Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Kıbrıs Adası İçin Alternatif Bir Çözüm Önerisi: Ortak Kalkınma Antlaşması

An Alternative Solution Offer for the Island of Cyprus: Joint Development Agreement

Ali ÖZGÖKTAŞ

Kıyıları bitişik veya karşılıklı pozisyona sahip birçok devletin deniz yetki alanları üzerindeki egemenlik iddiaları örtüşmektedir. Devletler bu hususta meydana gelen uyuşmazlıkların çözülebilmesi adına çeşitli yollara başvurabilmektedirler. Devletlerin örtüşen egemenlik iddialarının bulunduğu alanlarda doğal kaynakların keşfedilmesi ve işletilmesini sağlayabilmek amacıyla uygulamaya koydukları bir rejim türü ise ortak kalkınma antlaşmalarıdır. Doğu Akdeniz Bölgesi, dünya üzerinde doğal kaynaklar yönünden zengin olarak değerlendirilen bir alandır. Doğu Akdeniz’de gerek konumu gerekse de geçirmekte olduğu siyasi uyuşmazlıklar sebebiyle Kıbrıs Adası ön plana çıkmaktadır. Kıbrıs Adası’nın iki tarafı olan KKTC ve GKRY’nin siyasi anlamda bir devlet çatısı altında birleştirilmesi yakın gelecekte mümkün görünmemektedir. Ancak bu durum devletlerin, Ada’nın deniz yetki alanlarında bulunan doğal kaynakların işletilmesi yönünden uygulayacakları işbirliğine engel oluşturmamaktadır. Bu açıdan ortak kalkınma antlaşması, KKTC ve GKRY için bir seçenek olarak karşımıza çıkmaktadır.

KKTC, GKRY, Kıbrıs Adası, Ortak Kalkınma Antlaşması, Doğu Akdeniz.

The claims of sovereignty over the maritime jurisdictions of many states whose coasts are adjacent or oppositely located overlap. States can resort to various ways to resolve disputes in this regard. A type of regime that has been put into practice by the states in order to enable the exploration and exploitation of natural resources in such areas with overlapping sovereignty claims is joint development agreement. The Eastern Mediterranean Region is an area considered rich in natural resources in the world. The Island of Cyprus comes to the forefront in the Eastern Mediterranean due to either its location or the political conflicts it is going through. It does not seem possible in the near future to unite the two sides of the island of Cyprus, the TRNC and the Southern Cyprus Greek Administration, under a single state in the political sense. However, this situation does not prevent the states to cooperate in terms of the exploitation of the natural resources in the maritime jurisdiction areas of the Island. In this respect, the joint development agreement appears as an option for the TRNC and the Southern Cyprus Greek Administration.

TRNC, Southern Cyprus Greek Administration, The Island of Cyprus, Joint Development Agreement, Eastern Mediterranean.

I. Giriş

Yirminci yüzyıl, uluslararası hukuk açısından devletlerarası ilişkiler bağlamında iki döneme ayrılarak incelenebilmektedir. Yüzyılın ilk yarısında, iki büyük dünya savaşına ve uluslararası bir toplumun yaratılması sürecine şahit olunurken; ikinci yarısında ise oluşturulmaya çalışılan uluslararası toplumun sürdürülebilirliğine ve muhafazasına çaba sarf edilmiştir. Söz konusu çabalar, devletlerarasında meydana gelen uyuşmazlıkların barışçıl yollarla çözüme kavuşturulmasını amaç edinmiştir. Bu amaç doğrultusunda uyuşmazlıkların en basit ve en maliyetsiz yoldan giderilebilmesi adına çeşitli yargı kurumları oluşturulmuş ve yeni kavramlar literatüre kazandırılmıştır. Literatüre kazandırılan çözüm yollarının bir kısmı daimî nitelikte iken, diğer bir kısmı ise geçici bir nitelik arz etmiştir. Geçici mahiyetteki çözüm yolları ile amaçlanan, ortaya çıkan uyuşmazlığın geçici de olsa zaman kaybetmeksizin çözüme kavuşturulması, barışın ve güvenliğin, gerek bölgesel gerek uluslararası anlamda sürdürülebilmesidir. Geçici çözüm yolu ile elde edilecek neticenin, daimî bir çözüme ulaştırılması da söz konusudur.

