Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Alternatif Bir Kalkınma Ekonomisi Ölçütü, Martha Nussbaum’un Yapabilirlikler Yaklaşımı

Alternative Criteria for Development Economics; Martha Nussbaum’s Capabilities Approach

Süheyla Nur ERÇİN

Yapabilirlik yaklaşımı Martha Nussbaum, Ingrid Robeyns gibi düşünürlerin katkılarıyla gelişmeye devam etmektedir. Bu çalışmada Amartya Sen tarafından temelleri atılan yapabilirlik yaklaşımına Nussbaum’un katkıları açıklanmaya çalışılacaktır. İlk olarak yapabilirlik yaklaşımının diğer kalkınma ekonomisi ölçütlerinden farkı ve neden böyle bir yaklaşıma ihtiyaç duyulduğu soruları yanıtlanacak; yaklaşım geliştirilirken Sen’in kuramsal açıdan hangi düşünürlerden etkilendiği belirtilecektir. Yapabilirlik/kapasite yaklaşımına ilişkin genel bir girişin ardından Nussbaum’un yaklaşıma katkıları, Sen’den farklılaştığı noktalar ve yapabilirlik/kapasite ifadesi yerine neden yapabilirlikleri tercih ettiği açıklanacaktır. Son olarak merkezî yapabilirliklerin ne olduğu gösterilecek ve örnek bir durum üzerinden merkezî yapabilirlikler somutlaştırılmaya çalışılacaktır.

Yapabilirlikler Yaklaşımı, Martha Nussbaum, Merkezî Yapabilirlikler, Yapabilirlik/Kapasite Yaklaşımı, Amartya Sen.

Capability approach continues to develop with the contribution of theorists such as Martha Nussbaum, Ingrid Robeyns. This study aims to demonstrate in particular, contribution of Nussbaum to capability approach first developed by Amartya Sen. Initially, this study indicates as to how capability approach differs from the other criteria for development economics and, why this approach was necessitated and, theorists influencing Sen. After a brief introduction to capability approach, the study concentrates on contributions of Nussbaum to capability approach, differences between that of Sen and Nussbaum and why Nussbaum prefers to use the term of the capabilities approach instead. Finally, the study will explain central capabilities with a real-life example.

The Capabilities Approach, Martha Nussbaum, Central Human Capabilities, Capability Approach, Amartya Sen.

Giriş

Araştırmacılar, uzun yıllar boyunca bir ülkenin ekonomik gelişmişliği ile o ülkede yaşayan insanların sahip oldukları hayat standartları arasında doğru orantı olduğunu düşündüler.1 Bu dönemde, ülkede yaşayan insanların hayat kalitesini tespit edebilmek için kişi başına düşen gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) ölçülmesinin yeterli olduğu kabul edildi. GSYİH yönteminin yaygınlaşmasının arkasında; karşılaştırılabilir, ölçülebilir ve şeffaf olması gibi etkenlerin ve o dönem popüler olan damlama kuramının etkisi vardı.2 İlerleyen süreçte, ekonomik büyümenin doğrudan yaşam kalitesini artıracağı konusu eleştirilmeye başlandı. Nobel ödüllü ekonomist Amartya Sen yoksulluk, eşitsizlik ve insani gelişmişlik konularını temel alarak geliştirdiği Kapasite3/Yapabilirlik Yaklaşımı ile kalkınma ekonomisi konusunda yeni bir kuramsal paradigma ortaya koydu.

Yapabilirlikler yaklaşımının interdisipliner doğası4 ; sosyal hizmetten, etiğe birçok farklı alanda konuyla ilgili ampirik ve teorik çalışmaların yapılmasına olanak sağlamaktadır. Türkçe literatürde özellikle yoksulluk ve cinsiyet eşitsizliği5 üzerine birçok çalışma karşımıza çıkmaktadır. Yapabilirlikler yaklaşımıyla ilgili çalışmalarda Sen ve Nussbaum’dan bahsedilmekle beraber6 ikisinin farklılaştıkları noktaları gösteren7 , başka bir deyişle Nussbaum’un Yapabilirlikler Yaklaşımına katkılarını özel olarak vurgulayan çalışmalar Türkçe literatürde az sayıdadır. Bu çalışma literatürdeki açığı kapatmaya, Nussbaum’un yaklaşıma katkılarını, merkezî yapabilirliklerden ne anladığını, cinsiyet eşitsizliği ve yoksulluk temelinde yaklaşımı nasıl geliştirdiğini açıklamaya çalışacaktır.

