Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Kosova ve Kırım Süreçleri Işığında Uluslararası Hukukta Kendi Kaderini Tayin Hakkı

The Right to Self-Determination in International Law in the Light of Kosovo and Crimea Processes

Murat ESMER

Tarihsel kökenleri on sekizinci yüzyılın son çeyreğinde Amerika ve Fransa’da gerçekleştirilen burjuva demokratik devrimlerine kadar uzanan halkların kendi kaderlerini tayin etmeleri hususu, uluslararası hukuk alanında 1945 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Örgütü’nün kurulmasıyla beraber normatif bir temele kavuşmuştur. 1950’li yıllarda başlayıp 1970’li yılların sonlarına kadar devam eden dekolonizasyon sürecinde sömürge durumunda olan ülkelerin/halkların bağımsızlıklarını kazanmalarında kendi kaderini tayin hakkına sıklıkla başvurulmuştur. Uluslararası hukuk alanındaki düzenleme ve uygulamalar göz önüne alındığında, kendi kaderini tayin hakkının içsel ve dışsal boyutlarının bulunduğu söylenebilir. Ancak dekolonizasyon sürecinin tamamlanmasında sonra, kendi kaderini tayin hakkı kapsamında hangi koşullar altında tek taraflı ayrılma kararı verilebileceği veya bağımsızlık ilan edilebileceği hususlarında doktrin ve uygulamada belirsizlik bulunmaktadır. Kosova’nın 2008 yılında bağımsızlığını ilan etmesi ve Kırım’ın 2014 yılında Rusya’ya katılma (bağlanma) kararı vermesi, uluslararası hukuk alanında kendi kaderini tayin hakkına ilişkin tartışmaları yeniden canlandırmıştır. Bu bağlamda kendi kaderini tayin hakkının öznesi olan halkın nasıl belirleneceği, ilgili hak kapsamında halkların tek taraflı ayrılma/bağımsızlık ilan etme yetkilerine sahip olup olmadıkları, bağımsızlık ilanı veya tek taraflı ayrılma söz konusu olduğunda uluslararası hukukta kendi kaderini tayin hakkının mı yoksa bir diğer önemli düzenleme olan devletin toprak bütünlüğünün korunması ilkesinin mi öncelikli uygulanacağı hususlarında belirsizlik ve çelişkiler mevcuttur. Bu çalışmada söz konusu belirsizlik ve çelişkileri ortaya çıkaran koşullar, kendi kaderini tayin hakkının politik ekonomisi göz önüne alınarak Kosova ve Kırım süreçleri çerçevesinde irdelenecektir.

Uluslararası Hukuk, Kendi Kaderini Tayin Hakkı, Kosova, Kırım, Belirsizlik.

The issue of peoples’ self-determination whose historical roots can be found in bourgeois-democratic revolutions that carried out in America and France in the last quarter of the eighteenth century, attained a normative basis in the field of international law in 1945 with the establishment of the United Nations (UN) Organisation. During the decolonization process, which started in the 1950s and continued until the late 1970s, the right to self-determination was frequently used in gaining the colonial countries/peoples’ independence. When the regulations and practices in the field of international law are taken into account, it can be said that the right to self-determination has internal and external dimensions. However, after the completion of the decolonization process, there is uncertainty in the doctrine and practice regarding the circumstances under which the decision of unilateral secession or declaration of independence can be made within the scope of the right to self-determination. Kosovo’s declaration of independence in 2008 and Crimea’s decision to join Russia (or annexation by Russia) in 2014 revived discussions on the right to self-determination in the field of international law once again. In this context, there are uncertainties and contradictions in the issues of how the people as a subject of the right to self-determination can be determined, whether peoples have the title for unilaterally secession or declaration of independence in the scope of the right to self-determination, and whether the right to self-determination or the principle of territorial integrity should be implemented primarily in the field of international law. In this study, the circumstances that reveal such uncertainties and contradictions will be scrutinized within the framework of the Kosovo and Crimean processes, taking into account the political economy of the right to self-determination.

International Law, Right to Self-Determination, Kosovo, Crimea, Indeterminacy.

