Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Hukuk Devleti Bağlamında Yüksek Seçim Kurulu ile İlgili Temel Sorunlar Üzerine Bir Değerlendirme

An Evaluation on the Basic Problems Related to the Supreme Electoral Council in the Context of State of Law

Cansu Büşra ÖLMEZ

Yüksek Seçim Kurulu, seçimlerin yönetim ve denetimi ile sorumlu anayasal bir organdır. Milletvekili seçimleri, cumhurbaşkanlığı seçimi ve yerel seçimlerde son sözü söyleme yetkisine sahip olan YSK, ülkenin siyasi geleceğinin belirlenmesinde önemli bir role sahiptir. Bu denli önemli bir konumda yer alan Kurul, sıkça çeşitli tartışmaların odağında yer almıştır. Özellikle YSK’nın hukuki niteliği ve kararlarının siyasi konjonktürden etkilenme potansiyeli bu tartışmaların başlıca konularıdır. Bunun dışında hukuk devleti bağlamında Kurul kararlarının yargı denetimine tabi olmaması, özellikle 2010 anayasa değişikliği ile Anayasaya dahil edilen bireysel başvuruya konu olup olamayacağı noktasında sorun yaratmaktadır. YSK kararlarının yol açtığı hak ihlallerinin AİHM tarafından denetimi ve bu denetimin kapsamı noktasında da bazı sorunlar olduğu görülmektedir. Bu çalışmada hukuk devleti ilkesi bağlamında YSK ile ilgili temel sorunların tahlil edilmesi amaçlanmaktadır.

Seçimlerin Yönetimi ve Denetimi, Bağımsızlık ve Tarafsızlık, Yüksek Seçim Kurulu, Hukuk Devleti, Bireysel Başvuru.

The Supreme Electoral Council (SEC) is a constitutional body responsible for the management and supervision of the elections. The SEC which has the authority to have the last word in parliamentary, presidential and local elections has an important role in determining the political future of the country. The Council, with such an important position, has often been at the center of various arguments. In particular, the legal nature of the SEC and the potential for its decisions to be affected by the political conjuncture are the main topics of these arguments. Apart from this, the fact that the decisions of the Council are not subject to judicial review in the context of the rule of law creates a problem especially in terms of whether or not they can be subject to individual application, which was included in the Constitution with the 2010 constitutional amendment. It is seen that the violations of rights caused by the SEC decisions are audited by the ECtHR and there are some problems in the scope of this audit. In this study, it is aimed to analyze the main problems related to the within the context of the rule of law principle.

Management and Audit of Elections, Independence and Impartiality, Supreme Electoral Council, Rule of Law, Individual Application.

Giriş

Anayasaya göre milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin başlamasından sonuçlandırılmasına kadar geçen sürede seçimlerin yönetimi ile ilgili tüm işlemleri dürüstlükle yürüten, bu süreçte ortaya çıkan uyuşmazlıkları çözen mercii YSK olarak belirlenmiştir. YSK’nın bu ikili yapısı, hukuki niteliğinin belirlenmesi açısından çeşitli tartışmaları beraberinde getirmektedir. Bu anayasa hükmü karşısında YSK ile ilgili karşılaşılan ilk sorun, Kurulun idari ve yargısal kimliğinin hangisinin ağır bastığının tespit edilememesidir. Bu durum, Kurulun niteliği ile ilgili farklı görüşlere ve bitmek bilmeyen nitelik tartışmalarına neden olmaktadır. İkinci sorun, Kurul kararlarının denetime tabi olup olamayacağı meselesidir. Anayasa m.79/2’ye göre YSK kararlarına karşı başka bir merciye başvurulması mümkün değildir. Bu düzenleme, esasında YSK kararlarının kesin niteliğini vurgulamakla birlikte, bu kararlara karşı herhangi bir yargı organına başvuru yapılamayacağını açıkça belirtmiştir. Kurulun kimliğinin netleştirilmesi noktasında YSK’nın bir mahkeme olarak nitelendirilmesi, herhangi bir seçim uyuşmazlığının giderilmesi esnasında uygulanacak kanun hükmünün anayasaya aykırılığının tespit edilmesi halinde, YSK’ya somut norm denetimine başvurma imkânı tanımaktadır. Bir diğer tartışmalı durum, Anayasa Mahkemesine yapılacak bireysel başvuru usulünde, YSK kararlarının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle reddedilmesidir. Bu açıdan Kurul kararlarına karşı bireysel başvuru yoluna gidilememesi, siyasi haklara yönelen kamu gücü işlemlerinin denetlenememesi gibi bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Bu durumda siyasi katılım haklarının ihlal edilmesi noktasında bireysel başvuru imkânı tanıyan ve taraf olunan uluslar arası sözleşmelerin ve denetim mekanizmalarının daha önemli hale geldiğini ifade etmek gerekir. Bu çalışma Türk seçim teşkilatının başında bulunan YSK’nın niteliğinin belirlenmesi, siyasi konjonktür karşısında bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanması ve kararlarının denetimi gibi bazı sorunlu alanların hukuk devleti ilkesinin gerekleri bağlamında irdelenmesini ve tartışmalı alanlara değinmeyi amaçlamaktadır.

