Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Uluslararası Hukuk Açısından De Facto Devlet Sorunu: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Abhazya ve Transdinyester Örneklerinin Karşılaştırmalı Analizi

The Problem of De Facto States from the Pespective of International Law: A Comparative Analysis of Turkish Republic of Northern Cyprus (TRNC), Abkhazia and Transnistria Cases

Fatma TAŞDEMİR

De facto devlet olgusu Westfalya sistemine yönelik geçici bir anormallik değildir. Modern uluslararası hukuk sisteminde de facto devletler sayısal olarak hızla artmış ve daha kalıcı varlıklar haline gelmişlerdir. KKTC, Abhazya, Güney Osetya, Transdinyester, Somaliland ve Tayvan gibi birimler de facto devletin en somut ve güncel örnekleridir. Uluslararası sistemdeki bu gelişmelere karşı de facto devletler ve rejimler konusunda uluslararası hukuk sisteminde boşluklar mevcuttur. Ana devletlerin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü ortadan kaldıran bu birimler uluslararası toplum tarafından meşru görülmemekte ve bu nedenle diplomatik açıdan tanınmamaktadır. Uluslararası hukuk sisteminde de facto devletlerin tanınmayarak ve marjinalize edilerek, farklı bir pozisyonda tutulması bunların devlet inşa süreçlerini, kurumsal ve politik gelişimlerini engellememektedir. Devlet uygulamalarında “de facto” devletlere aynı şekilde muamele edilmemektedir. Bazıları sistemden tamamen dışlanırken, bazıları ile tanımaya varmayan kapsamlı ilişkiler geliştirilmektedir. Güç ve siyaset politikası bu konuda etkisini göstermektedir. De facto devletlerin uluslararası hukuk çerçevesinde hak ve yükümlülükleri de tartışmalı bir konudur. Özellikle bunların insan hakları hukuku açısından yükümlülüklere sahip olup olmadıkları çok önem taşımaktadır. Günümüzde akademik literatürde, içtihatta ve devlet uygulamalarında de facto devletlerin “etkin denetim” kurdukları bölgelerde insan haklarını güvence altına alma yükümlülüğünde oldukları kabul edilmektedir. Sonuçta her de facto devlet olayı kendi özel koşulları içinde ayrı ayrı değerlendirmelidir ve de facto devletler hukuksal bir boşlukta hareket etmemelidir.

De Facto Devlet, Tanımama, İnsan Hakları, KKTC, Abhazya, Transdinyester.

The phenomenon of “de facto states” is not a temporary anomaly to the Westphalian system. The number of de facto states has risen quickly and the existence of them has become more of a permanent reality within the modern international law system. TRNC, Abkhazia, South Ossetia, Transnistria, Somaliland and Taiwan are the most current and concrete examples of said de facto states. Facing such developments at the international level, there are gaps within the international law system regarding de facto states and regimes. These units crossing off the sovereignty and territorial integrity of the main states are not considered as legitimate by the international society and thus they are not diplomatically recognised. However, being placed at a different status within the international law system due to marginalisation and isolation does not prevent the process of state building and theoretical and political development of these entities. In terms of states’ approaches, “de facto states” are not all treated similarly. While some of them are being totally excluded from the system, some have developed extensive relationships; yet, not leading to a recognition. Power politics shows its effect in this area as well. The issue of the rights and responsibilities of de facto states within the international law is also a contentious topic. The question of whether these entities carry any responsibility with regards to the human rights law is especially significant. Today, the academic literature, judicial opinions and state practices show that it is accepted de facto states have responsibility to guarantee the human rights within the regions they establish effective control over. However, each phenomenon of de facto state must be evaluated within its own special conditions and de facto states should not act in a legal vacuum.

De Facto State, Recognition, Human Rights, TRNC, Abkhazia, Transnistria.

Giriş

Geçmişte onlarca de facto devlet hemen hemen tüm kıtalarda ve makro bölgelerde görülmüştür. Günümüzde de de facto devletler uluslararası sistemde var olmaya devam etmektedirler. Bunlardan bir kısmı ana devlet tarafından tekrar bünyesine katılmış ve kısa ömürlü olmuşken, bir başka kısmı ise ana devlet ile yeniden bütünleşme sağlanamadığı için “dondurulmuş çatışma” bölgeleri olarak kalmaya devam etmektedir.