Giriş

Kendi kaderini tayin hakkı, modern uluslararası hukuk alanındaki en önemli fakat aynı zamanda en tartışmalı düzenlemelerden biridir. Devletlerin toprak bütünlüğünün korunması, iç işlerine karışma yasağı gibi uluslararası hukuk alanında kabul edilen diğer önemli ilkeler ile ikircikli bir ilişkiye sahip olan kendi kaderini tayin hakkına, özellikle mevcut bir devletten ayrılma talebi çerçevesinde başvurulduğunda, hukuki yönden çözüme kavuşturulması oldukça zor olan durumlar ortaya çıkmaktadır. Kendi kaderini tayin hakkının uluslararası hukuk düzenindeki niteliği, söz konusu hakkın/ilkenin öznesinin kim olduğu, bu hakka/ilkeye hangi şartlar altında başvurulabileceği, kendi kaderini tayin hakkının kapsam ve içeriğinin saptanması gibi hususlar, uluslararası hukuk alanında doktrin ve uygulamada üzerinde uzlaşı bulunmayan konulardır.

Yukarıda belirtilen hususlar çerçevesinde, uluslararası hukuk alanında kendi kaderini tayin hakkının kapsam ve içeriğinin Kosova’nın bağımsızlık ilanı ve Kırım’ın Rusya’ya katılması (bağlanması) kararı çerçevesinde irdeleneceği bu çalışma iki kısımdan oluşacaktır. Birinci kısımda, konunun daha iyi anlaşılması için ilk olarak kendi kaderini tayin hakkının tarihsel ortaya çıkış süreci ve söz konusu süreçte nitelik bakımından uğradığı dönüşümler ele alınacaktır. Birinci kısmın ikinci alt-bölümünde, II. Dünya Savaşı’nın ertesinde Birleşmiş Milletler (BM) Örgütü’nün kurulmasıyla beraber, uluslararası hukuk alanında normatif olarak da çeşitli şart ve sözleşmelerde yer verilmeye başlanan kendi kaderini tayin hakkına ilişkin, BM bünyesinde ve bölgesel düzeyde yapılan düzenlemeler incelenecek; ardından başta Uluslararası Adalet Divanı (UAD) olmak üzere, çeşitli uluslararası/bölgesel yargı/denetim organlarının kendi kaderini tayin hakkını yakından ilgilendiren kararları irdelenecektir. Üçüncü alt-bölümde ise kendi kaderini tayin hakkının unsurları -hakkın öznesi, içsel-dışsal boyutları- ile kapsamı incelenecektir. Kendi kaderini tayin hakkının hangi durumlarda bağımsızlık ilan etme ya da başka bir devlete katılma haklarını tanıdığı veya söz konusu hakları içerip içermediği hususları da bu bölümde tartışılacaktır.

Çalışmanın ikinci kısmında ise devletlerin kendi kaderini tayin hakkına ilişkin aldıkları hukuki pozisyonlar, Kosova’nın bağımsızlık ilanı ile Kırım Bölgesi’nin 2014 yılında gerçekleştirilen referandumda verdiği Rusya’ya katılma kararı çerçevesinde irdelenecektir. Kendi kaderini tayin hakkının uluslararası hukuk alanındaki normatif niteliği ile uluslararası hukukun, yeni düzenlemeler aracılığıyla veya mevcut düzenlemelerin doktrin ve uluslararası denetim organları tarafından yorumlanması çerçevesinde, kendi kaderini tayin hakkı hususunda var olan belirsizlikleri/çelişkileri ortadan kaldırıp kaldıramayacağı da yine ikinci kısımda irdelenecektir.

Çalışmanın amacı kendi kaderini tayin hakkının kapsam ve içeriğine ilişkin kesin/tartışmasız argümanlar ileri sürmek değildir. Özellikle bağımsızlık ilan(lar)ına dayanak oluşturduğu durumlarda uluslararası hukukta oldukça tartışmalı hale gelen kendi kaderini tayin hakkına ilişkin bu durum, Kosova ve Kırım örnekleri bağlamında devletlerin çelişkili uygulamaları ile ortaya konulmaya çalışılacak; uluslararası hukuk alanında şimdiye kadar söz konusu çelişkili uygulamalara neden bir çözüm bulunamadığı analiz edilecektir. Bu bağlamda kendi kaderini tayin hakkının politik ekonomisi göz önüne alınarak, ilgili hak kapsamındaki belirsizlik ve çelişkileri ortaya çıkaran koşullar irdelenecektir.