I. YSK’nın Niteliğinin Belirlenmesi Sorunu

YSK, seçimlerin yönetiminden ve denetiminden sorumlu bir organdır. Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyetleri ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı seçim tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulunundur. Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz. Anayasanın bu hükmü göz önüne alındığında YSK’nın birbirinden farklı nitelikte ikili bir fonksiyon icra ettiği görülmektedir. Kurulun bu kendine özgü yapısı hukuki niteliğinin belirlenmesini güçleştirmektedir. YSK’nın niteliğinin belirlenmesi konusundaki belirsizlik pek çok soruna yol açmaktadır. Özellikle Kurulun bir mahkeme statüsünde olup olmadığı meselesi, hukuki niteliğinin belirlenmesi noktasında başlıca tartışma alanını oluşturmaktadır.1

YSK’nın hukuki niteliğinin belirlenmesi bakımından doktrinde yer alan farklı görüşler çeşitli kriterleri dikkate alarak bir belirleme yapmaktadır. Anayasada düzenleniş yeri itibarıyla YSK’nın yargı bölümünde değil; yasama bölümünde seçim esaslarıyla bağlantılı olarak düzenlenmesi, bununla birlikte seçimlerin başlangıcından sona ermesine kadar bir düzen içinde yürütülmesi ve dürüstlüğünün sağlanması ile ilgili tüm işlemleri yapma ve yaptırma şeklinde Anayasada öngörülen idari görevleri, Kurulun yargı organı olmadığı yönünde bir izlenim uyandırabilmektedir. Ancak Kurulun temel işlevlerinden bir diğerinin seçim uyuşmazlıklarını çözüme kavuşturmak olduğu göz önüne alındığında, YSK’nın sadece bir idari kurul olarak nitelendirilemeyeceği ve hatta yargı organı olarak nitelendirilmesinin önünde de bir engel olmadığını ifade etmek gerekir.2 YSK’nın yapısı incelendiğinde üyelerinin Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasından seçilmesi, dolayısıyla Kurulun hâkimlerden oluşması, yargı organı olarak nitelendirilmesi yönündeki görüşleri destekleyici niteliktedir.3 Bu çerçevede Kurulun karma egemen bir üst yargı makamı olduğu ifade edilmektedir.4

Anayasanın 79’uncu maddesi ile seçim uyuşmazlıklarının çözümünde yetkili kılınan YSK’nın, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkındaki Kanunun değişik 14’üncü maddesinde de görevlerinin ve yetkilerinin yargısal niteliğine ağırlık verilmiştir.5 Her iki hukuki düzenlemede sayılan görevler ve yetkiler, Kurulun idari görevlerinin ve yetkilerinin bulunduğunu belirtmekte, bununla birlikte yargısal nitelikteki görevlerini ve yetkilerini ön plana çıkarmaktadır. Dolayısıyla, idari yönü olmakla birlikte YSK’nın hukuki düzenlemelerde esas olarak seçim uyuşmazlıklarını çözme yönünde yargısal yönü ağırlık kazanmaktadır. Ayrıca YSK kararlarına karşı başka bir mercie başvuru yapılamaması kararların yargısal niteliğine işaret etmektedir. Zira Anayasa sistematiğinde idari makamların kararlarına karşı yargı merciine başvurulması mümkün iken, yargı kararlarına karşı başka bir mercie başvurulamayacağı ifade edilmektedir. Bu çerçevede YSK kararlarının kesin hüküm niteliğine sahip, yargısal nitelikte oldukları göze çarpmaktadır.6

