Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Uluslararası Hukuk ve Karşılaştırmalı Hukukta Su Hakkının Kapsamı ve Türkiye’deki Uygulama

The Scope of the Human Right to Water in International Law and Comparative Law and Implementation of the Right in Turkey

Damla TIMUR

Bir insan hakkı olarak su hakkı, günümüzde doğanın ve çevrenin korunmasına ilişkin hak taleplerinin yanı sıra özellikle dikkat çekmektedir ve özel bir öneme sahiptir. Şimdiki ve gelecekteki kuşakların sağlıklı bir çevrede yaşaması için talep edilen çevresel haklar, tüm dünyada yaşanan doğal kaynakların kirletilmesi ve tüketilmesi, iklim değişikli kaynaklı felaketler ve doğal afetler düşünüldüğünde son derece önemlidir. Doğanın esenliğinin insan sağlığı ve insan yaşamı açısından arz ettiği önem göz ardı edilemeyecek olmakla birlikte, insanın günlük yaşamında vazgeçilemez olan en önemli unsur su olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü özellikle temiz içme suyunun yokluğunda insan hayatının sürdürülebilmesinden söz edilemeyecektir. İnsanların temiz suya erişimi olmadan sağlıklı ve insan onuruna yaraşır bir hayat sürmesi mümkün görünmemektedir. Dünyanın birçok yerinde suya erişim halen ciddi bir sorun olarak tezahür etmemekle birlikte, özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ile kurak ülkeler açısından temiz suya erişim sorunu halen varlığını sürdürmektedir. Gelişen farkındalıkla hem uluslararası belgeler düzeyinde hem de çeşitli ülkelerin anayasalarında “su hakkı” tanınmaya başlamıştır. Toplumların sağlıklı bir çevrede yaşamasıyla beraber temiz suya erişimini temin etmeyi amaçlayan bu düzenlemelerle ilham verici emsal kararlar karşımıza çıkmaktadır. Bu makalede amaçlanan, özellikle bireylerin temiz suya ve sıhhi temizliğe erişim hakkı çerçevesinde diğer insan haklarıyla ilişkisini, bu hakkın düzenlenmesine duyulan ihtiyacın nedenlerini ve uluslararası belgelerde edindiği yeri tespit etmek; buna müteakiben Türkiye’de su hakkına ilişkin ileri sürülebilecek düzenlemeleri ve uygulamayı incelemek ve okuyucuya konu hakkında ışık tutmaktır.

Su Hakkı, Uluslararası İnsan Hakları, Türkiye’de Su Hakkının Görünümü, İklim Değişikliği, Çevresel Haklar.

Among the demands of environmental rights concerning the protection of nature and environment, the right to water especially draws attention and has a special importance. Considering the constant polluting and consuming of natural resources, climate change and natural disasters, the request of environmental rights for present and future generations to live in a healthy environment is extremely important. Eventhough nature’s well-being is completely vital for human life and health, water seems to be the most important element which people cannot inalianate from their daily lives. Although reaching for water resources has not been a major issue at most of the regions of the world, there are still issues to access water, especially for underdeveloped, developing and drought countries. As awareness increased, “the human right to water” has started to be recognized both at the international documents level and in the constitutions of several States. In tandem with these regulations, which intend to guarantee societies to live in a healthy environment and access to clean water, an inspiring case-law is emerging. The aim of this article is to determine the human right to water in the frame of accessing to clean water and sanitation, its relation with other human rights, the need for regulation of such a right and its ground on international documents. Finally, Turkish regulations and practices which can be considered to be related to human right to water wil be examined.

Human Right to Water, International Human Rights, The Apparance of Human Right to Water in Turkey, Climate Change, Environmental Rights.

GİRİŞ

Su, doğanın vazgeçilmez bir elementidir. Dolayısıyla tüm canlıların yaşamını sürdürebilmesi için başat bir ihtiyaçtır. Suyun bu önemiyle beraber sınırlı bir kaynak olması nedeniyle, korunması ve sürdürülebilir yöntemlerle kullanılması tartışmasız bir şekilde büyük önem arz etmektedir.