Bu çalışmada ilk olarak Yapabilirlikler Yaklaşımı’nın diğer kalkınma ekonomisi değerlendirme ölçütlerinden farkı ve neden böyle bir yaklaşımın geliştirilmesine ihtiyaç duyulduğu konusu belirtilmiştir. Yapabilirlikler Yaklaşımı’nın kuramsal açıdan hangi düşünürlerden etkilendiği ifade edilmiştir. Sen tarafından temelleri atılan bu yaklaşıma Martha Nussbaum’un katkıları gösterilmeye çalışılmıştır. Nussbaum’un merkezî yapabilirlikler listesi açıklanmış ve bu listede sıralanan yapabilirliklerin insan hayatına olan etkisi, örnek bir durum üzerinden somutlaştırılmaya çalışılmıştır.

İnsani Gelişmişliği Ölçebilmek

Sınavların ve sıralamaların sadece insana dayatıldığını düşünmek günümüz dünyasında pek de kabul edilebilir bir görüş değildir. Devletler, şirketler, kurumlar, okullar aklımıza gelebilecek birçok farklı kurumsal yapı da kendi standartları doğrultusunda sıralanmakta ve birbirleriyle kıyaslanmaktadır. Ülkelerdeki yaşam kalitesinin tespit edilmeye çalışılması da benzer bir karşılaştırma ve sıralama durumunun sonucudur.

Uzmanlar bir ülkedeki yaşam standardını belirlemek için genellikle Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) ölçütüne başvurmayı tercih ediyorlardı.8 Bir dönem hakim olan bu kalkınma ekonomisi modelinde, bir ülkenin gelişmişliği kişi başına düşen GSYİH’nin ölçülmesi sonucunda bulunan ekonomik büyüme rakamıyla ilişkilendirilir. Bu modelin iyi yanları, parasal açıdan bir değerlendirme yaptığı için farklı mal ve hizmet miktarlarının karşılaştırılmasını mümkün kılması, ölçülebilir ve şeffaf olmasıdır. Modelin yaygınlaşmasının nedenlerinden biri de uzmanların 1980 ve 1990’larda yaygınlaşan damlama kuramından etkilenmeleridir.9 Damlama kuramı, servet birikimin yaratacağı ekonomik genişleme sürecinin zenginlerden yoksullara doğru bir damlama (trickle down) etkisi yaratacağı düşüncesiyle şekillenmiştir.10 Damlama kuramına göre ekonomik büyüme doğrudan yoksullara yönelik olmasa da onların durumlarının iyileşmesi sonucunu ortaya çıkaracaktır.11

Ekonomik büyümenin kendiliğinden yaşam kalitesini artıracağı düşüncesi, yapılan karşılaştırmalı çalışmalarla sorgulanmaya başlamıştır. Örneğin, Jean Dreze12 ve Amartya Sen, Hindistan’ın bazı eyaletlerinde yaptıkları çalışmalarla sağlık ve eğitim gibi alanlarda yaşam kalitesinin ekonomik büyümeyle kendiliğinden iyileşmediğini ortaya koymuştur. GSYİH’de artış yaşanmasına rağmen kazanılan paranın ülkedeki nüfusun harcama gücüne hiçbir katkı sağlamadan yabancı yatırımcılara gidebilmesi; yaklaşımın gelir dağılımı, ırksal, dinsel, etnik ve toplumsal cinsiyet gibi konularda belli grupların mahrumiyetlerini dikkate almaması ve tek bir rakamla yaşamın bütün bileşenlerini verememesi şeklinde özetlenebilecek hususlar yaklaşımın eleştirilmesine sebep olmuştur. Özetlemek gerekirse; bu yaklaşım yaşam kalitesini sadece GSYİH artışıyla ilişkilendirmekte, gelir dağılımı, siyasi özgürlükler, azınlıkların mağduriyetleri ve hayatın diğer alanlarına ilişkin bir sürü soruyu sormadan işin içinden sıyrılmaktadır.13

