Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Boşanma Yargılamasında
 Re’sen Araştırma İlkesi ile İddianın ve Savunmanın Genişletilmesi Yasağı

Ex Officio Search Principle in Divorce Proceeding and the 
Prohibition of Broadening the Claim and Defense

Ümit KARTAL

Bu çalışmada boşanma yargılamasında resen araştırma ilkesi, taraflarca hazırlama ilkesi ile iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı konuları, birbirileri ile ilişkileri irdelenmiştir. Ayrıca boşanma davalarında yeni 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulanmasında kimi sorunlar Medeni Usul Hukukunun amacı ile ilgili tartışmalara detaylıca girilmeden dile getirilmiştir.

Re’sen Araştırma İlkesi, Boşanma Yargılaması, İddianın ve Savunmanın Genişletilmesi Yasağı.

In this study, the ex officio search principle in divorce proceeding, making presented by parties principle and the prohibition of broadening the claim and defense is examined with their interrelations. Moreover some issues in the practice of the new Civil Procedure Code no.6100 in divorce cases is expressed without mentioning in detail the debates on the objective of the Civil Procedure Law.

Ex Officio Search Principle, Divorce Proceeding, Prohibition to Broadening the Claim and Defense.

I. BOŞANMA YARGILAMASINDA RE’SEN ARAŞTIRMA İLKESİ VE TARAFLARCA HAZIRLAMA İLKESİ

Boşanma davaları aynı zamanda kamu düzenini ilgilendirmesine karşın genel itibarıyla medeni yargılama hukuku kurallarına tabidir. Boşanma davalarının yargılama usulünde özellik arz eden en önemli hususlardan biri, resen araştırma ilkesinin uygulanabilmesidir. Ancak boşanma yargılamasında, ceza yargılaması anlamında bir resen araştırma uygulaması söz konusu olmayıp resen araştırma ilkesinin sınırlı bir şekli söz konusudur.1 Doktrine bakıldığında; Aras, boşanma ve ayrılık davalarında, kendiliğinden araştırma ilkesinin sınırlı bir şeklinin mevcut olduğunu ifade etmektedir. Yazarla aynı görüşte olan Arslan, boşanma ve ayrılık davalarında maddi doğrudanlığın sınırlı olarak uygulandığını belirttikten sonra TMK m.184 hükmünün hâkime delilleri vicdanen kanaati hususunda yetki verdiğini ve hâkimin ikrar ve yemin gibi kesin delillerle bağlı olmadığını ifade etmiş ve bu bağlamda resen araştırma ilkesi ile maddi doğrudanlık ilkesinin ilişkisine işaret etmiştir.2 Görüldüğü üzere, boşanma yargılamasında resen araştırma ilkesi hâkime sınırsız hareket etme yetkisi tanımamakta TMK m.184 hükmü uyarınca hâkimi yemin, ikrar gibi kesin delillerle bağlı olmaktan kurtarmakta hâkime vicdani delil sistemini sunmaktadır. Nitekim Akıntürk, TMK m.184/1-1 hükmünün hiçbir surette hâkime dilediği gibi hareket etme serbestliği tanımadığını, sadece onu vicdanen kani olmadığı kanıtlara bağlı olmaktan kurtardığını ifade etmektedir.3 Resen araştırma ilkesi gereğince boşanma davalarında hâkim, taraflarca ileri sürülen olguların varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe bunları sabit varsaymayacaktır.4

