Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Avrupa Sözleşme Hukuku İlkeleri (Ole Lando İlkeleri)

Cemre Kocaçimen

Son dönemde özellikle tahkim hukukunda gündeme gelen ve tartışmalara neden olan, Hollandalı hukukçu Ole Lando önderliğinde hazırlandığından Ole Lando İlkeleri olarak da bilinen Avrupa Sözleşmeler Hukuku İlkeleri’nin inceleme konusu yapılacağı bu çalışma da, konunun daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla öncelikle Avrupa içinde hukukun birleştirilmesi çalışmaları ve özellikle sözleşmeler hukuku alanındaki kuralların yeknesaklaştırılması faaliyetleri ve bunun nedenleri üzerinde durulacak, ardından Avrupa Sözleşmeler Hukuku İlkeleri öncelikle gösterdikleri önem ve amaçları açısından ve ayrıca özellikleri bakımından son olarak ise içerikleri yönünden ayrıntılı olarak incelenecek ve İlke’de yer alan belli maddelerin üzerinde durulacaktır.

Avrupa Sözleşme Hukuku İlkeleri, Ole Lando İlkeleri, hukukun birleştirilmesi, sözleşme, lex mercatoria

I- Hukukun Birleştirilmesi Çalışmalarının Gelişimi

Avrupa içinde hukukların birleştirilebileceği daha doğrusu ortak bir hukuk bilincinin yaratılabileceği düşüncesi ilk olarak 1900 yılında Paris’te düzenlenen karşılaştırmalı hukuk kongresinde dile getirilmiştir1. O dönemde ulusal hukuklar yeni yeni oluşmaya başlamış ve devletler kendi iç hukuklarını düzenlemeye başlamışlardır. Buradan hareketle, bir ulusun içindeki hukukun birleştirilmesi mümkün ise neden uluslararası alanda da hukuk birleştirilmesin düşüncesi doğmuştur. Ancak bu düşünce henüz uygulama aşamasına geçirilemeden iki ayrı dünya savaşı yaşanmış, birbirine yakınlaşan devletler giderek uzaklaşmış ve ulusal düzenlemeler önem kazanmaya başlamıştır.

Hukukların birleştirilmesi düşüncesinin tekrar ortaya çıkabilmesi için Avrupa Ekonomik Topluluğunun (AET) doğumunun beklenmesi gerekmiştir2. Avrupa Ekonomik Topluluğu adından da anlaşılacağı üzere ekonomik bir amaç etrafında toplanmış olup bu ekonomik amacını gerçekleştirebilmek için ülkeler arasında mal, hizmet, insan ve paranın dolaşımını sağlaması gerekmektedir3. Ancak bunlar da sadece sözleşmeler ile kurulabilen ilişkilerdir. Sözleşmelerin ülkeden ülkeye farklı özellikler taşıması ve farklı yorumlanması uluslararası nitelikte sözleşme yapan tarafları mağdur etmekte, hukuki kesinlik ve öngörülebilirlik gerçekleşmediğinden özelikle küçük ve orta ölçekli sözleşme taraflarını ülkelerine ve bildikleri hukuk düzenlerine bağlı kılmaktadır4. Bu durum da AET’nin kuruluş amacını gerçekleştirmesinin önünde çok büyük bir engel olarak durmaktadır. Kaldı ki, şu andaki adıyla Avrupa Birliği olan AET’nin ortak bir sözleşme hukuku veya ticaret hukuku olmadan ilerleyebilmesi imkânsız gözükmektedir5.

Bu sorunların aşılabilmesi için çeşitli düşünceler ortaya atılmış ve çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bunların en önemlisi, hukuk kurallarının yeknesaklaştırılması düşüncesidir. Bu amaçla hazırlanan pek çok kanun ve sözleşme bulunmaktadır. Bu konuda AET’nin kurucu anlaşması olan Roma Sözleşmesindeki hükümler veya Cenevre Sözleşmesi gibi sadece çok spesifik konuları içeren sözleşmeler öncelikli olarak örnek verilebilir. Ancak bunlar genel olarak nokta atışı niteliğinde olup çok özel hukuki durumları düzenlemektedir. Fakat bu nitelikleri ile dahi, amaçlanan hedefe ulaşamamaktadırlar. Başta kuralların, ülkelerin iç hukuklarına alınmasında sorunlar yaşanmış ardından ise, her ne kadar özel durumları düzenlemiş olsalar da birçok boşluk içerdiklerinden dolayı yorumlanması gerekmiştir. Taraf olan devletler bu kuralları kendi hukuklarına ve kendi düzenlerine göre yorumlamaktadır. Örneğin bu tür sözleşme veya kanunlar (direktifler) pek çok özel sözleşme tipini düzenlemiş olsalar dahi hiçbirinde “sözleşme”nin tanımına yer verilmemiştir6. Dolayısıyla ortada bir sözleşme olup olmadığını belirlemek yerel hukuk düzenlerinin yorumuna kalmıştır.