Dünya tarihinde su kaynaklarının egemenlik altına alınması bağlamında, özellikle devletler arasında meydana gelmiş birçok uyuşmazlık bulunmaktadır. Bunda, suyun bir zenginlik ve bolluk göstergesi olması önemli bir etkendir.1 İnsanların temiz içme suyuna ve sıhhi temizliğe erişimi bağlamında su hakkının (kısaca su hakkı) varlığı tartışması ise çok eskilere dayanmamaktadır. Öyle ki, 1977 tarihli Birleşmiş Milletler (kısaca BM) Mar del Plata Konferansı sonucunda ortaya çıkan Eylem Planı, bu konuda gidilebilen ilk metin niteliğini taşımaktadır.2

Dünyada genel olarak ivmelenen nüfus artışı, bu artışla bağlantılı olarak çoğalan tarım alanları, sanayileşme, şehirleşme ve insanın günlük su kullanımında meydana gelen artış ile birlikte, suya olan taleple beraber su kaynaklarına verilen zarar da artış göstermiştir. Özellikle 2017-2018 yıllarında ciddi bir su kriziyle karşı karşıya kalan Cape Town3 ve 2000-2005 yılları arasında su savaşlarına sahne olan Bolivya4 gibi örnekler, bireylerin suya erişimi hakkında yaşanan sorunların çok uzakta olmadığının yakın tarihli habercilerinden yalnızca ikisidir. Türkiye’nin sınır komşusu olan Suriye’de meydana gelen iç savaşın ve mülteci krizinin altında da, uzun yıllar süren şiddetli kuraklık dolayısıyla ortaya çıkan su, gıda ve geçim kaynakları kıtlığının tetikleyici olduğu ifade edilmektedir.5

Su, temel olarak tarım, sanayi sektörü ve hane halkı kullanımı ile tüketilmektedir. Dünya genelinde su kaynaklarının yaklaşık %69’u tarım, %19’u sanayi (enerji, ticari ve endüstriyel) ve %12’si hane halkı kullanımına tabidir.6 Tüm bu eylemler için gereken suyun miktarı ve niteliği, bölgenin nüfus yoğunluğu, iklim koşulları, yaşam tarzı, kültürü, geleneği ve teknoloji gibi etkenlere göre değişkenlik göstermektedir.7 Suyun, nüfus artışı, sanayileşme ve tarım arazilerinin genişlemesi sebebiyle yoğun tüketimi bir yana, Dünya Bankası, 2018 tarihli raporunda, iklim değişikliği sebebiyle kuraklık tehdidi altında olan bölgelerde yağışların azalmasıyla baş gösterecek iklim krizi sonucu yüz kırk milyon civarında insanın 2050 yılına kadar iklim mültecisi olması riskinden bahsetmektedir.8 Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) araştırmacıları yaptıkları çalışmalarda, dünyada öngörülen 9,7 milyar insan nüfusunun yaklaşık yarısının 2050 yılı itibariyle orta derecede stresli su kaynağı9 koşullarında yaşayacağını öngörmektedir.10 Doğal kaynaklardan tarımsal ve ekonomik faaliyetler için gereğinden fazla su çekilmesi ve artan kirlilik, insan yaşamı için gerekli olan su kaynakları üzerinde ayrıca bir stres yaratmaktadır.11

Büyük kitleler halinde göç ihtimalleri, suyun küresel bir önem arz ettiğinin ve yalnızca susuzlukla yüzleşen değil, tüm ülkelerin kendi üzerine düşeni yaparak inisiyatif alması gerektiğinin göstergesidir.

Tüm bu gelişmeler ışığında suyun önemi ve insan yaşamı açısından hayatiliğine ilişkin farkındalığın artması ile beraber, bu konuda bilimsel çalışmalar ve toplantılar artmış, su hakkının korunduğu bildiriler, anayasalar, yasalar ve mahkeme içtihatları oluşmaya başlamıştır. Su hakkı artık doğrudan veya dolaylı olarak, anayasal veya yasal düzlemde öne sürülebilir bir hak konusu olabilme yolundadır.

