Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Ceza Hukukunda Objektif İsnadiyet

Objective Imputation in Criminal Law

Murat Volkan DÜLGER, Merve BAKDUR, Onur ÖZKAN

Bu çalışma ile objektif isnadiyet öğretisi açıklanmaya çalışılmıştır. Objektif isnadiyet öğretisi; neticenin failin bir eseri olarak görülüp görülemeyeceğini incelemekte, normatif bir değerlendirme ile sorumluluğu tespit etmeye çalışmaktadır. Objektif isnadiyete ilişkin bir karara varılması için öncelikle eylemin nedensel olup olmadığı araştırılır. Neticeye yol açan hareketi belirlemek yani nedenselliği ortaya koymak için şart teorisi (conditio sine qua non) seçildiğinde, neticeyi oluşturan eşdeğer nitelikte pek çok şart belirlenmektedir. Bu şartların ve ceza sorumluluğunun sınırlandırılması da objektif isnadiyet öğretisi uyarınca gerçekleştirilir. Çalışmada öncelikle objektif isnadiyetin çerçevesi çizilerek, isnadı sağlayan kriterlerin açıklaması yapılmıştır. Devamında, bu kriterlerin objektif isnadiyeti nasıl gerçekleştirdikleri ve kaldırdıkları ele alınmış; her bir kriter bazında pek çok ihtimal ve örnek değerlendirilmiştir. Son olarak, objektif isnadiyetin kaldırılmasının hukuki sonuçları konu edilmiş olup, objektif isnadiyetin bulunmamasının neden tipikliği kaldırdığı açıklanmaya çalışılmıştır.

Objektif İsnadiyet, Nedensellik Bağı, İzin Verilen Risk, Sübjektif İsnadiyet, Rücu Yasağı, Şart Teorisi, Normun Koruma Amacı, Güven İlkesi.

In this study, the theory of objective imputation was tried to be explained. Objective imputation theory examines whether the result can be seen as a work of the perpetrator and tries to determine the responsibility with a normative evaluation. In order to reach a decision on objective imputation, it is firstly investigated whether the action is causal or not. When the causality is determined in accordance with the conditional theory (conditio sine qua non formula), many equivalent conditions are determined. The limitation of these conditions and criminal liability is also carried out in accordance with the objective imputation theory. In the study, firstly, the framework of objective imputation is drawn and the criteria that provide the declaration are explained. Subsequently, how these criteria achieve and remove objective imputation is discussed; many possibilities and examples were evaluated on the basis of each criterion. Finally, the legal consequences of removing objective imputation have been discussed, and it has been tried to explain why the absence of objective imputation removes the definiton of crime (in German “Tatbestand”).

Objective Imputation, Causal Link, Permitted Risk, Subjective Imputation, Forbidden of Recourse, Condition Theory, Purpose of Protection of Norm, Trust Principle.

I. Genel Olarak İsnadiyet ve Sübjektif İsnadiyet Kavramları

Hareket ve netice arasındaki nedensellik bağı tek başına cezai sorumluluk için yeterli değildir. Bu nedenle ceza hukuku öğretisi, isnadiyet kavramını geliştirmiştir. Nedensellik, doğa bilimlerinin konusunu oluşturan ontolojik ve mantıksal bir süreçken; isnadiyet, hukuk bilimine ait bir değerlendirmedir.1 İsnat sözlükte, “Bir düşünceyi, bir konuyu bir kişi veya sebebe dayandırma, yükleme, atfetme” olarak tanımlanır.2 Ceza hukukunda ise isnadiyet, objektif ve sübjektif olmak üzere iki parçadan oluşur ve neticenin faile yüklenebilmesi ile failin manevi yönden sorumlu tutulabilmesini konu edinir.

Objektif isnadiyet, aşağıda açıklanacağı üzere, neticenin faile onun “eseri”, “ürünü” olarak yüklenip yüklenemeyeceği sorusuna yanıt arar. Eylem3 ile bu eylemin meydana getirdiği nedensel seriden dolayı gerçekleşen neticeden failin sorumluluğunun bulunup bulunmadığına ilişkin objektif ve normatif bir değerlendirme, objektif isnadiyet öğretisinin çerçevesini oluşturur. Failin eseri olmayan neticeler ve bu neticelerden doğan ceza sorumluluğu kendisine yüklenemez.

