Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Makul Sürede Yargılanma Hakkı

RIGHT TO TRIAL WITHIN A REASONABLE TIME

Candide ŞENTÜRK 


Özet: Adil yargılanma ilkesi sadece anayasa hukuku ve muhakeme hukukunun önemli bir ilkesi olarak değil aynı zamanda hukuk devleti ilkesinin bir getirisi olarak Avrupa ortak anayasal düzeninin temel bir değeri olarak kabul edilmiştir. Günümüz modern hukuk anlayışı içinde hukukun temel görevinin, sadece adaletin yerine getirilmesi olmadığı, aynı zamanda adaletin yerine getirilmesinin şeklinin de hukuk kuralları çerçevesinde olması zorunluluğu vardır. Yargılama süreci, en az yargılama faaliyetinin sonucu kadar önem arz etmektedir. Şekle verilen önem sayesinde keyfiliğin önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Bunu sağlamanın en temel yolu da, Hukuk Devleti ilkesini geliştirmektir. Hukuk Devleti gereğinin yerine getirilmesinin güvencesi olan yargı erkinin temel görevi, temel hak ve özgürlükleri korumaktır. Günümüzde insan haklarının güvence altına alınması ve korunması iç hukuku aşan ve uluslararası seviyede koruma gerektiren bir hal almıştır. Adil yargılanma hakkı kapsamında sayılan haklardan bazıları, sözleşmenin 6. maddesinde açıkça ifade edilmiş; “zımni unsurlar” olarak kabul edilen bir takım hak ve ilkeler ise sözleşme organlarınca oluşturulan bir takım yorum ve içtihatlarla belirlenmiştir. Daha önce, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 10. maddesinde yer alan bu güvence, AİHS’nin 6. maddesinde geniş kapsamlı olarak düzenlenmiş olup kapsamı AİHM’nin içtihatlarıyla sürekli genişletilmektedir. Çalışmamızda AİHS 6. madde bağlamında ceza muhakemesinde makul sürede yargılanma ele alınacaktır. Öncelikle, hak kavramı ve adil yargılanma hakkı üzerinde durulacak olup, adil yargılanma hakkına ilişkin güvencelere değinilerek makul sürede yargılanmanın ne anlama geldiği, sürenin nerede başlayıp nerede bittiği açıklanmaya çalışılacaktır. Makul sürenin belirlenmesinde kullanılan krıterler izah edildikten sonra CMK’da makul sürede yargılanma hakkına ilişkin getirilmiş düzenlemeler ayrıntılarıyla ifade edilecektir.

Anahtar Kelimeler: Makul Sürede Yargılanma, Adil Yargılanma Hakkı, Ceza Muhakemesi, Hukuku, İnsan Hakları, Temel Haklar.

Abstract: Right to trial within a reasonable time is regarded as important principle of judgement and constitutional law and at the same time this principle has been agreed as core value of constitutional framework of Europe. Fundamental mission of today's modern law is not only the fulfillment of justice, but also in the shape of the fulfillment of justice have to be within the framework of legal rules. Legal process is as important as the result of litigation. Due to the importance of framework of legal rules, try to prevent arbitrariness. The most basic way to achive this purpose will develop rule of law. Main task of judicial authority that is a guarantee of rule of law is protect fundamental rights and freedoms. Human rights is protected and guarenteed by ınternational law at the present day. Some rights which is considered right to a fair trial has determineted in article 6 of agreement. Some principle and rights which are agreed as implied condition have determineted by interpretation of authorities. This guarentee which was stated article 10 of Universal Declaration of Human Rights has designated article 6 of European Convention on Human Rights and expanded by interperation of European Court of Human Rights. In this article right to trial within a reasonable time in criminal procedure law will be discussed with scope of article 6 of European Convention on Human Rights. Firstly concept of right and right to fair trial will be emphasized. Definition and duration of right to trial within a reasonable time will be tried to explain. After explaining criteria which is specified reasonable period of time, regulations which is stated criminal procedure law regarding right to trial within a reasonable time will be clarified.

Keywords: Right to Trial Within a Reasonable Time, Right to Fair Trial, Criminal Procedure of Law, Human Rights, Fundamental Rights

I. HAK KAVRAMI VE ADİL YARGILANMA HAKKI

Hak ve hukuk kavramları birbiriyle yakından ilişkilidirler ve her iki kavram da henüz tek bir anlama kavuşamamıştır1. Hak, hürriyetin somutlaştırılmış biçimi olarak da ifade edilmektedir2. Diğer bir anlatımla hak, bir hürriyetin sağlanması için kişiye Anayasa ve kanunlar ile tanınmış yetkiler bütünüdür3. Hak kavramına ilişkin net bir tanım verebilmek oldukça zordur. Yüzyıllardır bu kavrama dair çok şey söylenmiş ve birçok teori kurulmuştur4. Gelinen son aşamada görülmektedir ki; hak ve hukuk kavramları aynı anlama gelmemektedir.