Suyun önemine dair bu bilgiler ışığında, çalışmanın birinci bölümünde su hakkının gündeme geliş sebepleri ve tarihsel gelişimi ana hatlarıyla izah edilmeye çalışılacak; bu hakkın varlığının doğrudan veya dolaylı olarak ileri sürüldüğü ve doktrinde en çok inceleme yeri bulmuş uluslararası metinlere yer verilecektir. Su hakkı bir doğa ve insan hakkı olarak ele alınacak ve bu hakka ilişkin genel bir değerlendirme yapılacaktır. Suyun ticari bir meta olarak değerlendirilmesi görüşünün yanında, bir insan hakkı olarak kabul edilmesinin getireceği kazanımlara ilişkin görüşlere yer verilecektir. Bunlara ek olarak, su hakkının açıkça tanınmış birtakım insan hakları yoluyla örtülü biçimde korunduğu görüşünden dolayı, hakkın diğer insan haklarıyla ilişkisine değinilecektir.

İkinci bölümde, karşılaştırmalı hukuktaki yerel düzenlemeler incelenecek, öncelikle anayasa, yasa veya içtihat yoluyla su hakkına yer veren ülkelere örnekler verilecektir. Devamında, Türkiye’de su hakkı ile bağdaştırılabilecek mevzuat ve uygulama incelenecektir. Bu şekilde, Türkiye’nin hakkın korunmasına ilişkin ne aşamada olduğu değerlendirilmeye çalışılacaktır.

I. SU HAKKININ KAPSAMI, GELİŞİMİ VE İNSAN HAKLARINDAKİ YERİ

“Su, hayat ve sağlığın esası olan kısıtlı bir doğal kaynaktır ve bir kamu malıdır. Bir insan hakkı olarak su hakkı, insanlık onuruna uygun bir hayat sürdürülebilmesi için zaruridir. Ayrıca bu hak, diğer insan haklarının gerçekleştirilmesi için bir önkoşuldur. Komite, gelişmekte olan ülkeler kadar gelişmiş ülkelerde de su hakkının yaygın bir şekilde yadsındığı durumlarla sürekli olarak karşılaşmaktadır. Dünya üzerinde bir milyardan fazla kişi, temel su kaynaklarına erişimden yoksunken, yine birkaç milyar kişi yeterli sağlık koruma hizmetlerine erişememektedir ki bu durum, su kirliliğinin ve su ile alakalı hastalıkların en başta gelen nedenidir. Suyun sürekli olarak kirlenmesi, tükenmesi ve eşitsiz dağılımı, mevcut yoksulluğu daha da kötü bir hale getirmektedir. Taraf Devletler, su hakkının gerçekleştirilmesi için gerekli olan etkili tedbirleri bu genel yorumda düzenlendiği gibi ve hiçbir ayırım gözetmeksizin almak durumundadır.”12

Su hakkı, bireyi kaynakların yönetiminin merkezine koymasıyla, modern tarihin suyun yönetimine ilişkin attığı en yenilikçi adımdır.13

Şehirleşme, aşırı tüketim ve kaynakların kirletilmesi, insanlığı suyu çıkarmak, muhafaza etmek ve işlemek bağlamında yeni yollara itmiştir. Bu yollar artık o kadar karmaşık bir hal almıştır ki, suyun yönetimi, bu sistemi işletebilecek teknik kapasiteye sahip kişilerin eline bırakılmıştır. Öncesinde suya erişim bireylerin kendi ellerinde olan bir şeyken, çoğu bölgede artık suya erişmek için birtakım bürokrasilerle uğraşılması gerekmektedir. Dünyanın birçok yerinde, temiz suya erişimin en kolay ve bazen de tek yolu, suyu satın almaktır.14