De facto devletler, devletlerin başat aktör olmaya devam ettiği uluslararası hukuk sisteminde uluslararası ilişkiler disiplini açısından önemli bir araştırma alanıdır. De facto devletler ve de facto rejimler Westfalya sisteminde geçici bir anormallikten ziyade uluslararası sistemde daha sık görülen ve daha uzun vadeli bir gerçeklik haline gelmiştir.1 Sıklıkla bir patron devletin desteğini alan bu birimler devlet olarak tanınmak için “demokratikleşme” stratejisi izlemektedirler. Halk desteğine sahip olan bu birimler uluslararası hukukta görmezden gelinmeyecek kadar önemli ve farklı bir aktör olarak varlıklarını sürdürmektedir. Bu gerçekler karşısında de facto devletlerin durumu uluslararası hukuk bağlamında özellikle de egemenlik, tanınma, ayrılma ve sorumluluk hukuku çerçevesinde incelenmesi gereken önemli bir konudur.

Uluslararası toplum geleneksel olarak kendi kaderini tayin hakkı hakkına dayanmayan gayri-meşru tek yanlı bağımsızlık ilanlarını reddetmekte ve ana devletin rızasını almadan bağımsızlık ilan eden birimleri de devlet olarak tanımamaktadır. Ancak de facto devletlerin tanınmaması bunların iç dinamiklerini ve ulus-devlet inşa süreçlerini, demokratik, kurumsal ve politik gelişimlerini engellememektedir.2 Ayrılıkçı de facto devletler doğaları nedeniyle mevcut uluslararası sistemden ayrı bir pozisyonda tutulmaktadırlar. Bunlar sıklıkla ötekileştirilmekte ve bir nevi damgalanmaktadırlar. Bu ayrılıkçı yapıların lekelenmelerinin kaynağı ana devletlerin toprak bütünlüğü ilkesini ihlal etmeleridir. Ancak devlet uygulamalarında tüm ayrılıkçı “de facto” devletlere aynı biçimde davranılmamıştır. Bunların bazıları uluslararası sistemden külliyen dışlanırken, bazıları ise kendilerini tanımayan BM üyesi devletlerle ileri derecede uluslararası etkileşime girmiştir.

De facto devletler veya rejimler konusunda uluslararası hukukta herhangi bir düzenleme yoktur. Bu konuda uluslararası hukukta bir boşluk vardır. Bunların uluslararası hukuk altında hak ve yükümlülükleri konusu oldukça tartışmalı ve karmaşık bir konudur. De facto devletlerin durumu sadece uluslararası hukuk açısından bir sorun değildir aynı zamanda de facto devlet olgusunun bunların kontrolü altında yaşayan insanlar ve uluslararası toplumun istikrarı açısından da önemli sonuçları vardır. Bu nedenle bu makalenin amacı de facto devlet sorununu uluslararası hukuk açısından ele almaktır. Makalede özellikle uluslararası hukukun geleneksel konularından devletlerin oluşumunda tanıma doktrinin önemi ve etkisi; etkinlik kriterinin tanıma açısından önemi; tanınmayan birimlerin ve de facto devletlerin statüsü sorunu ve tanınmayan birimlerin ve de facto devletlerin uluslararası insan hakları hukuku açısından yükümlülükleri üzerinde durulması amaçlanmaktadır. Makalede bu konuların teorik tartışmalar, içtihatta yaşanan güncel gelişmeler ve örnek olaylar çerçevesinde ele alınması amaçlanmaktadır. Makalede örnek olaylar olarak güncel konular seçilmiş olup Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Abhazya ve Transdinyester örneklerinin karşılaştırmalı analizinin yapılması hedeflenmektedir.

Bu bağlamda uluslararası hukuk çerçevesinde karşılaşılan en önemli sorunlardan bir tanesi bu yapıları tanımlamak için farklı terimlerin kullanılması nedeniyle yaşanan kavram kargaşasıdır. Bu nedenle çalışmada ilk olarak terminolojik açıdan kavramların anlam ve özellikleri berraklaştırılmaya çalışılacaktır. Bu bağlamda de facto devlet ile başarısız devlet, yarı-devlet, pseudo devlet ve de facto hükümet kavramları arasındaki nüanslar incelenecektir. Ardından çalışmada ikinci olarak de facto devletlerin tanınması sorunsalı ve de facto devletleri “tanımadan bağlantı kurma” politikası KKTC, Abhazya ve Transdinyester örnekleri ışığında detaylı bir biçimde incelenecektir. Makalede son olarak de facto devletlerin uluslararası insan hakları hukuku açısından hak ve yükümlülükleri konusu incelenecektir. Sonuç bölümünde ise makalenin temel problematiğine ilişkin ulaşılan sonuç ve değerlendirmelere yer verilecektir.

