacaklılarının cebrî icra sahası dışına çıkartmış bulunduğu mal ve hakların tekrar tasarrufun iptali davasını açan alacaklının cebrî icra sahası içine çekilmesine imkân tanımaktır. Bu amaç doğrultusunda tasarrufun iptali davasının mahkemece kabulüne karar verilmesi ile birlikte üçüncü kişi; borçlu ile geçerli bir tasarrufta bulunarak kendi mülkiyetine naklettiği mal veya hak üzerinde alacaklının cebrî icra işlemlerine devam etmesine katlanmak mecburiyetinde bırakılmaktadır. Bununla beraber alacaklının söz konusu mal ve haklar üzerinde cebrî icra işlemlerine devam edebilmesi için söz konusu mal ve hakların yeniden borçlunun mülkiyetine geri dönmesine gerek bulunmamaktadır. Nitekim İİK m.283/1 hükmündeki düzenlemeye göre; tasarrufa konu mal bir taşınmaz olsa dahi alacaklının cebrî icra işlemlerine devam edebilmesi için artık üçüncü kişi üzerine kayıtlı bulunan taşınmazın kaydında bir değişiklik yapılmasına ve mahkemece bu yönde bir karar tesis edilmesine gerek bulunmamaktadır.

Buna karşılık; muvazaa davasında, davacının davayı açmaktaki amacı hukuki işlemin muvazaalı olduğunu ispat ederek muvazaalı işlemin baştan itibaren geçersiz olduğunun mahkemece tespitini sağlamaktır. Nitekim muvazaalı olması sebebi ile kesin hükümsüzlük yaptırımı ile karşılaşan ve en baştan itibaren geçersiz bulunan hukuki işlem veya sözleşmenin zamanla sıhhat kazanmasına zaten imkân bulunmamaktadır. Hatta taraflar muvazaalı işlem kapsamında ifada bulunmuş olsalar dahi muvazaalı işlemin geçerlilik kazanması mümkün olamayacaktır.47 Bu bakımdan tarafların muvazaalı işleme konu ettikleri şeyin mülkiyetinin muvazaalı işlemin diğer tarafına geçmesine de imkân bulunmamaktadır.48 Dolayısıyla, taraflar arasındaki işlemin muvazaalı olduğunun mahkeme tarafından tespit edilmesi halinde söz konusu tespit hükmü ile beraber muvazaalı işleme konu mal veya hak yeniden borçlunun malvarlığına dönecek hatta muvazaalı işlemin konusunun bir taşınmaz olması halinde taşınmazın tapu kaydının da düzeltilmesi bir gereklilik arz edecektir.