Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

COVID-19 Salgınının Borç İlişkilerine Hukuksal Etkileri

Legal Consequences of COVID-19 Outbreak on Debtor-Creditor Relationships

Özge YÜCEL

Economic and legal measures have been taken in many countries to control the COVID-19 outbreak caused by the virus known as the novel coronavirus. Prohibitions and restrictions on freedoms to maintain social distance have affected debtor-creditor relationships, established before and during the pandemic, from different perspectives. Those effects have been evaluated in three different contexts: validity, performance and termination of the debts arising from debtor-creditor relationships. It has been discussed in which case the measures taken due to the pandemic cause the invalidity of the contracts, in which case they end the debt, and in which case the debtor is acquitted for non-performance. In this context, the concept of impossibility is particularly important. The results prescribed in the Turkish Code of Obligations are regulated differently for reasons that prevent performance of the debt. Whether or not the debtor will be liable in case of non-performance depends on whether the fact causing the impediment is beyond the control of the debtor or not. While the impossibility of performance which is beyond the control of the debtor terminates the debt, the impracticability does not end the debt ipso facto. In the context of impracticability, if the measures taken and to be taken due to the pandemic are unpredictable in concrete debtor-creditor relationships, the parties have been granted the right to request adaptation of the contract and, if adaptation is not applicable, to terminate the contract.

Coronavirus, Contract, Force Majeure, Impracticability, Impossibility, Adaptation, Default, Unpredictability (Imprevision), Basis of the Transaction.

Yeni koronavirüs olarak bilinen virüsün yol açtığı COVID-19 salgınını kontrol altına alabilmek amacıyla pek çok ülkede ekonomik ve hukuksal önlemler alınmıştır. Sosyal mesafeyi koruyabilmek için özgürlüklere getirilen yasaklar ve kısıtlamalar salgından önce ve salgın süresince kurulan borç ilişkilerini farklı açılardan etkilemiştir. Borç ilişkilerinden doğan borçların geçerliliği, ifası ve sona ermesi olmak üzere üç ayrı bağlamda bu etkiler değerlendirilmiştir. Salgın sebebiyle alınan önlemlerin hangi durumda sözleşmelerin geçersizliğine yol açtığı, ifa etmeme halinde hangi durumda borçluyu sorumluluktan kurtardığı, hangi durumda borcu sona erdirdiği tartışılmıştır. Bu bağlamda imkânsızlık kavramı özel bir öneme sahiptir. Borcun ifasını engelleyen olgulara bağlanan sonuçlar Türk Borçlar Kanunu’nda birbirinden farklı şekilde düzenlenmiştir. Borçlunun ifa etmeme halinde sorumlu olup olmayacağı, ifa engeline sebep olan olgunun borçlunun etki alanında olup olmadığına bağlıdır. Borcun ifasının imkânsız hale gelmesi borcu sona erdirebilirken ifanın güçleşmiş olması borcu kendiliğinden sona erdirmemektedir. Aşırı ifa güçlüğü bağlamında salgın sebebiyle alınan ve alınacak önlemlerin somut borç ilişkilerinde öngörülemez olması halinde taraflara sözleşmenin uyarlanmasını isteme hakkı ve uyarlama uygun değilse sözleşmeyi sona erdirme hakkı tanınmıştır.

Koronavirüs, Sözleşme, Mücbir Sebep, İfa Güçlüğü, İmkânsızlık, Uyarlama, Temerrüt, Öngörülemezlik, İşlem Temeli.

Giriş

Kamuoyunda yeni koronavirüs olarak bilinen virüs Dünya Sağlık Örgütü tarafından 11 Şubat 2020’de resmi olarak “severe acute respiratory syndrome coronavirus 2 (SARS-CoV-2)” şeklinde, söz konusu virüsün yol açtığı hastalık ise “coronavirus disease (COVID-19)” şeklinde tanımlanmıştır.1 Söz konusu hastalığın Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi2 niteliğinde bir salgına yol açtığı hususu kamuoyuna 11 Mart 2020’de duyurulmuş olup basın açıklamasında koronavirüsün ilk kez bir salgına yol açtığı belirtilmiştir.3 Çin’den başlayarak dünyanın çoğu ülkesine yayılan salgının yayılımı konusunda Dünya Sağlık Örgütü, 30 Ocak 2020’de yaptığı açıklamada alınacak tedbirlerle yayılımı önlemenin mümkün olduğunu açıklamış ve Çin’de hastalığın ilk tespitinden itibaren tam bir ay, salgının başlamasından ise yaklaşık bir ay sonra uluslararası kamu sağlığı için acil durum ilanında bulunmuştur.4 COVID-19 hastalığının ilk kez 11 Mart 2020’de teşhis edildiği Türkiye’de 28 Ocak 2020 gününde yayımlanan bir haberde uzmanların Türkiye için koronavirüs tehdidinin bulunmadığını açıkladıkları belirtilmektedir.5