YSK’nın, gerek somut norm denetimine başvurup başvuramayacağı gerek bireysel başvuru usulü aracılığı ile kararlarının bir denetime tabi tutulup tutulamayacağı noktasında Anayasa Mahkemesinin YSK’nın niteliğine yönelik yaptığı tespitler önem arz etmektedir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında, YSK’nın, hem organik hem fonksiyonel anlamda mahkeme olmadığı görüşünü taşıdığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesinin 1961 Anayasasının yürürlükte olduğu dönemde verdiği kararları ile 1982 Anayasası döneminde verdiği kararları bakımından bir içtihat değişikliğine gittiğini söylemek mümkündür. 1961 Anayasasının yürürlükte olduğu dönemde Danıştay Dava Daireleri Kurulu’nun yaptığı itiraz başvurusunda Sayıştay’ın niteliğini ortaya koyarken, karşılaştırma yapmak suretiyle YSK’nın niteliği hakkında da bir tespitte bulunmuştur. AYM, Sayıştay’ın mahkeme niteliğinde olup olmadığının tespitini yaparken, YSK ile Sayıştay’ı karşılaştırmış ve bu tespit sonrasında bir kurum ya da kuruluşun Anayasada düzenlendiği yerin, onun niteliğini belirten kesin bir kriter olarak değerlendirilmesinin doğru olmadığını ifade etmiştir. Böylece AYM, YSK’nın bir yüksek yargı organı olarak nitelendirilmesi yönünde bir kapı açmıştır.7 Yine 1973 yılında verdiği bir kararında da Sayıştay’ın bir mahkeme niteliğinde olmadığı yönündeki görüşünün gerekçesinde, YSK’nın bir yargı organı olduğunu, Sayıştay’la karşılaştırılamayacağını ifade ederek, YSK’nın mahkeme niteliğinde olduğu görüşünü bir kez daha teyit etmiştir.8

AYM, 1982 Anayasası döneminde verdiği kararlarda ise YSK’yı mahkeme statüsünde görmediğini belirtmiştir. 1992 tarihli kararının gerekçesinde, YSK’nın Anayasada yargı bölümünde düzenlenmediğini, başında yüksek bir mahkemenin bulunduğu bir yargı düzeni içinde sayılmadığını, ayrıca seçimlerin genel yönetim, denetim ve gözetimi ile görevli olduğunu, istisnai olarak seçimle ilgili uyuşmazlıkları çözme görevinin bulunduğunu belirtmiştir.9 Bu anlamda AYM’nin mahkeme kavramını dar anlamda yorumladığı ve YSK’yı mahkeme statüsünde görmediği söylenebilir. Bununla birlikte karşıoy yazısında YSK ile seçimlerde görevli hâkimlerin seçimle ilgili uyuşmazlıkların çözümündeki görevlerinin yargısal nitelikte olduğu, seçimle ilgili uyuşmazlıkların çözümünde görevli olan ve YSK’nın başında olduğu yargı düzeninin adli, idari ve askeri yargıdan farklı olmadığı, YSK’nın, il ve ilçe seçim kurulu başkanı hâkimlerin seçim yargısı ile görevli oldukları işlerde mahkeme sıfatı ile Anayasa Mahkemesi’ne somut norm denetimi (itiraz) yoluyla başvurmaya yetkili oldukları ifade edilmiştir.10 AYM’nin 1992 tarihli içtihadının önemli bir sonucu olarak, YSK tarafından yapılacak seçimlerin denetlenmesi esnasında olaya uygulanacak normun somut norm denetimi yoluyla AYM önüne götürülmesi imkânı ortadan kaldırılmıştır.11 Çünkü Anayasanın 152’nci maddesi AYM’nin bir normun itiraz üzerine Anayasaya aykırı olup olmadığını denetleyebilmesi için davaya bakmakta olan bir mahkemenin varlığı gerekmektedir.

