Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu Kapsamında İfade Alma ve Sorgu

Deposition and Interrogation within the Scope of Criminal Procedure Code

Aysun ALTUNKAŞ

Şüpheli veya sanık, çoğu zaman olay hakkında bilgi sahibi olan tek kişi olduğundan, onun olaya ilişkin açıklamaları ceza yargılamasında maddi gerçeğin ortaya çıkartılması bakımından çok önemli bir role sahiptir. Ceza yargılamasında şüpheli veya sanığın beyanının elde edildiği işlemler olan ifade alma ve sorgu sırasında, bu işlemleri gerçekleştiren yetkililer olay hakkında bilgi sahibi olurlarken, şüpheli veya sanık da susma, lehine olan delilleri ileri sürme gibi haklar aracılığıyla kendisini savunma imkanına kavuşmaktadır. Bununla birlikte ceza yargılamasının bütününde olduğu gibi, ifade alma ve sorgu işlemleri sırasında da, şüpheli veya sanığın beyanının her ne pahasına olursa olsun elde edilmesi kabul edilmemekte; bu beyanın serbest iradenin ürünü olması aranmaktadır. Bu doğrultuda, ifade ve sorgunun tarzı, CMK’nın 147. maddesinde sıkı şekil şartlarına bağlanırken; CMK’nın 148. maddesinde getirilen düzenleme ile de şüpheli veya sanığın irade özgürlüğünü engelleyici yöntemlerin ifade ve sorgu sırasında kullanılması yasaklanarak, bu usullerle elde edilen ifadelerin rıza ile olsa da delil olarak değerlendirilmesi yasaklanmaktadır. Dolayısıyla bu çalışma kapsamında öncelikle konuyla bağlantılı kavramlar hakkında açıklamada bulunulacak, ardından ifade ve sorgunun tarzı, ifade ve sorgu sırasında tutulan tutanakların ceza yargılamasındaki delil değeri, ifade alma ve sorguda yasak usuller ve bu usullere başvurulmasının sonuçları hakkında bilgi verilecektir.

İfade Alma, Sorgu, İfade ve Sorgunun Tarzı, Yasak Usuller, Değerlendirme Yasağı.

The suspect or defendant is often the only person who has information about the incident. Because of this, explanations of the suspect or defendant plays a very important role to reveal the material truth in criminal proceedings. In the criminal proceedings, the procedures which involve the statements of the suspect or defendant, are called deposition and interrogation. During the deposition and interrogation, the authorities who carry out these procedures find an opportunity to be informed about the incident, while the suspect or defendant has the opportunity to defend himself/herself through the rights such as right to remain silent and putting forward the evidence in his/her favor. In criminal proceedings, the statement of the suspect or defendant is sought to be the product of his/her free will. In this direction, the conduct of deposition and interrogation is bound by the strict conditions in the article 147 of CMK. In addition to this, using methods that obstructing the free will of the suspect or defendant is prohibited by the article 148 of CMK. Therefore within the scope of this study, first of all the concepts related to the subject will be explained and then the regulations of the article 147 and 148 of CMK will be analysed.

Deposition, Interrogation, Conduct of Deposition and Interrogation, Prohibited Methods, Evaluation Ban.

I. Giriş

Hukuk devleti, insan haklarını korumanın yanı sıra adaleti ve güvenliği sağlamak, dolayısıyla vatandaşların haklarını ihlal eden suçlarla mücadele etmek, onları önlemek mecburiyetinde olan devlettir.1 Suçlulukla mücadele devletin temel görevlerinden olduğundan, bu görevin gereği gibi yerine getirilmemesi devletin itibarını zedeler. Ancak suçun failinin kim olduğunun bilinebilmesi her zaman imkan dahilinde değildir. Bu nedenle ceza yargılaması kapsamında alınan tedbirlerin bu suçla bağlantısı olmayan kişilere uygulanması, dolayısıyla devletin suçu aydınlatma faaliyeti sırasında almış olduğu tedbirler aracılığıyla kişilerin hak ve özgürlüklerinin ihlal edilme riski de bulunmaktadır. Bu tip risklerin varlığı, devletin suç ve suçlulukla olan mücadelesinde daha temkinli bir şekilde hareket etmesini, bu mücadele sırasında kullanacağı gücün oranını daha iyi ayarlamasını gerektirmektedir.2

Hukuk devleti ilkesinin sonucu olarak bugün ceza yargılamasında, maddi gerçeğin araştırılmasına yönelik birçok sınırlama kabul edilmiştir. Bunların başında da, maddi gerçeğin ne pahasına olursa olsun araştırılmasının kabul edilmemesi gelmektedir. Çağdaş ceza yargılamasının amacı, suçlunun tespit edilerek cezalandırılmasının yanında, suçsuzların korunması ve yargılamanın yasalara ve hukuka uygun bir şekilde yürütülmesini sağlamak olduğundan, bir hukuk devletinde maddi gerçeğin, ancak insan haklarına saygılı ve hukuka uygun bir şekilde hareket edilerek ortaya çıkartılabileceği kabul edilmektedir.3