Ancak, halen kırsal alanlarda yaşayan iki milyarın üzerinde insan ciddi su kıtlığı çekmekte, dört milyar insan ise her sene en az bir ay ciddi susuzlukla karşı karşıya kalmaktadır.15 Öte yandan, özellikle hane halkı kullanımında suya olan talebin, nüfusun ve ekonomilerin büyümesiyle son 50 yılda %600 oranında arttığı ifade edilmektedir.16 Suyun miktar olarak sabit kalan bir kaynak olması ise, arzın talebi ne kadar karşılayacağı hususunda soru işaretleri yaratmaktadır.

Suyun bir insan hakkı olduğuna dair yaklaşım, devletin sorumluluğuna gidebilir olmak ve çevreye ilişkin en temel hakların (örneğin temiz içme suyuna erişim hakkı) olabildiğince geniş bir kapsamda ve ayrımcılık olmaksızın korunmasını sağlamak amacındadır.17

Tam da bu bağlamda su hakkı, herkesin yeterli, güvenli ve kabul edilebilir nitelikteki suya fiziksel ve ekonomik olarak erişebilmesinin sağlanmasını ifade etmektedir.18 Bu tanımdan yola çıkarak su hakkından bahsedilebilmesi için suyun yeterli miktarda ve belirli bir kalitede olması, ayrımcılığa uğramaksızın herkesin fiziksel, ekonomik ve bilgisel olarak suya erişiminin sağlanması gerekir.19 Temiz içme suyuna ve sıhhi temizliğe erişimin insan onurunun ayrılmaz bir parçası oluşu düşüncesiyle, bu hususa ilişkin uluslararası bir anlayış gelişmeye başlamıştır.20

Dolaylı yollarla türetilen çevresel haklar, çevrenin korunması ve eşitliğin sağlanması açısından yeterli olmayabilmektedir. Su hakkının açıkça tanınmaması ve çevresel hakların yorumu yoluyla türetilmesi, dünyanın mevcut iklim ve su krizinde etkili bir yöntem olmayabilir. Hakkın doğrudan ve bağlayıcı olarak tanınması, korunacak değerler üzerinde etkin bir kontrol mekanizması kurulmasının önünü açacaktır.21 Buna ek olarak hakkın açıkça düzenlenmesi, suya erişimin yönetimlerin insafına kalmadan ileri sürülebilen bir hak ve yükümlülük olmasını sağlayacak, özellikle dezavantajlı kesimlerin temiz suya ve sıhhi temizliğe erişebilmesini bir lütuftan bir göreve çevirecektir.22

Su hakkının evrensel düzeyde tanınmasının bir başka faydası, suyun politik bir silah olmaktan çıkarılmasıdır. Örneğin, işgali altında bulundurduğu topraklarda İsrail, bölgedeki Arapların göç etmeye mecbur kalması için suya erişimlerini kısıtlamış, dolayısıyla bölgedeki Arap halklarının en az yarısı içme suyu kaynaklarına ulaşamamıştır. Bu durum, çevresel huzursuzluğa sebep olduğu gibi, ciddi sağlık problemlerine de yol açmıştır. Bu uygulama Arapların susuz kalması ve bölgeyi rızaları hilafına terk etmek zorunda kalmalarıyla sonuçlanmıştır.23 Bu ve buna benzer örnekler, su kaynaklarının nasıl bir politik silah olarak kullanılabileceğinin göstergesidir. Ancak temiz içme suyuna erişimin insan hakkı olarak tanındığı bir senaryoda, halkları su kaynaklarından mahrum bırakan bir devletin uluslararası insan haklarından doğan sorumluluğuna gidilebilecektir.

Tüm bu sebeplerle temiz içme suyu ve sıhhi temizliğe erişim bir insan hakkı olarak tanınması, insanların yaşamları için vazgeçilmez olan bu kaynağa adil ve sürdürülebilir bir şekilde ulaşabilmesinin en etki yolu olarak gözükmektedir.