Bu doğrultuda devletler özellikle de egemenlik iddialarının örtüştüğü deniz yetki alanlarındaki uyuşmazlıkların çözülebilmesi adına birtakım girişimlerde bulunmuşlardır. Denizlerin özellikle de son yüzyılda doğal kaynaklar açısından ticari anlamda değer arz etmesi, devletlerarasında meydana gelen uyuşmazlıkların ivedilikle çözülmesi ihtiyacını doğurmuştur. Söz konusu ihtiyacın giderilebilmesi adına devletlerarasında “ortak kalkınma antlaşması” (joint development agreement) uygulaması söz konusu olmuştur. Ortak kalkınma antlaşması ile egemenlik iddialarının örtüştüğü bir bölgede devletlerin iddialarını geçici bir süreyle rafa kaldırarak söz konusu bölgede doğal kaynakların keşfedilmesi ve işletilebilmesi amacıyla bir rejim oluşturulması amaçlanmıştır. Devletler ortak kalkınma sistemini, büyük oranda ticari kaygılarla yürütmektedirler.

Son yıllarda denizde devletlerarasında meydana gelen uyuşmazlık noktalarından biri olarak Doğu Akdeniz bölgesi ön plana çıkmaktadır. Doğu Akdeniz’de ise Kıbrıs Adası, hem bulunduğu konum hem de uzun yıllardır devam eden siyasi uyuşmazlıkları sebebiyle uluslararası toplumun dikkatinde yer almaktadır. Kıbrıs Adası çevresinde sismik araştırma ve sondaj faaliyetleri son zamanlarda yoğunlaşmıştır. Bölgenin doğal kaynaklar açısından zengin olduğunu işaret eden pek çok bulgu mevcuttur. Ada’nın tarafları olan KKTC ve GKRY arasında da doğal kaynak faaliyeti temelli uyuşmazlıklar söz konusudur. Kıbrıs Adası’nın mukim halkları olan Türk ve Rum toplumlarının bölgede yer alan potansiyel enerji kaynaklarından yararlanabilmesi amacıyla işbu çalışma kapsamında taraflara “Ortak Kalkınma Antlaşması” seçeneği önerilmektedir. Aşağıda detaylarıyla anlatılan sistemin kabul edilebilmesi taraf devletlerin aktif işbirliği yoluna gitmelerini gerektirmektedir.

II. Ortak Kalkınma Antlaşması

Deniz yetki alanlarının sınırlandırılması bakımından devletlerarasında meydana gelen uyuşmazlıklara uygulanabilecek bir alternatif çözüm yolu da ortak kalkınma antlaşmasıdır. Ortak kalkınma antlaşması, kıyıları karşılıklı veya bitişik olan en az iki devletin denizin belirli bir bölgesinde egemenlik iddialarının örtüşmesi sonucu meydana gelen uyuşmazlığın geçici bir süre boyunca giderilmesini amaç edinmektedir. Buradaki amaç, söz konusu bölgedeki uyuşmazlığa sebep olan egemenlik iddialarının geçici bir süre ile rafa kaldırılması ve bölgede bulunan doğal kaynakların araştırma, keşfetme ve işletme yoluyla devletlerin menfaatine sunulmasıdır. Devletler, doğal kaynaklardan mahrum kalmamak ve uluslararası yargı organları önünde zaman kaybetmemek adına pragmatist bir yaklaşımla ortak kalkınma antlaşmasına yönelmektedirler. Geçici bir çözüm olarak düşünülen uygulamada, herhangi bir zaman sınırının olmaması, bölgesel anlamda işbirliğinin artmasına ve uyuşmazlığın daimî bir çözüme kavuşturulmasına zemin hazırlamaktadır.