Şüpheli veya sanık, çoğu zaman olay hakkında doğrudan doğruya bilgi sahibi olan tek kişi olduğundan, ceza yargılamasında maddi gerçeğin ortaya çıkartılması noktasında en önemli delillerden birini şüpheli veya sanığın beyanı teşkil etmektedir. Şüpheli veya sanığın beyanının devleti temsile yetkili organlar tarafından alındığı işlemler ise ifade alma ve sorgudur.4 Ancak yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda, çağdaş ceza yargılamasında, bütün delillerde olduğu gibi, şüpheli veya sanığın beyanının da ne pahasına olursa olsun alınması kabul edilmemekte; bu beyanın sanığın özgür iradesinin ürünü olması aranmaktadır. Bu doğrultuda şüpheli veya sanığının beyanının elde edilmesi noktasında takip edilmesi gereken usul, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun5 147. maddesinde hüküm altına alınmaktadır. İfade ve sorgu sırasında kullanılması yasak olan usullerin düzenlendiği 148. madde uyarınca da şüpheli veya sanığın6 beyanının özgür iradesinin ürünü olması aranmakta; bu iradenin engellenmesi sonucunu doğuracak yöntemlerin kullanılması ise söz konusu hüküm ile yasaklanmaktadır. Bununla birlikte ifade alma ve sorgu sırasında kullanılması yasak olan usuller 148. maddede sayılanlardan ibaret değildir. Anılan maddenin gerekçesinde ifade edildiği üzere, madde metninde sayılan usuller örnek niteliğinde olduğundan, maddede sayılmamakla birlikte şüpheli veya sanığın özgür iradesinin engellenmesi sonucunu doğuran yöntemlerin ifade alma veya sorgu sırasında kullanılmaması gerekmektedir.

Bu çalışmanın konusu, 2006 yılında da “Hukuka Aykırı Delil Teorisi Işığında İfade Alma ve Sorgu” başlıklı yüksek lisans tezi kapsamında incelenmişti.7 Ancak yüksek lisans tezi kapsamında ifade alma ve sorgu konusu incelenirken 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu 2005 yılının Haziran ayında yürürlüğe girmiş çok yeni bir kanun olduğundan, bu Kanun kapsamında getirilen düzenlemelere ilişkin literatür çok sınırlı olduğu gibi, bu konuda verilmiş yargı kararı örneği de hemen hemen bulunmamaktaydı. Bu nedenle söz konusu yüksek lisans tezi kapsamında konu, ağırlıklı olarak 5271 sayılı CMK’nın konuya ilişkin düzenlemelerinin, mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu düzenlemeleri ile karşılaştırılması ve yine 1412 sayılı CMUK döneminde verilen yargı kararlarından hareketle değerlendirilmişti. Bu doğrultuda bu çalışma ile 5271 sayılı CMK’nın yürürlüğe girmesinin üzerinden geçen yaklaşık on altı yıl içerisinde bu işlemler konusunda ne gibi gelişmelerin yaşandığı, yargı kararlarının hangi yönde şekillendiği, yine 2010 yılında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun açılmasıyla birlikte Anayasa Mahkemesi tarafından konunun nasıl ele alındığı hususlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Buna göre çalışma kapsamında öncelikle şüpheli, sanık, ifade alma ve sorgu işlemlerine yönelik genel bilgiler verilecek, bu kapsamda ifade ve sorguda takip edilmesi gereken usul ve ifade ve sorgu sırasında tutulan tutanakların delil değeri hakkında açıklamada bulunulacak, ardından ifade alma ve sorgu sırasında uygulanması yasak olan usuller ve bu yasak usullere başvurulmasının sonucu hakkında bilgi verilecektir. Bu değerlendirmeler yapılırken de, uygulamanın konuya yaklaşımı, yargı kararlarına olabildiğince geniş bir çerçevede yer verilerek aktarılmaya çalışılacaktır.

II. İfade ve Sorgunun Tarzı ve İfade ve Sorgu Tutanaklarının Delil Değeri

Çalışma kapsamında bu başlık altında öncelikle konuyla bağlantılı kavramlar açıklanacak, ardından ifade ve sorgunun tarzı ve ifade ve sorgu tutanaklarının ceza yargılamasındaki delil değeri hakkında bilgi verilecektir.