Resen araştırma ilkesi dendiğinde akla gelen diğer bir husus ise, taraflarca hiç ileri sürülmemiş vakıaların ve bunlara ilişkin delillerin araştırılmasıdır.5 Ancak böyle bir araştırma, medeni hukuk yargılamasında iddianın ve savunmanın genişletilmesi yasağını da anlamsız kılacaktır. Zira resen araştırma ilkesinin tam anlamıyla uygulandığı davalarda, iddiayı ve savunmayı genişletme ve değiştirme yasağı uygulanmaz.6 Resen araştırma ilkesi daha çok ceza davalarında ve çekişmesiz yargı işlerinde hâkim olan bir yöntemdir.7 Oysaki boşanma davalarının yargılamasında, hâkimin taraflarca mahkeme önüne getirilmeyen iddiaları ve vakıaları ve bunlara ilişkin delilleri araştırması mümkün değildir8 (HMK m.25, m.119). Resen araştırma ilkesi ile ilgili kendi içinde bir ayırım yapacak olursak; delillerin takdiri ve bunlar hakkında vicdanen kanaat sahibi olunmasını bir başlık altında; iddialar ve vakıalar ile delillerin araştırılmasına ve toplanmasına ilişkin serbestiyi bir başka başlık altında bu anlamda sınıflandırabiliriz. Boşanma yargılamasındaki sınırlı resen araştırma ilkesini daha iyi anlamak için, medeni yargılama hukukunda kabul edilen temel ilke olan taraflarca hazırlama ilkesini de kavramak gerekir. Bu anlamda boşanma yargılamasındaki “sınırlı resen araştırma ilkesi”, kendi içinde resen araştırma ilkesi ile taraflarca hazırlama ilkesinin bir kısım esaslı unsurlarını bir arada barındırmaktadır. Öyle ki resen araştırma ilkesi, kimi yazarlarca tasarruf ilkesinin9,10 ve taraflarca hazırlama ilkesinin11 zıttı olarak tanımlansa da boşanma hukukunda kabul gören sınırlı resen araştırma ilkesi, birbirinin zıttı bu ilkelerin, açıkladığımız esaslı unsurlarını bir araya getirmiştir. Vicdani kanaat (hâkimin ikrar ve yemin gibi kesin delillerle bağlı olmaması) ve dava malzemesinin taraflarca getirilmesi unsurları, boşanma yargılamasında sınırlı resen araştırma ilkesi çatısı altında birleşmiştir.12 Taraflarca hazırlama ilkesi ise, davanın (iddianın) ve savunmanın dayanağı olan vakıaların ve bunların delillerinin (dava malzemesinin) taraflarca mahkemeye bildirilmesi demektir.13 Alangoya, medeni usul hukukunda tarafların eşit süjeler olduğunu, olayın tarihsel gelişimini en iyi bilebilecek durumda olduklarını, her birinin kendi çıkarına ve karşı tarafın aleyhine olabilecek vakıaları ve delilleri eksiksiz getirme çabası içinde olacağını, hâkimin tarihsel olayı bilmemesi ve mevcut iş yükünü arttıracağı için gerçeğe varma amacının daha düşük bir ihtimal olduğunu, dava malzemesinin toplanmasında taraflara ağırlık tanınmasının sebebinin gerçeğe götürme ihtimalinin daha yüksek olmasından kaynaklandığını ifade etmektedir.14 Umar, hukuk yargılamasında vakıa malzemesini ve bunların delillerini toplamak konusunda yargıcın bir yasaklama ile yetkisiz kılınmasının doğru olmadığını ifade etmektedir.15 Serozan ise, yargılamada geçerli bir başka ilke olan serbest müzakere ilkesinin serbest tasarruf ilkesi gibi, maddi özel hukuka egemen irade özerkliği ilkesinin şekli usul hukukundaki izdüşümü olarak görülebileceğini belirtmekte ve bu ilkeye göre dava malzemesini mahkemeye taşıyıp getirmenin (iddia yükü) ve bu bağlamda iddiayı destekleyecek tüm kanıtları derleyip toparlayarak mahkemeye sunmanın (delilleri ikame ederek iddiayı ispat yükü) taraflara düştüğünü ifade etmektedir.16 Becker, dava malzemesinin taraflarca getirilmesi ilkesini tanımlarken, mahkemelerin karar verirken sadece tarafların getirdiği vakıaları nazara alabileceği, hâkimin resen tahkikat yapması yönünden engellenmiş olduğu ve taraf dilekçelerinden bağımsız olarak öğrendiği vakıaları davaya ithale ve karara esas almaya da yetkili olmadığını ifade etmektedir.17 Boşanma yargılamasında resen araştırma ilkesinin sınırlı uygulaması karşısında hâkimin taraflarca mahkeme önüne getirilmeyen vakıaları ve delilleri araştırması ve kararına esas alması mümkün değildir.18 TMK m.184 hükmüne karşılık gelen TMK m.150’nin madde gerekçesinde, bu maddede belirtilenler dışında boşanmada yargılama usulünün Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa tabi olduğu belirtilmiştir.19