Alman ve Fransız hukukunda aynı anlamda iki kelime olan recht ve droit hem hakka hem de hukuki düzeni şekillendiren normlar sistemi olarak hukuka işaret etmektedirler. Bu nedenle hak ve hukuk kavramlarını birbirinden ayırabilmek için her iki dilde de sübjektif ve objektif hukuk ayrımının yapılması gerekliliği doğmuştur (Recht im Subjektiven Sinne-Recht im objektiven Sinne; droit subjectif-droit objectif)5.

Yüzyıllardır hak kavramına dair ortaya konmuş teoriler sınıflandırıldığında, hak konusunda iki anlayışın esas alındığı görülecektir. Bunlardan ilki hakkın kaynağı olarak tabiatı veya Tanrı’yı gösteren doğal hukuk anlayışı, ikincisi ise bu kaynağı devlete dayandıran pozitivist görüştür. Doğal hukuk anlayışı uyarınca, hak, kronolojik olarak hukuktan önce var olmuştur. Doğal hukukçuların önemli bir bölümü, hukuk ve hakkın belirlenmesinde, varsayımsal olarak ortaya atılan toplum sözleşmesine dayanırlar. Buna göre insanlar, toplumsal yaşama geçmeden önce tabiat halinde yaşıyorlardı. Doğa ortamında tam ve sınırsız bir özgürlüğe sahiptiler. İlerleyen zamanda aralarında sözleşme yaparak devlet adı verilen siyasal topluluğu kurdular. Bu topluluğun oluşabilmesi ve yaşayabilmesi için, gerekli olduğu ölçüde, ilk özgürlüklerinin bir kısmından vazgeçtiler. Böyle bir varsayımın doğal sonucu olarak insanlar devletten önce, onun hukukundan üstün bir takım haklara sahiptiler. Bu nedenle devlet bu doğal haklara saygı göstermek zorundadır. Toplum sözleşmesi ile devlete, bireylerin vazgeçilmez ve devredilmez hak ve özgürlüklerini koruma yükümlülüğü yüklenmiştir. Devletin toplum sözleşmesine aykırı davranması halinde sözleşme bozulmuş olur ve halk itaat etme yükümlülüğünden kurtularak tabiat halinde zaten sahip olduğu özgürlükleri geri alır6. Doğal Hukuk, insanların zihinlerinde ve vicdanlarında yaşayan bir hukuktur. Bu hukuk büyük ölçüde uygulanamayabilir, devletlerce benimsenmeyebilir. Ama insan düşünmeye başladığından beri bu hukuku kendi kişiliğinde saklamış ve geliştirmiştir7. Tabii haklar, yazılı hukuktan önce gelen ve ondan üstün olan, insanın doğuştan sahip olduğu haklar olarak görülmektedir. Bu haklar insana devlet tarafından tanınmamıştır. Aksine, devlet, kendisinden önce varolan bu hakları tanıyarak, evrensel bir şekilde geçerli sayılması için gereken önlemleri almakla görevlidir. Hiçbir sosyal ihtiyaç veya gerekçe, geçici bir süre için de olsa, tabii hakları yok saymayı ve uygulamadan kaçınmayı haklı gösteremez8. Bu öğretinin devlet kurulmadan önce de var olduğunu iddia ettiği insan hak ve özgürlükleri, yere ve zamana göre değişiklikler göstermektedir. Bu bakımdan insan hakları, en sağlam dayanağını, pozitif hukukta bulmaktadır9. Pozitivist anlayış ise, hakkın ancak egemen güç tarafından belirlenen pozitif hukuktan kaynaklanabileceği görüşünü savunur. Hak kavramının bir gerçekliği temsil etmediğini savunan ilk önemli düşünür Jeremy Bentham’dır. Ona göre; hukuk alanında egemen olan gücün emirleri ve gerçek kişilerin fiilleri bir gerçekliğe sahiptirler. Haklar ve ödevler ise hukuk tarafından yaratılırlar10. Pozitivist görüşün önemli temsilcilerinden Austin’e göre, her yasa bir hak yaratmaz; ancak her hak mutlaka bir yasa tarafından yaratılır. Doğal ya da ilahi bir takım haklardan bahsedilebilir ama hukuki açıdan kabul edilebilecek ve hukuki sonuç doğurabilecek haklar, sadece hukuk tarafından yaratılmış olanlardır11.