GSYİH yaklaşımına göre halkın büyük çoğunluğu genel ekonomik gelişimden pay alamasa, eşitsizlikler ürkütücü boyutta olsa da ülkeler yaşam kalitesi sıralamalarında üst sıralarda yer alabilmektedir.14 Gerçekte yaşananları yansıtmayan bu sıralama sonuçları, yaşam kalitesinin tespit edilmesi için farklı bir yaklaşım kullanılması zorunluluğunu açıkça ortaya koymuştur. Bu zorunluluğun sonucu olarak kalkınma ve politika dünyasında “İnsani Gelişmişlik” ya da “Yapabilirlikler Yaklaşımı” olarak adlandırılan yeni bir kuramsal paradigma ortaya çıkmıştır.15

Bu yaklaşım kimi zaman İnsani Gelişmişlik Yaklaşımı, kimi zaman da Yapabilirlikler Yaklaşımı olarak adlandırılmaktadır. Çoğunlukla birbirleri yerine kullanılan bu iki ifadenin farkı, “İnsani Gelişmişlik Yaklaşımı”nın tarihsel olarak Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın İnsani Gelişmişlik Raporlarıyla ilişkilendiriliyor olmasıdır. Bu raporlarda yapabilirlikler kavramı karşılaştırma ölçütü olarak kullanılmaktadır.16

Amartya Sen tarafından geliştirilmiş olan yapabilirlik/ kapasite yaklaşımı, yoksulluk, eşitsizlik ve genel olarak insani gelişim konularını ele almaktadır. Yapabilirlik yaklaşımının temelleri Aristo, Adam Smith ve Karl Marx’a kadar uzanmaktadır. Amartya Sen yapabilirlik yaklaşımında, Adam Smith’in “gereksinimler” analizi17 , Karl Marx’ın “insan özgürlüğü”, Aristo’nun “politik dönüşüm” ve Rawls’un “adalet” teorisi ile Isiah Berlin’in “iki özgürlük kavramı” çalışmalarından etkilenmiştir.18

Amartya Sen, Rawls’un adalet teorisi içerisinde yer alan birincil değerler yaklaşımından etkilenmiş, kendi yaklaşımını bu temeller üzerine inşa etmiştir.19Rawls, birincil değerleri üç kategoride ele alır: bunlar ‘doğal birincil değerler’, ‘toplumsal birincil değerler’ ve ‘öz saygı’dır. Doğal birincil değerler, sağlık, zeka, duyular ve uzuvlar gibi insanların doğal becerilerini oluşturan unsurları içerir. Rawls, bunları adaletin prensiplerini değerlendirebileceğimiz bir ölçütün kapsamında, yani adil dağıtımın kapsamında görmemiştir.20Rawls’un toplumsal birincil değerler olarak adlandırdığı değerler: hak ve özgürlükler, fırsatlar, gelir ve refah olarak sıralanabilir.21 Toplumsal birincil değerler ise adil dağıtımın esas unsurlarını oluştururlar. Rawls öz saygıyı en önemli toplumsal birincil değer diye niteler. Zira öz saygı olmaksızın hiçbir şey yapmaya değer değildir ve hiçbir şeyin değeri yoktur.22

Temellerini Amartya Sen’den alan Nussbaum, kitabında ilk olarak yapabilirlik ve yapabilirlikler ifadeleri arasında bir fark olduğunu ortaya koyuyor. Çoğul ifadeyi tercih ettiğini, bunun sebebinin ise insanların yaşam kalitesini oluşturan önemli unsurların hem çoğul hem de nitelik bakımından birbirinden farklı olduğunu vurgulamak istemesinden kaynakladığını ifade ediyor. İkinci olarak da “Yapabilirlikler Yaklaşımı”“İnsani Gelişmişlik Yaklaşımı” terimine tercih ettiğini söylüyor.23 Bunun nedenini ise insan haricindeki hayvanların da yapabilirlikleri olduğunu düşünmesiyle açıklıyor. Sonuç olarak da yapabilirlikler yaklaşımını yaşam kalitesini karşılaştırmalı olarak değerlendirmeyi ve toplumsal adaleti sağlayacak temel konularla ilgili bir kuram oluşturmayı amaçlayan bir yaklaşım olarak tanımlıyor.24