II. BOŞANMA YARGILAMASINDA İDDİANIN VE SAVUNMANIN DEĞİŞTİRİLMESİ VE GENİŞLETİLMESİ YASAĞI

Boşanma yargılamasında da taraflar iddianın ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı, iddia yükü, somutlaştırma yükü ile ilgili kuralların gereğini yerine getirmek durumundadır. Aksi halde taraflar davayı kaybetme riski ile karşı karşıya kalabilirler.20 Davacı, dava dilekçesinde iddiasını dayandırdığı bütün vakıaları açıklamakla yükümlüdür.21 Bu anlamda boşanma davalarında, davacının davasını dayandırdığı maddi vakıaları ve her bir vakıanın hangi delil ile ispat edileceğini açıklaması gerekir. HMK’nın 25’inci maddesi, “Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz.” hükmünü amirdir. HMK’nın 25’inci maddesine göre, taleplerinin dayanağı olan vakıalar ve deliller taraflarca mahkemeye sunulmalıdır. Kılıçoğlu, HMK’nın 25’inci maddesinin örtülü olarak taraflara iddia yükünü yüklediğini belirtmektedir.22 Yine 6100 sayılı HMK m.194 hükmü uyarınca, “taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar.” Maddenin hükümet gerekçesinde, maddenin amacının, bir yandan ispatın genel hükümleri çerçevesinde temel bir kurala yer vermek diğer yandan somut vakıalara dayanmadan davaların açılıp yürütülmesinin önüne geçmek olduğu vurgulanmıştır.23 Görüldüğü üzere Kanunkoyucu, Usul Kanunumuzda taraflarca hazırlama ilkesini benimsemiş ve davacıya dava malzemesini dava dilekçesinde tüm unsurları ile sunması hususunda yük getirmiştir. Davacıya yüklenen iddia yükü yargılama esnasında süreyle sınırlandırılmış, belli bir süreden sonra ileri sürülmesi engellenmiş veya bazı şartlara bağlanmıştır.24 İddianın ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı olarak bilinen bu yasağa HMK m.141 hükmünde yer verilmiştir.25 Kılıçoğlu, Kanunkoyucunun, uyuşmazlığın başında karşı tarafın açıklanmasını, iddialarını tam olarak görmeden diğer tarafın savunma örgüsünün kuramayacağı düşüncesinde olduğunu ifade etmiştir.26 Yine Köseoğlu, davacının iddiasının vakıalar itibarıyla açık ve anlaşılır olması gerektiğini belirttikten sonra, bunun davanın özüne ilişkin karar vermede hız kazanmaktan daha çok, davalının savunma hakkının ihlal edilmemesi amacına yönelik olduğunu vurgulamıştır.27 Bu noktada yargılamanın hızlı yürütülmesi her zaman kaliteli bir yargılama yapılacağı anlamını taşımaz. Gerek madde metinleri ile gerekçelerine gerek doktrine bakıldığında iddianın ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı ve somutlaştırma yükünün aynı zamanda davalının savunma örgüsünü kurabilmesine ve savunma hakkının kısıtlanmamasına yönelik olması karşısında iddianın ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı kuralına uyulmalı ve taraflar Kanunda kendilerine tanınan kesitlerde talep sonucunu haklı çıkaracak tüm vakıalara ayrıntılı olarak dilekçelerinde yer vermelidirler. Öyle ki Akil, bu hususta dava açısından önem taşıyan vakıalara muhakkak dava dilekçesinde yer verilmiş olması gerektiğini, bu tip vakıalara yer vermeksizin ekte sunulan belgelerde temas edilmesiyle somutlaştırma yükünün yerine getirilmiş olmayacağını vurgulamaktadır.28 Ayrıca, karşı tarafın delil sunma faaliyetini yerine getirebilmesi için iddiaların ve vakıaların tam anlamıyla somutlaştırılması zorunludur; zira ortaya konulmayan bir iddiaya karşı delil sunulabilmesi de söz konusu olmayacaktır. Ancak Yargıtay’ın aksi yönde kararlarına rastlamak mümkündür.29 Bu hususta Alangoya, dava dilekçesinde talebin dayandığı olayın teşhisine yarayacak ve bu bakımdan benzer durumlardan ayıracak ölçüde o olaya dahil maddi vakıaların belirtilmesinin yeterli olacağı görüşündedir. Yazar, tüm vakıaların açıklanmasının istenmesini, tarafları kendisinden beklenmeyecek bir yükün altına koymak olacağı görüşündedir. Aynı şekilde vuku bulmalarına rağmen, hayat olayının yeteri kadar ferdileştirildiği dava dilekçesinde yer almayan, ancak dava temeline dahil bulunan vakıaların