İsnadiyetin diğer parçasında, sübjektif isnadiyet yer alır. Sübjektif isnadiyet, failin eyleminden ötürü sorumluluğunun kabul edilebilmesi için kural olarak kasten, istisnai olarak taksirle hareket etmiş olması gerektiği anlamına gelir (TCK m.21, 22). Burada, fail ile eylem arasındaki manevi bağa ilişkin bir değerlendirme yapılır. Failin hareket ederken, kasten ya da taksirle davranmadığı sonucuna varılabilirse sübjektif isnadiyet gerçekleşmeyecek ve faile ceza sorumluluğu yüklenmeyecektir. Belirtmemiz gerekir ki, sübjektif isnadiyet yalnızca haksızlığın ve onun bir parçası olan tipikliğin sübjektif yanını değil; failin eylemine yönelik kınama yargısı anlamındaki kusurluluğu da içerir. Keza manevi unsur alanında incelediğimiz kast ve taksirin hem haksızlık hem de kusur alanında çifte fonksiyona sahip olduğu bugün öğretide yaygın olarak kabul edilmektedir.4

İki ayrı parçasıyla isnadiyet, bireyin davranışından sorumlu olup olmadığına ilişkin hukuki bir değerlendirmedir.5 Nitekim suç kavramı, hukuki ilişkinin hem objektif hem sübjektif olarak ihlal edilmesinden meydana gelir.6 Yapılacak bu değerlendirme sayesinde, objektif sorumluluk ceza hukukundan dışlanır.7 Ceza hukukunda, kasten ya da taksirle gerçekleştirilen bir eylem, failinin eseri olarak görülebilecek bir netice doğurmuş ise sorumluluğu kabul edilebilir. Bu anlamda ceza hukukunda sübjektif sorumluluk bulunur. Çağdaş ceza hukukunun en önemli kazanımlarından biri de budur.8

İsnadiyet değerlendirmesinin konusunun içeriği ve anlamı aktarıldıktan sonra, bu değerlendirmelerin ne zaman ve hangi sırayla yapılacağına değinilmelidir. Objektif isnadiyet değerlendirmesi, sübjektif isnadiyetten önce gelir. Bir netice faile eseri olarak yüklendikten sonra failin ne şekilde davrandığı, kastının ya da taksirinin bulunup bulunmadığı (sübjektif sorumluluk) incelenebilir. Objektif isnadiyet sağlanmadan sübjektif isnadiyetten söz edilemez.9 Objektif isnadiyet mevcut bir olayı önce cezai sorumluluk açısından değerlendirilebilir kabul etmelidir. Sübjektif isnadiyete ilişkin, kast ve taksir durumları ise tipikliğin manevi (sübjektif) unsuru başlığının konusunu oluşturur.

II. Objektif İsnadiyet Öğretisinin Çerçevesi

Nedensellikle bir neticenin bir harekete yüklenebilirliği belirlendikten sonra, hareketin kişiye yüklenebilirliği objektif isnadiyet altında açıklığa kavuşturulur.10 Çünkü objektif isnadiyet, neticenin harekete yüklenmesi demek değildir. Neticenin failin hareketi sonucu ortaya çıkıp çıkmadığı, nedensellik bağının konusudur. Ancak failin eylemiyle oluşturduğu nedensel akıştan sorumlu olup olmayacağı, objektif isnadiyet altında incelenir. Dolayısıyla objektif isnadiyet denildiğinde, bir davranışın, elbette ortaya çıkardığı neticeleriyle birlikte, bireye yüklenip yüklenemeyeceği sorunu anlaşılmalıdır.