Vasanti’nin Hikayesi

Yapabilirlikler yaklaşımı insanlar gerçekte ne yapabilirler ve ne olabilirler sorularını sorarak daha önce kullanılan modellerden25 farklı bir şekilde olaylara yaklaşmaya başlamıştır.26Nussbaum, Yapabilirlikler Yaratmak: İnsani Gelişmişlik Yaklaşımı kitabında insanın olanaklarını ortaya koyabilmek ve yaklaşımı somutlaştırabilmek için Hindistan’ın kuzeybatısındaki Güracat eyaletinin büyük kentlerinden Ahmedabat’ta yaşayan Vasanti isimli otuzlu yaşlarda bir kadının yaşam öyküsünü anlatarak açıklamalarına başlamıştır.27 Vasanti eşi tarafından şiddet gördüğü için ailesinin yanına geri dönmüş ve bir şekilde çalışarak ekonomik özgürlüğünü elde etmeye çalışan bir kadındır.

Nussbaum, Vasanti’nin hikayesini anlattıktan sonra şu soruları soruyor: “Nasıl bir kuramsal yaklaşım Vasanti’nin durumuna özgü konulara dikkat çekerek, uygun çözümlemeleri teşvik eder ve hayata geçirilebilecek önerilerde bulunur? İnsan odaklı düşünürsek Vasanti’nin hikayesinde en çok ne dikkatimizi çekiyor, neleri önemsiyoruz?”28

Nussbaum kitabında, ilk olarak Vasanti’nin ufak tefek bir kadın oluşunu fark edebileceğimizi söylüyor ve bunun nedenlerinin ne olabileceğine dair bir beyin fırtınasının içine çekiyor okuyucuyu. Aklımıza gelen muhtemel cevaplardan biri çocukken yetersiz beslenmiş olması. Peki neden erkek kardeşleri ondan daha iyi görünüyor? Hindistan’da kız çocuklarının erkek çocuklarından daha kötü beslendiği ve nadiren doktora götürüldüğü biliniyor.29 Bu durum ekonomik temelli birçok nedenden kaynaklanıyor. Kadınların iş bulma şansı çok daha düşük, ev içi çalışmalarının da ekonomik bir karşılığı olmadığı için kız çocukları ailelerin refahı için daha az öneme sahip olarak görülüyor. Hindistan’ın Kuzey ve Batı bölgelerinde kadınların evlenmeleri için ailelerin başlık parası ödemesi gibi bir gelenek mevcut. Bu durum kadınların ekonomik açıdan bir katkı sağlamamalarının yanında bir de ailelere külfet oldukları şeklinde bir algının oluşmasına neden oluyor. Evlenen kız çocuğunun ilerde yanlarında olmayacağı, onlara bakmayacağı gibi hususlar da göz önüne alındığında aileler kız çocukları için harcama yapmaktan kaçınıyorlar. Vasanti’nin kötü beslenmesinde yoksulluğun yanında cinsiyet ayrımcılığı da rol alıyor.30