1. Kendi Kaderini Tayin Hakkının Tarihsel Gelişimi, Uluslararası Hukuk Alanındaki Yeri ve Kapsamı

Kendi kaderini tayin hakkının siyasi kökenleri 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile 1789 Fransız İhtilali sonrasında hazırlanan Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ne kadar uzanmaktadır.1 Egemenlik kavramı kapsamında, “yönetenlerin” sahip olduğu yönetme yetkisinin kaynağı, başka bir deyişle meşruluğu, söz konusu bildirgelerde gökyüzünden yeryüzüne indirilmiştir. Halk egemenliğine (halkın rızasına) dayalı yönetme/hükümet etme yetkisi çerçevesinde eğer halkın talepleri/istekleri göz ardı edilirse, “yönetilenlerin” de ilgili yöneticiyi/hükümeti devirme/ortadan kaldırma hakkı doğacaktır.2

Kendi kaderini tayin hakkının, siyasi ve hukuki bakımlardan geçmişten günümüze yaşadığı tarihsel gelişim süreci üç döneme ayrılarak ele alınabilir.3 Kendi kaderini tayin hakkının daha çok siyasi/politik bir niteliği haiz olduğu ilk dönem, 19. yüzyıldan başlayarak II. Dünya Savaşı’nın sonrasında BM’nin kurulduğu 1945 yılına kadar devam etmiştir.4 Söz konusu dönemde önemli siyasetçiler (liderler) de -Wilson ve Lenin- siyasi yönden farklı ideolojik bağlamlarda, uyguladıkları politikalarda kendi kaderini tayin hakkına yer vermişlerdir.5 Kendi kaderini tayin hakkı bu dönemde, Almanya ve İtalya devletlerinin kendi içlerindeki “birleşme süreçleri” ile Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarının dağılma süreçlerinde ulusal bağımsızlık hareketleri tarafından siyasi mücadelelerini gerekçelendirirken başvurulan bir araç olmuştur.6 Ancak yukarıda da belirtildiği üzere bu dönemde hukuki olmaktan ziyade politik bir niteliğe/işleve sahip olan kendi kaderini tayin hakkına, uluslararası alanda devletler arasında yaşanabilecek sorunların barışçıl bir biçimde çözülmesinin sağlanması amacıyla 1920 yılında kurulan Milletler Cemiyeti Konvansiyonu’nda yer verilmemiştir.7

Kendi kaderini tayin hakkının tarihsel gelişim sürecindeki ikinci dönemi/evresi, 1945 yılında BM’nin kurulması ile başlayan ve 1970’lerin sonunda dekolonizasyon hareketlerinin tamamlanmasıyla neticelenen dönemdir.8 BM Şartı’nda kendi kaderini tayin hakkına yer verilmesi ve devamında bu hakka ilişkin uluslararası/bölgesel düzeylerde çok sayıda deklarasyonun yayımlanması, sözleşmelerin yapılması neticesinde kendi kaderini tayin hakkı, uluslararası hukuk alanında genel kabul gören bir ilke olarak hukuki bir nitelik kazanmıştır.9 Ancak bu dönemde kendi kaderini tayin hakkına sadece dekolonizasyon hareketleri çerçevesinde başvurulmuş; bu hakkın vesayet altındaki ya da sömürge durumunda olan bölgelerde/devletlerde yaşayan halkların bağımsızlıklarının sağlanması süreçlerinde kullanılabileceği kabul edilmiştir. Bu bağlamda kendi kaderini tayin hakkı, sömürgeci olmayan bir devlete karşı ileri sürülemezken, hakkın öznesi de tüm “halklar” değil; vesayet ya da sömürgeci bir devletin yönetimi altında yaşayan “halklar” olarak kabul edilmekteydi.10 Ayrıca dekolonizasyon süreçleri kapsamında kendi kaderini tayin hakkının sınır değişikliklerine de izin vermediği ve sömürge durumundayken mevcut olan sınırların ilgili devletlerin bağımsızlıklarını kazandıktan sonra da aynen korunacağı kabul edilmektedir.11

