Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Sağlık Hukukunda Deliller

Evidences in Health Law

Selin SERT SÜTÇÜ, Oğuzhan KAYA

Sağlık hukukunun kendine özgü bir yargılama usulünün ve delil sisteminin, kanunlarla düzenleme altına alınmadığı gözetildiğinde, hekim ve hasta arasındaki ilişkinin hangi hukuk kurallarına tabi olacağı büyük bir önem arz etmektedir. Sağlık hukukunun özel hukuk boyutu dikkate alındığında, serbest çalışan hekim ve hasta arasındaki ilişkinin hukuki niteliğinin, medeni yargılama hukukunun derin tesiri altında olduğu açıktır. Bu nedenle sağlık hukukunda, hasta ve hekim arasındaki ilişki temelinde iddia edilen vakıaların doğruluğunu sınamak amacıyla yargılama sürecine dahil edilecek olan başlıca delillerin neler olduğu ve nasıl bir değerlendirme yapılacağı konusunun irdelenme gereksinimi doğmuştur. Bu bağlamda serbest çalışan hekim ve hasta arasında meydana gelen hukuki ilişkinin niteliği dikkate alınarak bir değerlendirme yapılmaya çalışılmaktadır.

Sağlık Hukuku, Deliller, Hasta, Hekim, İspat.

When it is considered that the specific jurisdiction procedure and evidence system of the health law haven’t been regulated by laws, which legal rules the physician and patient relation will be subject to have great importance. When the private law dimension of the health law is taken into consideration, it is clear that the legal nature of the relationship between a self-employed physician and patient is deeply influenced by the civil jurisdiction law. Therefore, in the health law, the need to examine the main evidence, to be included in the trial process and how to make an assessment in order to test the accuracy of the alleged facts on the basis of the relationship between the patient and the physician, arose. In this context, an assessment is endeavored to be made by considering the nature of the legal relationship that occurs between the self-employed doctor and the patient.

Health Law, Evidences, Patient, Physician, Proof.

I. Giriş

Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle birlikte, bireyler arasındaki ilişkiler de örümcek ağı misali çok değişik ve karışık niteliğe sahip olmakta; bu gelişme ve yayılma farklı hukuk alanlarında da kendisini göstermektedir. Son yıllarda tıp biliminde meydana gelen ani sıçramalar, insan ilişkilerini ve modernite algısını da etkilemekte; bireyin, yalnızca temel ihtiyaçlarını karşılayacak olan “gerekli” hukuki ilişkiler kurma durumundan ziyade ihtiyari nitelikteki çeşitli ilişkilerin de ortaya çıkmasını sağlamaktadır.

Birey olarak insanların, yalnızca basit ikili ilişkiler dışında, içerisinde birden fazla edim barındıran diğer hukuki ilişkilere yönelmesi; kanunlarda, içtihatlarda veya yargı kararlarında bu hukuki ilişkiler bakımından yeni bir nitelendirme yapma ihtiyacına yol açmıştır. Uygulamada bulunan sağlık hukukunun, kendine özgü bir yargılama usulü ve özel görevli mahkemeleri olmadığı, özel hukuk ile olan ilişkisinin genişliği ve yoğunluğu da dikkate alındığında, ilişkilerden kaynaklanacak olan uyuşmazlıklar açısından bu uyuşmazlıkların yargılamaya taşınması durumunda başvurulacak olan ispat aracı niteliğindeki deliller, sağlık hukuku bağlamında incelenme gereksinimi oluşturmaktadır.

II. Hasta ve Hekim Arasındaki Hukuki Uyuşmazlıklara Genel Bakış

Hekim ile hasta arasında kurulan sözleşme ilişkisi yani hekimlik sözleşmesi, kanunlarda tanımlanmış bir sözleşme olmayıp atipik mahiyettedir. Doktrinde çeşitli adlandırmalar ve tanımlamalar yapılsa da genel olarak “serbest çalışan bir hekim ile bizzat hasta ya da onun temsilcisi arasında kurulan ve hekimi kendisine ödenecek bir bedel karşılığında tıbbî teşhis ve tedavi edimini yerine getirme yükümlülüğü altına sokan sözleşme” şeklinde tanımlanabilir.1