I. Terminolojik Tartışma

Uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk literatüründe “de facto devlet”, “ayrılıkçı devlet” (separatist-state), “yarı-devlet” (quasi-state), “sahte-devlet” (pseudo-state), “izole devlet” (isolated-state), “kendinden menkul devlet” (self-proclaimed state); “haydut devlet” (rogue-state), “başarısız devlet” (failed state), “çökmüş devlet” (collapsed-state), “kukla devlet” (puppet-state), “kukla hükümet” (puppet-government), “de facto hükümet” (de facto-government), “de facto rejim” (de facto regime), “uluslararası rejim”, “hukuksal rejim”, “siyasal rejim” vb. kavramlar sıklıkla birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Bu farklı terimlerin birbirlerinin yerine değişimli olarak kullanılması araştırma alanını engellemekte ve bu alanda terminolojik bir uzlaşmanın olmaması standartlaşmayı önlemektedir. Bu terimlerin her birisi aslında farklı özelliklere sahiptir. Bu nedenle öncelikle bu kavram karmaşasını gidermeye çalışmak gereklidir.

Uluslararası toplum tarafından devlet olarak tanınmış fakat işlevsel olmayan devletler “başarısız” devlet (failed state) olarak isimlendirilmektedir. Bunlar merkezi hükümetin etkin kontrol sağlayamaması ve iç savaş sonucu devlet organlarının kurumsal ve işlevsel açıdan otorite kaybına uğradığı ve bu nedenle ülkenin önemli bir kısmına temel kamu hizmetlerini götüremeyen devletlerdir.3 Modern devletler çifte egemenliğe yani içsel (kendi vatandaşları) ve dışsal (yabancı devletler) egemenliğe sahiptir. İçsel açıdan devlet otoritelerinin vergi toplama konusunda bir tekeli vardır; karşılığında ise halka sağlık, eğitim, ulaşım ve güvenlik gibi temel hizmetleri sunarlar. Dışsal açıdan ise uluslararası alanda ulusun tek temsilcisi olarak tanınırlar, devleti temsil ederler. Ancak günümüz dünyasında bazı devlet türleri modern devletin bu özellik ve fonksiyonlarını yerine getirememektedirler. Bazıları içsel egemenlikten yoksunken, bazıları ise dışsal egemenlikten yoksundurlar.4 İşte başarısız devletler içsel egemenlikten yoksun fakat uluslararası toplum nezdinde meşru bir devlet olarak varlıklarını sürdüren devletlerdir.5

1960’lardan sonra yaşanan de-kolonizasyon sürecinin bir sonucu olarak özellikle Afrika’da hızla pek çok yeni devlet doğmuştur. Güvenliklerini sağlama kapasitesine sahip olmamalarına rağmen uluslararası tanınma elde ederek resmi olarak bağımsız devlet özelliklerine sahip olan bu devletler 1990’larda Robert Jackson tarafından yarı-devlet (quasi-state) olarak isimlendirilmiştir.6 Tipik olarak Afrika kıtasında bulunan ve de-kolonizasyon sürecinin bir ürünü olan bu devletler “doğallıktan” ve “devam eden devlet inşasının gelişim sürecinden” yoksundular.7 Jackson’a göre yarı-devletler ampirik birimlerden ziyade hukuki egemenliğe sahip olarak doğan varlıklardı. Jackson’a göre yarı-devletler özgür olmadan bağımsızlık verilen ülkelerdi. Bunların özgür olmaması bağımsız olmalarına engel olmamıştı.8 Bu rejimlerin kurulmasının nedeni çok sayıdaki az gelişmiş sömürge ülkelerini çabucak bağımsız yapmanın tek yolu olmasıydı. Yeni devlet olmada pozitif uluslararası hukukun geleneksel güç dengesi ve self-help kriterleri uygulansaydı bunların pek azı bağımsız olacaktı ve pek çoğu ise hala sömürge olarak kalacaktı.9