Türk hukukunda şüpheli, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun tanımlar başlıklı 2/1-a maddesinde, soruşturma evresinde suç şüphesi altında bulunan kişi olarak tanımlanmaktadır.8 Bu tanım uyarınca, ceza yargılamasında bir kişinin şüpheli olarak kabul edilebilmesi için, soruşturma evresinin başlamış olması ve o kişinin de suç faili olarak, şüphe altında olması gerekmektedir. Dolayısıyla öncelikle şu husus ifade edilmelidir ki, Türk hukukunda, soruşturma evresi başlamadığı sürece kişinin şüpheli olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Bu da soruşturma evresinin ne zaman başlamış sayılacağı ve kişilerin hangi andan itibaren şüpheli sıfatını kazanacağı sorusunu gündeme getirmektedir.

Soruşturma, kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi ifade etmektedir (CMK m. 2/1-e). Bu tanım uyarınca soruşturma evresinin ve dolayısıyla kişinin şüpheli sıfatının başlangıç anı, kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesi anıdır.9 Yine CMK m. 160 uyarınca da, Cumhuriyet savcısının, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlaması öngörülmektedir. Dolayısıyla bu iki düzenleme birlikte değerlendirildiğinde, kişinin şüpheli olduğunun kabul edilebilmesi için hakkındaki suç şüphesinin öğrenilmesi yetmemekte, aynı zamanda o kişi hakkında kamu davası açılmasına yer olup olmadığını öğrenmek üzere araştırma işlemlerinin de başlamış olması gerekmektedir.10

Öte yandan her iki düzenlemede de yasa koyucunun şüphenin derecesini belirlemek bakımından bir niteleme yapmadığı görülmektedir. Bu doğrultuda öğretide, soruşturma evresini başlatan şüphenin somut olguya dayanan basit şüphe olarak anlaşılması gerektiği ifade edilmektedir.11 Ancak soruşturma evresinin başlamış olması, her zaman bir şüphelinin bulunduğu anlamına gelmez; soruşturmayı başlatan somut olguya dayanan basit şüphe, suçun faili olarak belli bir kişiyi ya da kişileri işaret ettiğinde, şüpheliden söz edilebilecektir.12 Belli kişi veya kişileri işaret eden bu şüphenin, somut olgulara dayanmaması yani basit soyut şüphe derecesinde olması halinde ise ortada bir şüphelinin bulunduğunun kabul edilebilmesi mümkün değildir.13 Bu durumda bu kişilerin hedef kişi olarak kabul edilerek, haklarında bilgi toplama amacıyla istihbarat faaliyetleri yürütülmesi mümkün olduğu gibi,14 bu aşamada ancak tanık sıfatıyla bilgilerine başvurulabileceği kabul edilmelidir.15

Öte yandan 15.08.2017 tarih ve 694 sayılı KHK’nın16 145. maddesi ile CMK’nın 158. maddesine eklenen ve 01.02.2018 tarih ve 7078 sayılı Kanun’un17 140. maddesi ile aynen kabul edilen 6. fıkra uyarınca, Cumhuriyet savcısına soruşturmaya yer olmadığı kararı verme yetkisi tanınmıştır. Buna göre; ihbar ve şikayet konusu fiilin suç oluşturmadığının herhangi bir araştırma yapılmasını gerektirmeksizin açıkça anlaşılması veya ihbar ve şikayetin soyut ve genel nitelikte olması durumunda soruşturma yapılmasına yer olmadığı kararı verilecek ve bu durumda şikayet edilene, şüpheli sıfatı verilmeyecektir. Dolayısıyla ihbar ve şikayetin, soruşturma evresinin başlatılmasını gerektirecek somut olguya dayanan basit şüpheyi içermemesi ya da fiilin suç oluşturmadığının herhangi bir araştırma yapılmasına gerek olmaksızın açıkça anlaşılması halinde, soruşturmaya yer olmadığı kararı verilecektir. Bu doğrultuda bu hallerde, her ne kadar madde metninde sadece şikayet edilenden söz edilse de, hem şikayet edilen, hem de ihbar edilene şüpheli sıfatı verilemeyeceğinin kabul edilmesi gerekmektedir.18