20. yüzyılın ilk yılları ile beraber denizlerden doğal kaynaklar anlamında yararlanmaya başlanılması, devletlerin ilgisinin denizlere kaymasına sebep olmuştur. Bu doğrultuda, jeolojik bir terim olarak kullanılan kıta sahanlığı kavramının uluslararası hukuk anlamında literatüre kazandırılmasına yönelik bir irade ortaya çıkmıştır.1 1945 yılında ABD Başkanı Harry S. Truman, bir bildiri yayımlayarak kıta sahanlığında bulunan doğal kaynaklardan yararlanılabilmek adına kıyısal yargı yetkisinin genişletileceğini beyan etmiştir.2 Bunun üzerine devletlerin ilgisi kıyı ve kıyılarında bulunan doğal kaynaklara yönelmiş ve devletlerarası ilişkilerde denizlerin önemi artmıştır. Kıta sahanlığı kavramının ortaya çıkmasına ve genişletilmesine müteakip, birkaç Güney Amerika devleti tarafından günümüzde örf ve âdet hukuku niteliğinde kabul edilen münhasır ekonomik bölge (MEB) kavramının temellerinin atılmasına yönelik bir uygulama başlamıştır. Öncelikli olarak Şili ve Peru, 1947 yılında 200 deniz mili (dm) balıkçılık bölgesi/ekonomik bölge mahiyetinde bir alan ilan etmiştir. Daha sonra ise diğer devletler de benzer girişimlerde bulunmuşlardır.3 Uluslararası toplumda geniş bir uygulama alanı bulan kıta sahanlığı ve MEB kavramının yaygınlaşması, esasında sözleşmeler aracılığıyla olmuştur. Devletlerin ilan etmeksizin ab initio ve ipso facto hakkı olan kıta sahanlığı kavramı, 1958 Kıta sahanlığı Sözleşmesi’nde düzenlenirken, henüz yeni olmasına rağmen çok kısa bir sürede örf ve âdet hukuku kuralı haline dönüşen ve yürürlüğü ilana bağlı olan MEB kavramı ise ilk kez 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (1982 BMDHS)’nde yer almıştır.4

Kıta sahanlığı ve MEB kavramlarının deniz hukukuna kazandırılması ile beraber devletlerin söz konusu deniz alanlarında daha etkin bir rol almaya çalıştığı görülmektedir. Ancak kıyıları karşılıklı olan ya da bir kapalı veya yarı-kapalı denize kıyısı olan devletlerin söz konusu deniz alanlarında egemenlik faaliyetlerini yürütmelerinde birtakım problemler ortaya çıkmaktadır. Özellikle de karşılıklı kıyı genişliği 400 deniz milinden az olan kapalı ve yarı-kapalı denizlere kıyısı olan devletler, egemenlik haklarının kullanılması açısından uyuşmazlık içerisine düşmektedir.5

Kapalı ve yarı-kapalı deniz kavramı, 1982 BMDHS’nin 122’nci maddesinde tanımlanmıştır. Söz konusu maddeye göre kapalı ve yarı-kapalı deniz ile “İki veya daha fazla devlet tarafından çevrilmiş bulunan ve diğer bir denize veya okyanusa dar bir geçitle bağlanan ya da bütünüyle veya büyük bir bölümü ile iki veya daha çok devletin karasularından ve münhasır ekonomik bölgesinden oluşan bir körfez, deniz havzası ya da deniz” anlaşılmaktadır.6 122’nci maddeden anlaşıldığı üzere, kapalı ve yarı-kapalı deniz alanları genellikle en az iki devlet tarafından çevrilmiş ve çoğunlukla da söz konusu alanlarda devletlerin kıyıları bitişik veyahut da karşılıklı bir pozisyona sahip bulunmaktadır. Bu sebeple, devletlerin 200’er deniz mili uzunluğunda kıta sahanlığı ve MEB alanlarına sahip bulunması söz konusu olamamaktadır. Sonuç olarak da çoğu zaman devletlerin deniz yetki alanlarının sınırlandırılması yoluna gitmeleri gerekmektedir. Dünya üzerinde toplamda 25 kapalı ve yarı-kapalı deniz alanının mevcut olduğu dikkate alındığında, söz konusu alanlardaki kıyıdaş devletlerin büyük bir çoğunluğunun deniz yetki alanı sınırlandırması yoluna gitmeleri gerekeceği söylenebilmektedir.7 Kimi alanlarda devletlerin uyuşmazlıkları uluslararası yargı organları aracılığıyla giderilirken, bazı bölgelerde ise uyuşmazlıklar belirsizliğini sürdürmektedir.