AYM, Sayıştay’ın niteliğine ilişkin tespitlerde bulunduğu 2012 tarihli kararında, dar anlamda mahkeme yorumundan uzaklaşarak, mahkeme kavramından geniş anlamda yargısal hüküm vermeye yetkili merciin anlaşılması gerektiğinin işaretlerini vermiştir.12 AYM, AİHM içtihatlarına13 atıfta bulunarak yargısal faaliyeti, kanunla kurulan, bağımsız ve tarafsız bir kimliğe sahip olan kuruluşlar tarafından özel yargılama usulleri izlenerek hukuki uyuşmazlıkların ve hukuka aykırılık iddialarının çözümlenmesi ve kesin hükme bağlaması faaliyeti olarak tanımlamıştır. Yargısal bir faaliyeti belirleyen kriterler arasında “üyelerinin hâkim olması” ile “Anayasa’da belirtilen yargı düzenlerinden birine dâhil olması” gibi unsurlara yer vermemiştir. Dolayısıyla, bu unsurlara yer verilmemiş olmasının bir organın mahkeme olma statüsünü ortadan kaldırmadığını tespit ederek mahkeme kavramını geniş anlamda ele almayı tercih etmiştir.

AYM 2014 tarihli bir bireysel başvuruya istinaden verdiği kararında özellikle ilçe seçim kurulları nezdinde seçim kurullarının hukuki niteliği konusunda ayrıntılı bir tespitte bulunmuştur. Bu tespiti yaparken Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve AİHM içtihatları doğrultusunda benimsenen yargı yeri nitelendirmesine uygun bir yorum getirmiştir. AİHM bir merciin yargı yeri olarak nitelendirilebilmesi için dört kriterin esas alınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM’nin belirlediği kriterler; kanunla kurulma, bağımsızlık ve tarafsızlık ile yargılama usulüne ilişkin güvencelere sahip olmadır. AİHM bu kriterlere sahip olan bir mercii geniş anlamda mahkeme kavramına dahil olacağını kabul etmektedir. Hatta bu çerçevede AİHM, bu kriterleri taşıyan tüm bağımsız idari otoriteleri, yargısal bir faaliyet gerçekleştirdiklerinde, AİHS’nin 6. maddesi kapsamında mahkeme olarak görmektedir.14 Bu kriterleri esas alarak seçim kurulları hakkında bir sonuca varan AYM, YSK ve seçim kurullarının kanunla kurulmuş olduklarını, görev ve yetkilerinin kanunla düzenlendiğini ve bir seçim uyuşmazlığını esastan çözümleyerek karara bağlama ve bu kararın kesin hüküm niteliği taşıması şeklinde yargısal bir faaliyet yerine getirdiklerini, üyelerinin hâkim olmaları sebebiyle Anayasada güvence altına alınan hâkimlik teminatından yararlandıklarını belirtmiştir. Nihayetinde de ilçe seçim kurulunun, klasik anlamda yargı teşkilatı içinde yer alan mahkemeler dışında kaldığını; ancak yargısal faaliyet yerine getiren organları da kapsayacak şekilde Anayasanın 36. maddesi bağlamında yargı mercii olarak belirlenen organlardan sayılabileceği sonucuna varmıştır.15

YSK’nın bir mahkeme olarak kabul edilmesi, özellikle Kurulun, AYM’ye somut norm denetimi yoluyla başvuruda bulunup bulunamayacağı bakımından önem taşımaktadır.16 Nitekim YSK’nın bir mahkeme olarak kabul edilmemesi, uygulayacağı bir kanun hükmünün Anayasaya aykırılığını tespit etse dahi kanunu uygulamak zorunda kalması ile sonuçlanmaktadır. Bu husus ise kanunların anayasaya uygunluğunun denetlenmesi noktasında hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmamaktadır.17

YSK’nın bir mahkeme olarak kabul edilmemesinin ortaya çıkarabileceği ikinci sorun ise seçimlerin yönetim ve denetim faaliyetlerinin YSK’nın mahkeme statüsünde kabul edilmesi durumunda sağlayacağı anayasal güvencelerden yoksun bir biçimde yürütülecek olmasıdır.18 Bu sorun beraberinde bireylerin seçme ve seçilme haklarını korumasız bırakarak, hukuk devletinin etkinliğini ve sürdürülebilirliğini sekteye uğratabilecektir.19 Anayasal güvencelerden yoksun kalan seçimlerin, adil ve dürüst şekilde gerçekleştirilebilmesi, güvenceye sahip olduğu duruma göre oldukça güç olacaktır. Üçüncü olarak YSK’nın mahkeme statüsünde kabul edilmemesi, Anayasada mahkemeler için geçerli olan 138’inci maddesinde düzenlenen mahkemenin bağımsızlığı gibi bazı ilkelerin YSK için geçerli olamayacağı anlamına gelmektedir. Bunun yol açtığı dezavantaj ise seçimlerin adilliğinin ve serbestliğinin olumsuz yönde etkilenebilmesi riskidir.20