Modern ceza hukuku öğretisinde ve dolayısıyla suç teorisinde nedensellik bağının tespiti için öğreti ve uygulama tarafından sıklıkla kabul edilen şart teorisi, nedensellik bağını sınırlamaz ve bunu geniş biçimde ele alır. Şart teorisi kapsamında ele alınan ana problem, nedenselliğe dair bulgunun ontolojik bağını kurmaktır ve bu hususun hâkim tarafından da her somut olayda ayrıca değerlendirilmesi gerekir.11 Nedensellik, isnadiyet için bir ilk adım olmakla beraber, tek ve nihai adım değildir. Önce, şart teorisi uygulanarak nedensel eylemler (şartlar) saptanır.12 Sonrasında bu şartlar, objektif isnadiyetin normatif değerlendirmesine tabi tutulur. Şayet, netice failin eyleminin bir “ürünü”, “eseri” olarak görülebiliyorsa, bu neticeler faile yüklenir. Ortaya çıkan netice, failin davranışının eseri olarak görülmüyorsa, objektif isnadiyet gerçekleşmez.13 Nedensellik bağının aksine objektif isnadiyet, ceza sorumluluğunun sınırlandırılmasına hizmet eder ve ceza sorumluluğunu tespit etmeye çalışır.

Objektif isnadiyete ilişkin değerlendirmenin, nedensellik bağı tespitinden sonra yapılacağı hatırlatılmalıdır. Bir başka dikkat edilmesi gereken husus, şart teorisi dışında başkaca teorilerin14 kabul edilmesi halinde, objektif isnadiyet öğretisinin uygulama alanı bulmasının mümkün olmamasıdır. Zira diğer teoriler isnadı ve sınırlandırmayı nedensellik bağı içerisinde gerçekleştirirler.

Objektif isnadiyet teorisinin (objektive Zurechnung) temellerini, Aristoteles, Hegel ve Pufendorf’un görüşlerinde bulunduğu ifade edilmektedir.15,16Aristoteles, yalnızca iradi hareketlerin, normun anlamının bilindiği hallerde övgüye ya da kınama ve cezaya layık olacağını;17Hegel, hareket nedeniyle gerçekleşen neticelerin her zaman faile yüklenemeyebileceğini belirtmiştir. Zira kimi durumlarda, harekete izin verilmiş olabilir iken, kimi zaman da netice harekete ait olmayabilir. Hegel’e göre, sırf tesadüfe dayalı, şanssızlık ya da alın yazısı olarak değerlendirilebilecek neticeler faile yüklenmemelidir.18 “Şanssızlık” ile “haksızlık” birbirinden ayrılmalıdır.19Hegel’in bu görüşleri, objektif isnadiyetin ilkel bir versiyonu olarak addedilebilir.

Öğretinin gelişimi ise Alman ceza hukukçusu Richard Hönig ile mümkün olmuştur.20 Şart teorisi izlendiğinde neticeyi oluşturan eş değer pek çok şart tespit edilse de (illiyet hükmü), neticenin hangi şartın eseri olarak ortaya çıktığı da (isnat hükmü) araştırılmalıdır.21 Bir hareketten ötürü sorumlu tutulabilmek için bu hareketin nedensel olması tek başına yeterli olmaz, failin nedensel akışa hâkim olması da gerekir.22Hönig teoriyi, “objektif amaçlanabilirlik” kavramı üzerinden açıklamıştır. Failin eylemiyle amaçlayabileceği düşünce sınırları arasındaki neticeler, kendisine isnat edilebilir olmalıdır (amaca uygunluk hükmü). Eğer failin eylemini gerçekleştirdiği sırada (ex ante), böyle bir neticenin oluşacağını ya da neticenin hareketinin böyle yan neticelere sebebiyet verecek bir şekilde oluşacağını amaçlaması mümkün değilse, bu neticeler faile isnat edilmez.23

Anılan teorik gelişim izleğinde ilerleyen objektif isnadiyet öğretisinin, henüz tam anlamıyla açıklığa ve kesinliğe kavuşmadığı söylenebilir.24 Özellikle bazı problemli alanları, hala incelenmeye ve değerlendirilmeye muhtaçtır. Bununla birlikte, objektif isnadiyetin suç teorisinin vazgeçilmez bir parçası haline geldiği de şüphesizdir.