Hindistan’da toplumsal cinsiyetle ilgili olarak çarpıcı dengesizlikler var. Dünya genelinde yapılan çalışmalarda benzer beslenme ve sağlık koşullarında kadınların erkeklerden daha uzun yaşadıkları ortaya konulmuş: 100 erkeğe karşılık 102 kadın şeklinde bir istatistik bulunuyor. Ancak Hindistan’da bu durum 100 erkeğe karşılık 92 kadın şeklinde karşımıza çıkıyor. Bu oran Hindistan’ın genelini veriyor ancak bölgesel sonuçlar birbirlerinden oldukça farklı. Örneğin mülkiyetin anneden geçtiği, kocanın kız evine taşındığı Kerala eyaletinde 100 erkeğe karşılık 102 kadın yaşıyorken, Kuzey eyaletlerinde sonuçlar ürkütücü; 100 erkeğe karşılık 75 kadın karşımıza çıkıyor.31 Bu sonuçlar fetüsün cinsiyetinin öğrenildiği yerlerde daha da orantısız bir hal alıyor.32 Hindistan’da cinsiyete göre kürtaj çok yaygın bir sorun. Hindistan hükümet yetkilileri her yıl yirmi milyondan fazla kız çocuğunun istenmediğini doğruladı. Ülkede her yıl iki milyon kız çocuğu eksiliyor.33

Vasanti’de dikkatimizi çeken diğer durum, onun okuma yazma bilmemesi ve bu nedenle karşısına çok az iş imkanı çıkması. Hindistan’da sağlık ve eğitim sistemleri eyaletlerin sorumluluğunda ve okuryazarlık oranı eyaletten eyalete değişiklik gösteriyor. Vasanti’nin eğitim almayışını Güracat’taki eğitim sisteminin başarısızlığı olarak görebiliriz çünkü Kerala’da ergen çocuklarda okuryazarlık oranı yüzde yüz. Ülke çapında kadınların %53,7’si okuryazarken, erkeklerde bu oran %75,3 olarak karşımıza çıkıyor. Bu farkı yaratan unsurlarla ortalama ömür ve sağlıktaki cinsiyet farkını yaratan unsurlar aynı, kadınların iş bulma ve yönetime katılmada daha az şansları var. Bu nedenle aile açısından erkekleri okula gönderip kızları ev içi işlerde çalıştırmak daha mantıklı olarak görülüyor.34

Hindistan Anayasası 2002 yılında ilk ve orta öğretimi zorunlu hale getirmiş ve temel bir hak olarak tanımlamıştır. Ancak kanuni düzenleme tek başına yoksul ailelerin çocuklarını okula göndermelerine yetmemiştir. Yoksul aileler çocukların işgücüne ihtiyaç duydukları için onları okula göndermek yerine çalıştırmayı tercih etmişlerdir. Bunun üzerine Hindistan Yüksek Mahkemesi, okullarda çocuklara en az 350 kalori ve 18 gram protein içeren öğle yemeği verilmesi zorunluluğunu getirmiştir. Bir çocuğun çalıştığında alabileceği besinden daha fazlasını okula gittiğinde tüketebilecek olması ailelerin çocukları okula göndermelerini sağlamıştır.35

Hindistan Anayasasında gerçekleştirilen bir başka düzenleme de kadınlara ilişkindir. 1992’de köy meclislerinde (pançayat) kadınlara üçte bir oranında yer verilmesi kabul edilmiştir. Bu uygulama da okullarda yemek verilmesinin sağladığı teşvikle benzer bir etki yaratmış ve kadınların politikaya katılma ihtimallerini artırmıştır.36 Çocuklarının politikaya katılabileceğini, çalışabileceğini, ekonomik olarak gelir elde edebileceğini ve bunun ötesinde siyasi bir güç elde etme ihtimalini gören aileler kız çocuklarının eğitimine ve beslenmesine dikkat etmeye başlamışlardır. Vasanti, yaşı dolayısıyla bu iki gelişmeden de yararlanamamıştır.

Vasanti’nin hikayesinde ev içi şiddetten çıkış yolları ve eşiyle ilişkisindeki pazarlık gücü üzerinde de durulması gerekiyor. Bina Agarwal’ın yaptığı bir araştırma, bölgeden yaşayan bazı kadınların ev şiddete maruz kalırken diğerlerinin kalmadığını ve bu durumun kadının toprak sahibi olmasıyla ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Toprak sahibi bir kadın evi terk ettiğinde değerli bir şeyi, sahip olduğu toprağı götürebilme gücüne sahip, bu durum kadının ev içindeki gücünü artırıyor.37 Kadınların ev içi şiddetten kurtulma yollarından biri evi terk etmek, eğer kadın evden ayrılabilirse kendisini şiddetten koruyabiliyor. Evden ayrılabilecek pozisyonda olması önem kazanıyor bu durumda, eğer ekonomik bir gücü, toprağı, işi ya da ona destek olabilecek bir ailesi varsa bu güvencelerle evden ayrılabiliyor. Ancak bunlar yoksa gidebilme ihtimali azalıyor ve şiddetin dozu artabiliyor. Ailesinin Vasanti’ye destek olması, bu süreçte yanında durmaları Vasanti’nin evi terk edebilme iradesini ortaya koymasına olanak sağlıyor.