Esasında Anayasanın 79’uncu maddesinde, seçimlerin genel yönetimi ve denetiminin yargı organlarınca yapılacağının belirtilmesi, seçimlerin gözetim ve denetiminde sorumlu seçim kurullarının birer yargı mercii, YSK’nın da bir üst yargı mercii olarak nitelendirilebilmesine olanak tanımaktadır. Bununla birlikte AYM’nin yargısal faaliyet tanımında AİHM içtihatlarından yararlanması, Sayıştay’ı “mahkeme” olarak nitelendirdiği içtihadı ve ilçe seçim kurullarına yönelik bireysel başvuru kararı dikkate alındığında, YSK’nin da yargı mercii olarak kabul edilmesi mümkün olabilecektir. Buna rağmen YSK’nın hukuki nitelendirilmesine ilişkin sonu gelmez tartışmalar, YSK’nın yeni yapılacak anayasada bizzat yargı bölümünde, yüksek bir mahkeme olarak düzenlenmesi ile tamamıyla ortadan kalkabilecektir.21

II. YSK’nın Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Sorunu

Seçim işlemlerinin güvenilirliğinin sağlanması, YSK’nın bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile doğrudan ilişkilidir. Seçim kurullarının kararlarında herhangi bir kişi ya da gruptan etkilenmemesi tarafsızlık ilkesinin gerçekleşmesini sağlamakta, bu da kurulların bağımsız kişilerden oluşmasını gerektirmektedir.22 Bu açıdan seçim kurullarının yapısal açıdan devletten bağımsız olması, bununla birlikte kararlarını dış müdahalelere ve baskılara maruz kalmadan serbestçe alabilmeleri gereklidir.23 Kurulun tarafsız olmasının kamuoyu tarafından bilinmesi de oldukça önemlidir. Tarafsızlığın bilinebilir olmasını sağlayan da Kurulun şeffaflığıdır.

YSK’nın bağımsızlığı ve tarafsızlığı sorunu, özellikle Kurulun aldığı kararlar bakımından ortaya çıkmaktadır. Esasında 16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleşen referanduma kadar YSK kararları zaman zaman eleştirilse de kamuoyunda ciddi bir itiraza konu olmamıştır. Ancak bu referandumda, YSK’nın 2017/560 sayılı24 mühürsüz oyların geçerli sayılması yönünde verdiği karar ile 31 Mart 2019 tarihli mahalliidareler seçiminden sonra İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerinin iptal edilerek, sadece büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerinin yenilenmesine ilişkin verdiği 2019/4219 sayılı25 karar, YSK’nın bağımsızlığının ve tarafsızlığının sorgulanmasına neden olmuştur.

YSK’nın 14 Şubat 2017 tarihli ve 135/I sayılı Genelgeyle, “arkasında sandık kurulu mührü olmayan birleşik oy pusulalarının geçerli olmayacağı”nı belirtmesi üzerine daha sonra 2017/560 sayılı kararında seçim süreci devam ederken verdiği mühürsüz olan oy pusulası ve zarflarının geçerli olacağına ilişkin kararı itirazlara ve tartışmalara konu olmuştur. YSK’nın ilgili kararının kanuna ve genelgeye aykırı olması, Anayasa ile güvence altına alınan temel hakları ihlal etmesi gerekçesiyle ve başvuruda yer verilen olumsuzlukların tam kanunsuzluk hali oluşturması nedeniyle 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan Anayasa değişikliğine ilişkin referandumun iptali istenmiştir. YSK bu kararında26 oy kullanma işleminin, YSK tarafından üretildiğine dair şüphe bulunmayan oy pusulası ve zarfları kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sandık kurulunun hata veya ihmali neticesinde bunların mühürlenmemesinin, tek başına seçmenin oyunu geçersiz kılmayacağını ileri sürmüştür. YSK, münferit olarak bazı sandık kurullarının 298 sayılı Kanun’un 77’nci maddesinin dördüncü fıkrasında öngörülen görevinin gereğini yapmamasının, seçmene yüklenebilecek bir kusur olmadığını ifade edilmiştir. Vatandaşların oylarının geçersiz sayılması suretiyle siyasi katılım hakkının özünü ortadan kaldıracak bir sonuca neden olabileceği gerekçesiyle referandumun iptaline ilişkin talebin reddine oyçokluğu ile karar vermiştir. Dolayısıyla YSK, bu kararının dayanağını AİHS 1 No.lu Ek Protokol’ün 3’üncü maddesinde yer alan serbest seçim hakkı ile Anayasanın 67’nci maddesinde yer alan siyasi katılım hakkı üzerine inşa etmiştir. Ancak burada mühürsüz oy pusulalarının geçerli olup olmadığı sorununu çözmek için, uygulanabilecek açık ve somut bir kural (298 sayılı Kanun m.101) bulunmasına rağmen YSK’nın AİHS hükümlerine dayanmasının hukuken yanlış olduğu ifade edilmiştir.27