sonradan davaya ithal edilmelerinin davayı değiştirme sayılmaması gerektiğini savunmaktadır.30 Üstündağ ise bu hususta dava dilekçesinin davacının ileri sürdüğü talep hakkını inşaya yarayacak tüm vakıaları açıkça ve topluca ihtiva etmesi gerektiğini savunmaktadır.31 Yazar, HUMK m.179 hükmüne karşılık gelen Alman usul hukukundaki hükmün belirsiz (muğlak) olduğunu savunmakta ve bununla birlikte Alangoya’nın ifadesine göre, dilekçelerdeki dava malzemesine sonradan bazı yenilerin eklenebilmesinin iddia ve müdafaa sebeplerini “teyid eden ve açıklayan vakıaların” bir dereceye kadar tecviz etmek gerektiğini ifade etmektedir.32 Kuru, Kanunumuzda teksif ilkesinin kabul edildiğini, bu nedenle talep sonucunu haklı çıkarmaya elverişli tüm vakıalara ayrıntılı olarak dava dilekçesinde yer verilmesi gerektiğini ifade etmekle birlikte, asıl vakıaya zımnen dahil olan vakıaların ileri sürülmesinin mümkün olduğunu belirtiyor.33 Postacıoğlu, sonradan ithal edilen vakıalar, daha önce ileri sürülen vakıaların delili olmayıp dayanak gösterilen hukuki sebebin gerçekleşmesini sağlayacak mahiyette ise, bir ayrım yapılması gerektiğini ifade ettikten sonra; bu vakıaların evvelce ileri sürülen vakıalara zımnen dahil ve evvelki vakıalardaki şüpheli hususları giderici nitelikte ise bunların davaya ithalini, iddianın ve savunmanın değiştirilmesi yasağı kapsamında kabul etmemek gerektiğini savunmaktadır.34 Akil, konuyla ilgili olarak bir vakıanın iddianın ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağını ihlal etmeksizin ileri sürülebilmesi için verilmiş bulunan dava dilekçesinde bu vakıanın izlerinin bulunması gerektiğini ifade ettikten sonra, dipnotta Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 18.2.1958 tarihli 642/859 sayılı kararına yer vermiştir.35 Kararda, kocanın, önce karısının evlendikleri günden beri kendisine itaat etmediğini; daha sonra ise karısının ismini bilmediği bir erkekle gezmekte olduğunu ve bunun da geçimsizliğe neden olduğunu ileri sürdüğünü; Yargıtay’ın bu yeni beyanı davanın genişletilmesi olarak kabul ettiğini belirtmiş, kendisinin de Yargıtay ile aynı görüşte olduğunu; zira davacının dava dilekçesinde, karısının başka bir erkekle gezdiğine ilişkin hiçbir açıklamaya yer vermediğini ifade etmiştir.36 Akil, olması gereken hukuk bakımından hâkimin uyuşmazlığın çözümlenmesi bakımından uygun görmesi şartına bağlı olarak ve daha önce ileri sürülmemelerinde tarafların kusurunun bulunmadığı hallerde tarafların iddialarını ve savunmalarını her zaman değiştirip genişletebilmelerinin mümkün olması gerektiğini savunmaktadır37 İddianın ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı ile karşılaşmamak için, talep sonucunu haklı çıkaracak en önemli vakıalara dava dilekçesinde topluca ve bir kerede ayrıntılı olarak zaman, yer, kişi unsurlarına ve hayat olaylarının tasvirine yer verilmesi gerekir. Nitekim Hukuk Muhakemeleri Kanunumuz, Kuru’nun da belirttiği üzere, teksif ilkesini benimsemiş ve vakıalara dayandırma ilkesini kabul etmiştir38 (m.25, m.119/1-e, f, m.141, m.194). Karşı tarafın (davalının) savunma hakkı ve delil sunma faaliyeti ile doğrudan ilgili bu hususta belirsiz ölçütlerin getirilmesinden kaçınılmalıdır. Bu anlamda, davacının dava dilekçesinde önemli tüm vakıalara talep sonucunu haklı çıkaracak ölçüde ve ayrıntılı39 olarak yer vermesi gerekmekle birlikte, bu vakıaların en azından daha önce dava dilekçesinde yer almak koşulu ile açıklanması ve doğrulanması gereken kısımlarını davaya ithal etmesini yasak kapsamında kabul etmemek gerekir.40 Mahkemeler önünde yargılama kurallarının belirli olması, aynı zamanda kişilerin yargılamanın ileriki şeklini ve cereyanını bilmesini sağlayacaktır. Nitekim Karslı da, medeni muhakeme hukukunda şeklin başlıca amacının muameleyi yapan tarafı uyarmaktan ziyade, hasım tarafın müdafaa hakkını layıkıyla yapabilmesinin sağlanması olduğunu ifade ediyor.41 Görülüyor