Kendi kaderini tayin hakkının tarihsel gelişim süreci göz önüne alındığında üçüncü dönemi/evresi olarak nitelendirilebilecek dönem ise, dekolonizasyon sürecinin sona erdiği 1970’li yılların sonundan başlayarak günümüze kadar devam eden dönemdir. Bu dönemde dinsel ya da etnik her grubun kendi kaderini tayin hakkına sahip olup olmadığı meselesi fazlasıyla gündeme gelmiştir. Bu doğrultuda hakkın kapsam ve içeriği, öznesinin kim olduğu, kime karşı hangi şartlar altında ileri sürülebileceği sorularına yanıtlar aranmıştır. Yine bu dönemde devletler tarafından yapılan uygulamalar ile uluslararası örgütlerin ve mahkemelerin söz konusu uygulamalara ilişkin kararları fazlasıyla çeşitlilik gösterdiğinden, uluslararası hukuk alanında yukarıda belirtilen sorulara -doktrinde ve uygulamada- üzerinde uzlaşılmış, ortak cevaplar verilememiştir.12

Kavramsal açıdan ilk ortaya çıktığı 18. yüzyıl sonundan BM Sistemi’nin kuruluşuna dek siyasi niteliği ağır basan kendi kaderini tayin hakkı, BM Sistemi’nin oluşturulması ile beraber uluslararası hukuk alanında kabul gören temel, önemli bir hukuki ilke niteliği kazanmıştır.13 Ancak kendi kaderini tayin hakkının kapsam ve sınırları ile hangi şartlar altında bu hakka başvurulabileceği hususlarında uluslararası hukuk alanında tartışmalar devam etmektedir. Bu bağlamda söz konusu hakkın normatif niteliğine ilişkin -doktrinde ve uygulamada- çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Tüm bu hususların daha iyi anlaşılabilmesi için bir sonraki bölümde ilk olarak kendi kaderini tayin hakkına ilişkin uluslararası ve bölgesel düzeyde yapılan hukuki düzenlemeler ele alınacak; sonrasında da başta Uluslararası Adalet Divanı (UAD) olmak üzere, çeşitli uluslararası/bölgesel denetim organlarının kendi kaderini tayin hakkına ilişkin kararları/tavsiye görüşleri incelenecektir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, uluslararası alanda devletler arası ilişkilerde bir daha silahlı kuvvete başvurulmasının önlenmesi amacıyla 1945 yılında BM kurulmuştur. BM Örgütü’nün en önemli, temel amacı uluslararası alanda/ilişkilerde barış ve güvenliğin korunması ve sürdürülmesidir.14 BM Örgütü, söz konusu amacı hayata geçirebilmek için belli bir sistem dahilinde çalışmaktadır.15 Hem BM Şartı’nın ortaya çıkış/hazırlanış sürecinde öncü nitelik taşıyan Atlantik Şartı (1941) ile Moskova Bildirisi’nde (1943) hem de BM’nin yapısını, organlarını, çalışma usul ve esaslarını -kısacası sistemini- belirleyen BM Şartı’nda kendi kaderini tayin hakkına yer verilmiştir.16 Aşağıda ilk olarak BM Şartı’nda kendi kaderini tayin hakkını düzenleyen maddeler ele alınacak; daha sonra ise BM bünyesinde yapılan diğer düzenlemeler ile BM organlarının kendi kaderini tayin hakkını ilgilendiren kararları/yorumları incelenecektir. En son olarak ise kendi kaderini tayin hakkına ilişkin bölgesel düzeyde yapılan düzenlemeler ile hakkın kapsam ve içeriğinin belirlenmesinde önemli rol oynayan mahkeme/denetim organları kararları irdelenecektir.