Devletlerin deniz yetki alanlarında örtüşen egemenliklerinin sınırlandırılması hususundaki uyuşmazlıklarının giderilmesi, büyük oranda devletlerarasında sağlanacak işbirliği temeline dayanmaktadır. Gerek başvurulacak yargı merciinin seçiminde, gerek sınırlandırma antlaşması için hazırlık görüşmelerinin başlamasında gerek alternatif bir çözüm yolunun tercih edilmesinde devletlerarası işbirliği büyük önem arz etmektedir. 1982 BMDHS’nin birçok maddesinde devletlerarasında işbirliği ön plana çıkarılmıştır. Örneğin 1982 BMDHS’nin 123’üncü maddesi, kapalı ve yarı-kapalı deniz alanlarında bulunan devletlere birtakım faaliyetlerin yürütülmesinde işbirliğini emretmektedir.8 Hem uluslararası hukuk genelinde hem de deniz hukuku özelinde bölgesel anlamda işbirliği, devletlerarası ilişkilerde önemli bir unsur olarak kabul edilmektedir.

Devletlerarası işbirliğinin oldukça etkili olduğu bir geçici çözüm yolu ise ortak kalkınma antlaşmasıdır. Ortak kalkınma antlaşmasının uluslararası hukuk anlamında ilk örneği ise Bahreyn ve Suudi Arabistan’ın kıta sahanlığı sınırlandırmasını içeren ve doğal kaynakların işletilmesine yönelik ortak bir rejim oluşturan 1958 tarihli antlaşmadır.9 1959 yılında ise Uluslararası Adalet Divanı (UAD) tarafından, Kuzey Denizi Kıta sahanlığı Davası’nda devletlerin örtüşen iddialarının bulunduğu doğal kaynak alanlarında ortak işletme sisteminin devletler için bir seçenek olduğu belirtilmiştir.10 Şüphesiz, UAD’nin söz konusu kararı devletlerin ortak kalkınma antlaşmasını tercih etmelerinde etkili olmuştur. Bunlardan bazıları; Biscay Körfezi’nde Fransa ve İspanya (1971), Güney Çin Denizi’nde Japonya ve Kore Cumhuriyeti (1974) ve Kızıldeniz’de Suudi Arabistan ve Sudan (1974) arasındaki ortak kalkınma antlaşmalarıdır.11

UAD’nin kararında yer almasına ve devletler nezdinde uygulamasının yaygınlaşmasına rağmen ortak kalkınma antlaşması, herhangi bir sözleşmede düzenlenmiş bulunmamaktadır. Ancak 1982 BMDHS’de 74’üncü ve 83’üncü maddelerin 3’üncü paragrafları ortak kalkınma antlaşmasının tatbikine imkân vermektedir. Söz konusu maddeler sırasıyla MEB ve kıta sahanlığının sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletlerarasında sınırlandırılmasını düzenlemektedir. İki maddenin de 3’üncü paragrafları lâfzî anlamda eşdeğer bulunmaktadır. Söz konusu paragraflar “1. paragrafta öngörülen antlaşma akdedilinceye kadar ilgili devletler, anlayış ve işbirliği ruhu içerisinde, pratik çözüm getiren geçici düzenlemelere girişmek ve bu geçiş süresi içerisinde nihai antlaşmaya erişilmesini tehlikeye düşürmemek veya engellememek için ellerinden gelen gayreti göstereceklerdir. Geçici düzenlemeler, nihai sınırlandırmaya halel getirmeyecektir.” şeklindedir.12

Paragraftan da anlaşıldığı üzere, devletler anlayış ve işbirliği ruhu içerisinde kalarak, nihai antlaşmaya halel getirmeksizin uyuşmazlığın giderilmesinde pratik bir nitelik taşıyan geçici düzenlemelere başvurabileceklerdir. Bu açıdan bakıldığında söz konusu hüküm, devletlere deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ve bölgede bulunan doğal kaynakların işletilmesi bakımından oldukça geniş bir manevra alanı bırakmaktadır. İşbirliğini önceleyen hüküm, geçici düzenlemeler açısından iradesini ortaya koyan devletlerin söz konusu iradelerinin nihai antlaşmanın oluşumuna halel getirmeyeceğini de düzenlemiş bulunmaktadır.