ki iddianın ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı ve somutlaştırma yükü, aynı zamanda karşı tarafa savunma yapabilmesi yolunda delil sunma hakkı tanınması açısından önem arz etmekte, davada tarafların haklılığını ispatlaması noktasında delil sunma faaliyetine doğrudan etki etmektedir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 15.4.2013 tarihli ve E. 2012/25321, K. 2013/10648 sayılı içtihadında42; “Tahkikat, ön incelemede saptanan çekişmeli hususlar üzerinden yürütüleceğine (HMK md.140/3) göre mahkemece, taraflara dilekçelerinde dayandıkları, ancak somutlaştırmadıkları delillerini açıklaması, tanık deliline dayanılmakla tanık listesi verilmesi, gösterdikleri tanıkların adı ve soyadı ile adreslerini hangi tanığın hangi vakıaya ilişkin olduğunu içeren dilekçe vermesi için kesin süre verilerek sonucuna göre hareket edilmesi gerekirken açıklanan hususlar gözetilmeden davanın neticeye bağlanması doğru bulunmamıştır” şeklinde hüküm tesis etmiştir. Kararın karşı oy yazısında; davanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra açılmış olduğu; davacının 29.6.2012 tarihli dava dilekçesiyle anlaşmalı boşanma talebinde bulunduğu, dava dilekçesinde herhangi bir vakıaya dayanmadığı, delilde bildirmediği, davaya Türk Medenî Kanununun 166’ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca çekişmeli olarak devam edeceğine ilişkin usulüne uygun yapılmış bir ıslah talebi de bulunmadığı ifade edilmiş ve mahkemenin ret gerekçesinin bu sebeple doğru olduğu, kararın onanması gerektiği belirtilmiştir. Konuyla ilgili Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.3.1979 ve E. 1977/41-136, K. 1979/262 sayılı içtihadında43; Yüksek Mahkeme, iddianın ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağının savunma hakkı ile doğrudan ilgisine vurgu yapmıştır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararına konu olayda dava 21.2.1966 tarihinde açılmış, davalı vekilleri 3.5.1966 günlü dilekçeyle esasa cevap vermişler, zamanaşımı savunmasında bulunmamışlar, daha sonra üçüncü oturumdan sonra 5.12.1966 günlü dördüncü oturumdan önce verdikleri 17.11.1966 günlü dilekçe ile zamanaşımı savunmasını ileri sürmüşler, davacı vekilleri ise müteakip 31.1.1967 günlü oturumda verdikleri aynı tarihli dilekçe ile savunmanın genişletilmesine muvafakat etmediklerini bildirmişlerdir. Hukuk Genel Kurulu; Usulün 202’nci maddesi hükmünce davalının tüm iddiasını ve savunmasını birden vermeye mecbur olduğunu; esasa cevap verdikten sonra davacının muvafakati olmadan savunmasını genişletemeyeceğini ve davalının zamanaşımı savunmasının reddi gerektiğini belirtmiştir. Hukuk Genel Kurulu, her ne kadar 3.5.1966 tarihli dilekçede davalı vekilleri ayrıca esasa cevap hakkını saklı tuttuklarını açıklamış iseler de bu davranışın esasa cevaba ilişkin yasal esasları değiştirmeyeceğini belirtmiştir. Yine Hukuk Genel Kurulundaki görüşmelerde bazı üyeler, “davacının dava dilekçesinde yeterli açıklamalarda bulunmadığı, bu suretle kendi davranışı ile davalının savunma hakkını kısıtladığı”, mahkemece verilen ara kararı gereğince dava hakkında ayrıntılı açıklamayı kapsayan dilekçenin verilmesi ile davalının gereken olanağa kavuşarak hemen zamanaşımı def’ini ileri sürdüğü görüşü savunulmuş; ancak çoğunluk, davalının ayrıntılı açıklamadan önce esasa cevap vermesi nedeniyle ve ayrıca olayda dava dilekçesinde olayın vukuu yönünden açıkça 1962/1963 yılları denilmiş olması ve davanın 21.21966 tarihinde açılmış olması ile bu tarihler ışığında zamanaşımı def’inin ileri sürülmesine de bir engel olmadığından bahisle azınlık görüşüne katılmamıştır. Ayrıca Yüksek Mahkeme, ara kararlarında verilen mehillerle cevap için davalıya yeni olanaklar sağlanması yoluyla genişletme yasağının etkisiz bırakılmasının, eşit güvence altında bulunan iddia ve savunma hakkından, savunma hakkı yararına sonuçlar tanıma anlamına geleceğine karar vermiştir.