Hekimin sözleşme bağlamındaki yükümlülüklerinin hastanın öyküsünü alma, teşhis ve tedavi etme, teşhis ve tedaviyi bizzat gerçekleştirme, hastayı aydınlatma, hastanın rızasını alma, özen ve sadakat gösterme, sır saklama ve kayıt tutma şeklinde sıralanması mümkündür. Buna karşılık hekimin karşısında yer alan ve sözleşme ilişkisi içerisinde bulunan hastanın, temel yükümlülüğü ücret ödemek olmakla birlikte bilgi verme, iş birliği yapma ve tedaviye katlanma yükümlülükleri de bulunmaktadır.2

Hekimlik sözleşmesi kanunlarda düzenleme altına alınan sözleşmelerden biri olmadığı için hukuki niteliğinin ne olduğu tartışmalıdır. Bünyesinde hekim açısından iş görme ediminin bulunması Türk Borçlar Kanununda düzenlenmiş olan ve iş görme borcu yükleyen sözleşmelerden hangisi bağlamında değerlendirilmesi gerektiği konusunda doktrinde görüş ayrılıklarına sebebiyet verdiği gibi kendine özgü bir sözleşme olduğu yönünde görüşlerin de ileri sürülmesine sebep olmuştur.3

Genel olarak hekimin üstlenmiş olduğu borç, hastanın arzusu doğrultusunda, tıp biliminin imkânları elverdiğince, teşhis ve tedavi edici nitelikteki sağlık hizmetinin objektif özen ve güven standartlarına uygun bir şekilde hastaya sunulması olup karşı edimini oluşturacak olan hastanın borcu ise bedel ödeme borcudur.4 O halde tüm bunlar dikkate alındığında, doktrindeki baskın görüş uyarınca da hekim ile hasta arasındaki sözleşme ilişkisinin hukuki niteliği vekâlet sözleşmesi olacaktır.5 Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin görüşü; “Dava, davalı şirkete bağlı ...’nde diğer davalı doktor ... tarafından davacıya yapılan guatr ameliyatı sonucu davacıda gelişen özefagus perforasyonu nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararların tazmini istemine ilişkindir. Taraflar arasındaki ilişki vekâlet sözleşmesidir. Vekil, vekâlet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. O nedenle, vekil konumunda olan doktorların bilim ve teknolojinin getirdiği bütün imkanları kullanmak suretiyle özen borcunu yerine getirmeleri gerekir.”6 şeklindedir.

Hekim ile hasta arasındaki sözleşme ilişkisinde hekim tarafından gerçekleştirilecek ifa, sözleşmenin esaslı noktasını oluşturur niteliktedir. Bu bakımdan sözleşme ilişkisi çerçevesinde hekimin borcunun, genel olarak belirli bir sonucun garanti edilmesinden ziyade sağlık hizmetinin, tıbbın ve hukukun elverdiği ölçüde hastaya sunulması olduğu söylenebilir.7 Günümüzde tıp sektörünün bir hayli ilerlemiş olması ve hasta-hekim arasındaki sözleşme ilişkilerinin, zorunluluk kapsamını aşarak zevk ve isteklerin de tatminine yönelmeye başlamasıyla, bu sözleşme ilişkisinin hukuki niteliğinde de değişmeler gündeme gelmektedir.