Ortak kalkınma antlaşmasını düzenleyen herhangi bir sözleşme bulunmadığı gibi, uygulamaya yönelik herhangi bir örf ve âdet hukuku kuralı da mevcut değildir. Ortak kalkınma antlaşması, birçok devlet tarafından uygulanmasına rağmen uygulama istikrar ve tekdüzelik açısından birtakım eksiklikler barındırmaktadır. Ayrıca devletlerde de söz konusu geçici çözüm yoluna başvurmayı gerektiren bir inanç (opinio juris sive necessitatis) da bulunmamaktadır. Bu sebeplerle, ortak kalkınma antlaşmasının uygulanmasına yönelik bir örf ve âdet kuralının bulunduğu söylenememektedir.13

Ortak kalkınma antlaşmasının dayanağı olarak herhangi bir uluslararası hukuk kuralının ve genelgeçer bir tanımın mevcut olmaması öğretide yazarları kavramın tanımlanması yoluna sevk etmiştir. Miyoshi, ortak kalkınma ile ilgili olarak “Petrol veya doğal gaz doğası gereği akışkan olduğundan, bir kuyudan çıkarılması diğer bir alandaki rezervi boşaltabilmektedir. Rezerv, iki veya daha fazla malikin sınır çizgisini aşıyorsa; rezervin tek malik tarafından çıkarılması ilgili diğer malik veya maliklerin potansiyel çıkarlarına zarar verebilmektedir. Böyle bir makul olmayan ihtimalden kaçınmak, tüm bölgenin malikler açısından adil bir şekilde işletilebilmesi ve rezervin birliğini koruyabilmek adına ilgili tüm maliklerin işbirliği yoluna gitmelerini gerektirmektedir. Ortak kalkınma kavramının temeli burada yatmaktadır.” şeklinde bir açıklama getirmiştir.14

Townsend Gault’e göre ortak kalkınma kavramı; “bir veya daha fazla devletin belirli bir alan üzerinde sahip olabilecekleri hakları bir araya getirmelerine ve daha fazla veya daha az derecede denizdeki mineralleri keşfetme ve işletme amaçları için bir tür ortak yönetim üstlenme kararlarına” atıfta bulunmaktadır.

Rainer Lagoni, ortak kalkınmayı; “bir sınırı aşan veya örtüşen iddiaların bulunduğu bir alanda bulunan belirli yatakların, alanların veya canlı olmayan kaynak birikimlerinin araştırılması ve işletilmesine ilişkin devletler arasındaki işbirliği” olarak tanımlamıştır.15

İngiliz Uluslararası ve Karşılaştırmalı Hukuk Enstitüsü’nün raporunda ise ortak kalkınma; “İki devlet arasında, uluslararası hukuk açısından her ikisinin veya herhangi birinin hak sahibi olduğu kıta sahanlığının, belirlenmiş bir deniz yatağı ve toprak altı bölgesindeki petrol ve doğal gazın, devletlerarası işbirliği ve ulusal düzenlemeler aracılığıyla, üzerinde mutabık kalınan oranlarda ortaklaşa bir şekilde paylaşılabilmesi adına geliştirilecek bir antlaşmadır.16 şeklinde tanımlanmıştır.

Ortak kalkınma kavramını, yazarların farklı şekillerde tanımlama yoluna gittiği görülmektedir. Ancak söz konusu tanımların temelinde benzer hususlar yer almaktadır. Ortak kalkınma, en az iki devletin, örtüşen egemenlik iddialarının bulunduğu bir kıta sahanlığı alanında, uyuşmazlığa sebebiyet veren karşılıklı iddiaların askıya alınması suretiyle, doğal gaz ve petrol gibi doğal kaynakların araştırılması, keşfedilmesi ve işletilmesi amacıyla ortak bir rejim oluşturmasıdır. Söz konusu rejimin oluşturulabilmesi adına devletler ortak kalkınma antlaşması yoluna gitmektedirler.