Yarı-devletlerin ana özelliklerine baktığımızda Jackson’a göre yarı-devletler yalnızca dışsal ya da “negatif özgürlüğe” sahip olan birimlerdi. Negatif özgürlük doktrini dış müdahaleden bağımsız olmak demekti. Bu birimler gelişmiş ülkelerin özelliği olan pozitif özgürlüğe sahip değildi.10 Yarı-devletlerin liderleri gelirlerini kendi halkının vergilerinden değil uluslararası bağışçılarından alırlar, gelirin çoğu gücü elinde tutanların cebine girer ve halkın durumunu düzeltmek için kullanılmaz. Yarı-devletler etkin denetim sağlayan birimlerdir. Yarı-devletler zayıf ekonomiye ve zayıf devlet yapısına sahip birimlerdir. Bu devletlerin çökmeme nedeni, bunların propaganda ve kimlik inşası süreciyle yerel halktan destek almaları, kıt kaynaklarının büyük kısmını orantısız bir biçimde askeri harcamalara ayırmaları ve güçlü bir patron desteği almalarıdır. Ancak bu koşulların hiçbirisi tanınmayan yarı-devletleri sonsuza kadar güvenceye alamaz. Uluslararası tanıma elde edemezlerse veya eninde sonunda patron devlet ile birleşmezlerse ya bunları ana devlet yeniden yutacaktır ya da ana devlet içinde federal bir düzenlemeyle otonom bir statüyü kabul edeceklerdir.11 Sonuç olarak Jackson’ın kullandığı yarı-devlet terminolojisi eleştirileri de beraberinde getirmiştir. Jackson özellikle üçüncü dünya ülkelerinin hepsini aynı potaya koymakla eleştirilmiştir. Eleştirmenlere göre bunların her birisinin devlet kapasitesinde ve yapısında büyük farklılıklar vardı.12 Örneğin Kolsto, Jackson modeli yarı-devletleri “başarısız devlet olarak” nitelendirirken, yarı-devletleri ise sadece tanınmamış olan devletler için kullanmayı tercih etmiştir.13

Sahte-devlet (pseudo-state), devlet olmayı tamamlayamamış birimlerdir. Sahte-devlet, yarı-devletlerin tersine resmi tanınma elde edemeyen, devlet olma özelliklerini gösteren, toprak üzerinde önemli kontrol sağlayan, kurulu hükümete sahip olan kuramsallaşmış birimlerdir.14

Sovyetler Birliği’nin 1990 yılında dağılmasının ardından “haydut devlet”, “kanunsuz devlet” (outlaw state) kavramı ortaya atılmıştır. Bu dönemde dünyanın birçok yerinde demokratik rejimlere doğru dönüşümler başlamış, dönüşümü kabul etmeyen devletler ise haydut veya kanunsuz devlet gibi kavramlar kullanılarak betimlenmiştir. ABD’nin 2002 tarihli “Ulusal Güvenlik Strateji Belgesinde” yer alan haydut devletler kendi halklarına merhametsizce davranan, uluslararası hukuka saygısı olmayan, komşularını tehdit eden ve tarafı oldukları uluslararası antlaşmaları ihlal eden, kitle imha silahlarını elde etme peşinde olan, dünyada terörizmi destekleyen ve temel insani değerleri reddeden ve ABD’den nefret eden devletler olarak isimlendirilmiştir. Söz konusu Strateji Belgesinde haydut devletler olarak Kuzey Kore (1988), İran (1984), Irak (1989), Suriye (1988), Libya (1982), Sudan (1993) ve Küba (1982) sayılmıştır.15 Irak’ın işgali ve Libya’nın kitle imha silahlarını yok etmeye karar vermesinin ardından listedeki haydut devlet sayısı 5’e inmiştir. 2018’de yayınlanan “Patterns of Global Terrorism 2017” Raporunda ise ABD Dışişleri Bakanlığı, terörizme hamilik yapan devlet olarak Demokratik Kore Halk Cumhuriyeti’ni, İran’ı, Sudan’ı ve Suriye’yi saymıştır.16 Haydut devlet kavramının günümüzde, kitle imha silahları üreten, uluslararası terörizme destek veren, bölgesel veya küresel boyutta askeri tehdit teşkil eden ve uluslararası normları ihlal eden devletler için kullanıldığı görülmektedir. Devletleri başarısız yapan unsurlar daha çok ekonomik temelli iken, haydut devletler bakımından güvenlik konusu önem taşımaktadır. Devlet dönüşümünü sağlayacak yapıların eksikliği her iki kavram için de önemli bir unsurdur. Terörist oluşumlara haydut devletler tarafından doğrudan bir destek varken, başarısız devletlerde bu destek her zaman doğrudan değildir.