Nitekim kararın karşı oy yazısında da 560 sayılı kararın bazı açılardan hatalı olduğu birkaç başlık altında tespit edilmiştir. Bu hataların en başta geleninin, YSK’nın kanunkoyucu gibi hareket etmek olduğu ifade edilmiştir. 298 sayılı Kanun m.98/4 ile m.101 hükümlerinde oy pusulası ve zarflarının geçersiz olabileceği durumlar sayılmıştır. Dolayısıyla, bu iki kanun hükmünden yola çıkarak YSK’nın mühürsüz oyların geçersiz sayılması halinde vatandaşların oy verme hakkının elinden alınacağı iddiasının temelsiz kaldığı ifade edilmiştir. Çünkü 298 sayılı Kanunun 98’inci ve 101’inci maddelerindeki düzenlemelerin vatandaşların oy hakkını elinden aldığını söylemek mümkün olmadığından ve ilgili kanun hükümlerinin anayasaya aykırılığı ileri sürülmemiş olduğundan Kanunda açıkça yer verilen düzenlemenin aksinin YSK kararıyla ileri sürülmesinin kanunkoyucu gibi hareket etmesine neden olacağı belirtilmiştir. YSK’nın yerindelik denetimi yapmasının mümkün olmadığı da ifade edilmiştir. Ayrıca 560 sayılı kararın gerekçesinde yer verilen geçmiş yıllarda da benzer kararların YSK tarafından alındığı ifade edilmiştir. Ancak itiraz sürecinde Kanunda öngörülen hiyerarşi izlenmemiştir. Bu çerçevede ilk olarak sandık kuruluna, daha sonra ilçe ve il seçim kuruluna intikal eden itirazların, ancak bu aşamalardan sonra YSK’nın önüne gelmesi gerektiği karşıoy gerekçesinde ifade edilmiştir. Kurulun ilk defa devam eden bir oylama sırasında, 298 Sayılı Kanunun ve 135/I sayılı Genelgenin aksine böyle bir karar alındığı ifade edilmiştir.

2019 mahalli idareler seçimi sonrasında İstanbul’da aynı sandık kurulları önünde, aynı zarf içinde büyükşehir belediye başkanı, ilçe belediye başkanı, belediye meclis üyeliği ve muhtar seçimi için kullanılan oylara yönelik yapılan itiraz üzerine bazı sandık kurullarındaki başkan ve bir üyenin kamu görevlisi olmadıkları; bu nedenle, sandık kurulunun kanuna uygun oluşturulmadığı gerekçesiyle sadece büyükşehir belediye başkanı seçiminin yenilenmesi kararı da hukuka aykırı bir karar olarak yorumlanmıştır.28

YSK’nın özellikle tarafsız ve bağımsız bir biçimde kararlarını vermesi Kurul üyelerinin bağımsızlığını temin etmekle mümkün olabilecektir. YSK üyelerinin bağımsızlığı da Yargıtay ve Danıştay’ın bağımsızlığına, Yargıtay ve Danıştay’ın bağımsızlığı ise Hâkimler ve Savcılar Kurulunun bağımsız olmasına bağlıdır. HSK’nın siyasî iktidar karşısında bağımsızlığı sağlanamadığında, YSK’nın bağımsız olmasından söz etmek güçleşmektedir. Zira YSK’nın siyasi iktidar karşısında bağımsız olmadığı bir ülkede seçimlerin güvenilirliğinden, dürüstlüğünden kuşku duyulması kaçınılmazdır. Seçimlerin güvenilirliğinden kuşku duyulduğunda demokrasinin varlığı şüpheli hâle gelebilecektir.29