Hekim ve hasta arasındaki sözleşme ilişkisinin esaslı unsuru; sağlık hizmetinin tıp biliminin elverdiğince hastaya ifasından çok hekimin, hastanın istek ve ölçütlerine uygun bir sonuç elde etmeye yönelik çalışması olabilmektedir. Bu bakımdan sözleşme ilişkisi kapsamında hekimin üstlendiği borç, sonuca yönelik çalışma ve bir eser elde etme olduğu durumlarda artık -istisnai olarak- hasta ile hekim arasındaki sözleşme ilişkisi bir eser sözleşmesi olarak nitelendirilmektedir.8 Örneğin diş implantı, dudak dolgusu, yüz gerdirme işlemi, burun estetiği, saç ekimi, yağ aldırma gibi9 sonuç garantili edimlerin sözleşmenin esaslı noktasını oluşturduğu durumlarda, eser sözleşmesinin varlığı gündeme gelmektedir. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi de 2019 yılında vermiş olduğu; “Sözleşme ile davacıya estetik müdahalelerde bulunulması kararlaştırılmıştır. Davacı ile davalı arasındaki sözleşmenin niteliği itibariyle hekim ile hasta arasında tedaviye ilişkin sözleşmeden farklı olduğu ve eser sözleşmesi hükümlerinin uygulanması gerektiği anlaşılmaktadır. Eser sözleşmesini düzenleyen TBK’nın 470. maddesi uyarınca yüklenicinin edimi bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin edimi ise, karşılığında bedel ödemeyi üstlenmesidir. Eser sözleşmesinin niteliği gereği yüklenici sonucu garanti etmektedir. Davacı, daha düzgün ve dik durması için göğüslerine slikon taktırmak şeklinde estetik gayeyle davalıya başvurmuş olduğuna göre, estetik ameliyat yapılmak suretiyle istenilen ve kararlaştırılan amaca uygun güzel bir görünüm sağlanmasının taraflar arasındaki eser sözleşmesinin konusu olduğu açıktır.”10 şeklindeki kararla, bu görüşte bulunduğunu belirtmiştir.

Hasta ile hekim arasındaki sözleşme ilişkisinin hangi hukuk kurallarına tabi olacağı, akıllarda soru işareti oluşturmaktadır. Bu noktada Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun m.3 hükmünde eser ve vekâlet sözleşmeleri de dahil olmak üzere, kanunda düzenlensin veya düzenlemesin başkaca sözleşmelerin, tarafların tüketici ve sağlayıcı sıfatını taşıdıkları takdirde, tüketici işlemi kabul edilerek tüketici hukuku kurallarının uygulanacağını belirtmiştir.

Doktrindeki baskın görüş ve Yargıtay uygulaması da hekim ile hasta arasındaki ilişkinin bir tüketici işlemi olduğu yönündedir.11 Bu doğrultuda serbest çalışan bir hekim ile hasta arasındaki ilişki, tüketici hukukuna tabi olacak olup bu ilişkiden doğacak uyuşmazlıklarda tüketici mahkemeleri görevli olacaktır.

Uygulamaya ve açılan davalara bakıldığında, uyuşmazlıkların neredeyse tamamının hekimin sözleşme kapsamında borcunu gereği gibi ifa etmediği, sözleşmeye aykırı davrandığı, özen ve sadakat göstermediği ya da sözleşmeden tamamen bağımsız bir şekilde haksız fiil teşkil edecek nitelikte davranıldığı gibi hallerden kaynaklandığı görülmektedir. Davacı tarafı genellikle hastaların oluşturduğu davalarda, davalı taraf bazen, yalnızca hekimken bazen özel veya kamu hastaneleri; bazen, hem özel hastane hem hekim olabilmektedir.

Hekim ile hasta arasındaki uyuşmazlıklarda en önemli sorun; kusurun tespit edilmesi aşamasında var olan delillerin bilinmesi ve değerlendirilmesidir. Genel kural olan 4721 Sayılı Türk Medenî Kanunu m.6/2 düzenlemesi gereği, herkes iddiasını ispatlamakla yükümlü olduğu için sağlık hukukunda delillerin neler olabileceği ve nasıl değerlendirme yapılması gerektiği hususu bu çalışmada inceleme konusu yapılmıştır.

III. İspat

Hastalar, tarafından hekime karşı açılmış davalarda gerçekleşen olayların hâkime aktarılması, sorumluluğun belirlenmesi ve hâkimde hüküm kurmaya yeterli kanaatin oluşması bakımından bir gereklilik arz etmektedir. Bu vakıalar ise, ispatın konusunu oluşturmaktadır.

İspat, genel manada iddia olarak ortaya atılan beyanın doğru ve gerçek olup olmadığı noktasında hâkimi ikna etme faaliyetidir.12 İspatın konusunu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.187 hükmünde de belirtildiği gibi uyuşmazlığın ortaya çıkmasında rol oynayan vakıalar oluşturmakta olup hâkimi ikna etmek açısından taraflardan kimin ispat faaliyetini gerçekleştireceği, taraflar arasındaki ilişkilerin hukuki niteliğine ve uygulanacak olan kanun hükümlerine göre değişiklik gösterecektir.