Objektif isnadiyet teorisinin henüz tam olarak geliştirilmediği zamanlarda, şart teorisinin ne şekilde sınırlandırılacağı ve failin sorumluluğunun neye dayandırılacağı önemli bir sorun olmuştur. Konuyla ilgili verilen bir örneğe göre; fail, “düşmanını” yağmurlu bir havada ormanlık alana gönderir ve yıldırım çarparak ölmesini umar. Gerçekten de kişiye yıldırım çarpar ve hayatını kaybeder. Şart teorisi uygulandığında, hareket ile netice arasında nedensellik bağı bulunduğu şüphesizdir.25 Öte yandan failin, bir kişiyi ormana göndermesi nedeniyle öldürme suçundan sorumlu tutulması ise adil olmayacak, cezalandırılabilirliğinin alanını son derece genişleyecektir. İşte burada, cezalandırmaktan kaçınma; failin kusurunun bulunmadığına dayandırılmıştır. Buna göre fail, neticeyi “istememekte” yalnızca “arzu etmektedir”. Failin, düşmanının ölmesi yönündeki isteği, kastın gerektirdiği biçimde neticede etkili olmamaktadır. Bu nedenle kast ve kusurluluk bulunmaz.26 Burada kastın (ve taksirin) o dönemde kusurun altında değerlendirildiğini, bugün olduğu gibi kusurluluğun suçun unsurları dışında kabul edilmediğini hatırlatmak gerekir.

Doğrusu, bu gerekçelendirme kesinlikle tatmin edici olmamıştır. Çünkü failin, kastının bulunduğuna şüphe yoktur. Bununla birlikte, kastta arzu etme, isteme gibi ayrımlar bulunmaz. Esasında problem, failin kastının bulunmaması değildir; sorumluluğu kısıtlayan başka olgular bulunmaktadır. Fail, elinde olmayan bir şart (yıldırım düşmesi) nedeniyle sorumlu tutulamaz.

Keza başka bir örnekte, A öldürme amacıyla B’ye ateş etmiştir. Fakat B kaldırıldığı hastanede çıkan yangın sonucu ölmüştür. Burada, klasik suç teorisine göre bir çözüm izlendiğinde hatalı sonuçlara ulaşıldığı ifade edilmektedir. Klasik suç teorisinde, fiil; hareket - nedensellik bağı - netice üçlüsünden oluşmaktaydı. Bu teori izlendiğinde, B’nin ölüm neticesinin gerçekleştiği (hastanede yangın çıkmasıyla) ve A’nın eylemi ile ölüm neticesi arasında bir nedensellik bağı bulunduğu (A öldürme girişiminde bulunmasa idi B hastaneye kaldırılmayacak ve burada çıkan yangın nedeniyle hayatını kaybetmeyecekti) görülmektedir. Klasik suç teorisi izlendiğinde, suçun objektif unsurlarının gerçekleştiği konusunda bir şüphe bulunmamaktadır. Bu itibarla anılan suç teorisi ilgili sorunu sübjektif unsurlar ile çözümlemeye çalışmakta ve failin öldürme eylemine ilişkin kastının ortadan kalkacağı (yangın nedeniyle ölmesine ilişkin kastı olmadığından bahisle) ifade edilmektedir. Oysa, burada bir kast problemi olmadığı da ortadadır. Suça teşebbüsten bahsedebilmek için kastın bulunması gerekecektir. Kast ancak, ölüme sebebiyet veren hareketin artık ölüm neticesi bakımından tipik görülmemesi halinde ortadan kalkacaktır. İşte, tüm bu olguların açıklanması ve makul yanıtların bulunması, objektif isnadiyet öğretisi ile mümkün olmuştur.

Objektif isnadiyetin gerçekleşmesi için bazı kriterler bulunur:

- Fail eylemi ile hukuken izin verilmemiş (yasaklanmış) bir risk yaratmalı ya da mevcut bir riski artırmalıdır,

- Netice, failin yarattığı risk nedeniyle gerçekleşmiş olmalıdır ya da bir başka deyişle, failin neticenin ortaya çıkması ile son bulan nedensel akış üzerinde hâkimiyeti bulunmalıdır,

- Bu riskin yaratılmış olması, suç tipinin etki alanı (kapsamı) içerisinde bulunmalı; suç tipi açısından önemli ve cezalandırılabilir bir risk söz konusu olmalıdır.27