Ayrıca kişinin şüpheli statüsünün başlangıcı için somut olguya dayanan basit şüphenin işaret ettiği kişinin kimlik bilgilerinin bilinmesinin gerekli olup olmadığı sorusunun da yanıtlanması gerekmektedir. Bu konuda öğretide farklı görüşler savunulmaktadır. Bu görüşlerden ilkine göre; CMK m. 170/3 uyarınca görevli ve yetkili mahkemeye hitaben düzenlenen iddianamede şüphelinin kimlik bilgilerinin yer alması gerektiğinden, iddianame düzenleninceye kadar kişinin kimlik bilgileri bilinmiyor olsa dahi, fizik kimliği biliniyorsa bu kişinin şüpheli sayılabilmesi mümkündür. Ancak bu kişiyle ilgili kimliği bilinmediği sürece iddianame düzenlenmeyecektir.19 Bununla birlikte öğretide kimlik, iddianamenin bir unsuru olmakla birlikte, fizik kimliği bilindiği sürece, kişiye geçici bir kimlik verilerek iddianame düzenlenebileceği, dolayısıyla kişinin kimliğinin bilinmemesinin şüpheli statüsünün başlangıcı üzerinde etki doğurmayacağı değerlendirmeleri de yapılmaktadır.20 Aksi görüşteki Yurtcan ise kişinin kimliği bilinmediği sürece şüpheli sayılamayacağı kanaatindedir.21 Gerçekten de ceza yargılamasında bazı işlemler kişilerin kimliği esas alınarak düzenlenmiş, bazılarında ise kimliğe esaslı bir unsur olarak yer verilmemiştir. Kimliğin esaslı bir unsur olarak yer almadığı yakalama emri düzenlenmesi (CMK m. 98/4) gibi işlemler bakımından, eşgal yani fizik kimlik bilindiği sürece bu işlemlerin kimlik bilinmese de gerçekleştirilebilmesi mümkündür. Dolayısıyla somut olguya dayanan basit şüphenin işaret etmesi nedeniyle bu işlemlere muhatap olan kişinin, şüpheli statüsünün başladığının kabul edilmesi gerekmektedir. Kimliğin esas alındığı ifade alma ve iddianame düzenlenmesi gibi işlemler bakımından ise, suçun aydınlatılmasında toplumsal yarar olduğundan, kişinin fizik kimliğinin bilinmesi kaydıyla, salt kimliğin bilinmemesinin bu işlemlerin yapılmasına engel olmaması gerektiği düşünülmektedir. Bu halde fizik kimliği bilinen kişiye, gerçek kimliği tespit edilinceye kadar geçici bir kimlik verilerek, söz konusu işlemler gerçekleştirilmeli ve yargılama sürecinin ilerlemesi sağlanmalıdır.22

Yine bu tanım uyarınca şüpheli sıfatı, soruşturma evresi boyunca kullanılabilecek ve soruşturma evresinin bitmesiyle birlikte sona erecek bir sıfat olduğundan, soruşturma evresinin bitme anının da belirlenmesi gerekmektedir. Buna göre, CMK m. 2/1-e’de getirilen tanım uyarınca soruşturma evresi, iddianamenin kabulü kararı ile birlikte sona erdiğinden, şüpheli sıfatının da bu anda yani kamu davasının açılmasıyla birlikte sona erdiği kabul edilmelidir. Dolayısıyla iddianamenin görevli ve yetkili mahkeme tarafından değerlendirildiği ara muhakeme aşamasında da, suç şüphesi altında bulunan kişinin şüpheli statüsünde olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir.

Öte yandan, her ne kadar CMK m. 2/1-e’de soruşturma evresinin iddianamenin kabulü kararıyla birlikte sona ereceği kabul edilmiş olsa da, soruşturma evresini sona erdiren tek karar iddianamenin kabulü kararı değildir. Cumhuriyet savcısının, kamu davasının açılması için yeterli delil elde edemediği ya da kovuşturma olanağının bulunmadığı hallerde verebileceği kovuşturmaya yer olmadığı kararı da, soruşturma evresini sona erdiren bir diğer karardır (CMK m. 172). Dolayısıyla soruşturma evresinin, kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile bitirildiği hallerde de, şüpheli sıfatının sona erdiği kabul edilmelidir.

Ayrıca son olarak şu husus da ifade edilmelidir ki, Türk hukukunda şüpheli statüsü, soruşturma evresi ile başlayıp, iddianamenin kabulü ya da soruşturmaya yer olmadığı kararı ile birlikte sona eren bir statü olmakla birlikte, bu, kişinin soruşturma evresinin tamamı boyunca şüpheli statüsünün devam edeceği anlamına da gelmemektedir. İşlendiği iddia olunan suça ilişkin basit şüphe üzerine soruşturma evresi başladıktan ve bu şüphelerin işaret ettiği kişi şüpheli olarak kabul edildikten sonra, soruşturma evresi ilerledikçe o kişiye dair şüphelerin tamamen ortadan kalkması ya da başka kişi ya da kişileri işaret etmesi de mümkündür. Bu halde, soruşturma devam etmesine rağmen kişinin şüpheli statüsünün devam ettiğinden söz edilemeyecektir.23 Dolayısıyla şüpheli statüsünün, o kişinin o suçun faili olabileceğini gösteren somut olguya dayanan basit şüphenin bulunması halinde devam ettiği; bu şüphe ortadan kalktığı ya da soruşturma evresi sona erdiği anda ise bittiği kabul edilmelidir.