Vasanti’nin sosyal hayatı üzerine de eğilmek gerekiyor. Hindistan’da kast sistemi mevcut ve bu durum sosyal hayatın her alanına yansıyor. Yüksek kasta mensup kadınların ev dışında çalışması utanılacak bir şeymiş gibi değerlendiriliyor.38 Vasanti’nin çalışma imkanı mensup olduğu kast yüzünden oldukça sınırlı, bir de buna evliliği boyunca kimseyle ilişki kurmaması eklenmiş.

Nussbaum’un yaklaşımı için önemli bir diğer husus da Vasanti’nin boş vakitlerini nasıl değerlendirdiği. Boş vakitleri var mı, bunları istediği gibi değerlendirebiliyor mu, ruhuna iyi gelen aktiviteleri yapabiliyor mu? İnsanların özellikle kadınların evde yemek yapmak, çocukların veya yaşlıların bakımıyla ilgilenmek gibi görevleri olabiliyor, çalışma saatlerinin mesai saatleriyle kolaylıkla özdeşleştirilebildiği bir yerde, evde yapılan çalışma kolayca görmezden gelinebiliyor. Çifte mesai dediğimiz bu durum kadınların kendileriyle ilgilenecek bir vakit bulamamalarına neden oluyor.

Vasanti’nin hayatına dair ayrıntılar karmaşık ve iç içe geçmiş bir halde ancak bütün bu iç içe geçmişliğe rağmen ayrı ayrı ele alınması gereken konular. Doğru bir kamu politikası onun hayatının bütün yönlerini etkileyebilir. Ancak dünyanın hiçbir yerinde halihazırda kullanılan kalkınma ekonomisi yaklaşımları Vasanti’nin mücadelesinin yanında yer almıyor. Bir devlet, GSYİH yaklaşımını benimsiyorsa kişi başına düşen gelir artışını yeterli görür ve detaylara, hikayelere bakma ihtiyacı hissetmez. Onlara göre bölge ekonomisinin büyümesi doğru politikaların izlendiği anlamına gelmektedir. GSYİH’nın Vasanti için anlamı nedir? Lezzetli yemeklerle donatılmış bir masanın olduğu yerde bu yemekleri yiyemeyecek olmasıyla aynıdır. Zenginliğin artması devletin Vasanti’nin hayatını değiştirecek politikalar izlemesine yol açıyorsa iyidir, ancak işler her zaman bu şekilde ilerlemez. Ekonomik büyüme kendiliğinden sağlık ve eğitimde iyileşme sağlamaz. Vasanti’nin hayatını değiştirecek şeyler standart yaklaşımlarla elde edilemez.39

Standart yaklaşımlar, gelişen ekonomiye rağmen, Vasanti’nin içinde bulunduğu kötü koşullarla ilgilenmez; bunun yerine yaşam kalitesini artırmanın yegane yolunun ekonomik büyümeyi sağlamak olduğunu söyleyerek bakışların farklı yöne çekilmesine sebep olur.40

Vasanti’nin hikayesinin detaylı bir şekilde kullanılmasının nedeni, Nussbaum’un merkezî yapabilirlik listesiyle oldukça ilişkili olmasından kaynaklanmaktadır. Vasanti’nin hikayesindeki yoksunluklar Nussbaum’u bir insanın yaşamında sahip olması gereken temel olanakların neler olduğunu41 düşünmeye itmiştir. Bunun sonucunda standart yaklaşımlara bir alternatif olarak yapabilirlikler yaklaşımı geliştirilmiştir.