Virüsün damlacıkla bulaşması dışında havadan da bulaşıp bulaşmadığı hakkındaki iddialar kesinliğe kavuşmamıştır6 . Öte yandan vakaların %80’inin semptomsuz şekilde veya ayaktan hafif belirtilerle atlatıldığı belirtilmektedir7 , bu nedenle kimlerin izole edilmesi gerektiği belirsiz hale gelmiştir. Bu hususlar virüsün nasıl bulaştığı ve yayılma hızının sebepleri konusunda belirsizliğin sürmesine neden olmaktadır. Söz konusu belirsizliğin de etkisiyle ancak aynı zamanda virüsün ilk yayıldığı günlerden itibaren bilgi paylaşımının şeffaf ve zamanında yapılmaması sebebiyle Dünya Sağlık Örgütünün ve buna bağlı olarak ulusal makamların etkili stratejiler geliştirmekte geç veya yetersiz kaldığı ileri sürülmektedir.8

Salgınla mücadele kapsamında çeşitli medikal malzemelere ve araçlara olan gereksinim ciddi bir şekilde artış gösterdiği için pek çok ülkede ihracat kısıtlamaları veya yasaklarının getirildiği görülürken bu durum ithalat suretiyle malzeme ve araç temin eden ülkeler açısından arz sıkıntılarına yol açtığı belirtilmektedir.9 Diğer yandan Dünya Sağlık Örgütü’nün sosyal izolasyon uyarısı sebebiyle pek çok ülkede seyahat kısıtlamalarının ve yasaklarının getirildiği bilinmektedir. Öte yandan yine pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de aynı sebeplerle kafe, restoran, alışveriş merkezleri gibi sosyalleşmenin sağlandığı işletmelerin, fiziksel temasın sık olduğu berber, kuaför ve güzellik salonlarının, yüz yüze eğitim gerçekleştiren ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim kuruluşlarının faaliyetleri geçici olarak durdurulmuştur.10 Salgın şartlarında arzın kısıtlı olduğu ürünler yönünden fahiş fiyatlarla satış olasılığının artması sebebiyle bazı malların satışının dahi yasaklandığı görülebilmektedir. Türkiye örneğinde maske satışının yasaklandığı Cumhurbaşkanı tarafından açıklanmış ancak bu hususta Resmî Gazetede veya herhangi bir resmi kurumun web sitesinde herhangi bir genelge, yönetmelik veya karar yayımlanmamıştır.11 Özel hastaneler dahil tüm sağlık kurumlarına ve kuruluşlarına COVID-19 tanısı kesinleşinceye kadar hastaneye başvuran kişilerin kabul ve tedavi süreçlerinin gerçekleştirilmesinin zorunlu olduğu ilan edilmiş, bu açıdan da sözleşme özgürlüğüne kısıtlama getirilmiştir.12

Salgın sebebiyle başvurulan sosyal izolasyon tedbirleri sonucunda mal ve hizmet üretiminin ve dağıtımının ciddi şekilde sekteye uğraması ve hatta bazı sektörlerde durması, önceden kurulmuş sözleşmelerden doğan borç ilişkileri açısından mücbir sebep olarak değerlendirilebilmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki bir sebebin mücbir sebep olup olmadığı soyut biçimde değil, her somut ilişkinin şartları dahilinde değerlendirilmeye muhtaçtır.13 Borçlar hukukunda tazminat sorumluluğu bakımından illiyet bağını kesen bir sebep olarak kabul edilen14 mücbir sebep aynı zamanda borçlunun borcu ifa etmemesi halinde borçluyu mazur gösteren ve dolayısıyla kusuru ortadan kaldıran bir sebep sayılmaktadır.15 Bu husus Uluslararası Ticari Sözleşmeler İçin UNIDROIT İlkeleri’nin 7.1.7. maddesinin ilk fıkrasında borçlunun bu halde “ifada bulunmamakta mazeretli” olduğu belirtilmektedir.16 Türk Borçlar Kanunu açısından değerlendirme yapmak gerekirse mücbir sebep (force majeure) yasanın genel hükümlerde düzenlenmemiş, Türk Borçlar Kanununun veya diğer kanunların özel borç ilişkilerine ilişkin hükümlerinde borcu ifa etmeme veya borç ilişkisini sona erdirme bakımından haklı sebep olarak öngörülmüştür.17 Bununla birlikte 17.04.2020 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 16.04.2020 tarihli ve 7244 sayılı Yeni Koronavirüs (COVID-19) Salgınının Ekonomik ve Sosyal Hayata Etkilerinin Azaltılması Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile birlikte salgının zorlayıcı sebep kaynağı olduğu açıkça ifade edilerek kamu kurumlarının yapmış olduğu bazı sözleşmelerden doğan borçların (kamu alacakları) ifası üç ay süreyle ertelenmiş veya ertelenmesi konusunda ilgili kamu kurumu otoritelerine yetki verilmiştir. Kamu İhale Kanunu hükümleri çerçevesinde yapılan kamu ihale sözleşmeleri bakımından COVID-19 salgını sebebiyle işin yerine getirilmesinin geçici veya sürekli olarak, kısmen veya tamamen imkânsız hale geldiğine ilişkin olarak yükleniciler tarafından idareye başvuru yapılabileceği hususunda Cumhurbaşkanlığı Genelgesi yayımlanmıştır.18 Söz konusu Genelgede yüklenicilere süre uzatımına veya sözleşmenin feshine karar verilebileceği belirtilmektedir. Avrupa Birliği üyesi olan bazı ülkelerde de kamu ihale sözleşmeleri bakımından COVID-19 salgınının mücbir sebep sayıldığı ilgili kamu otoriteleri tarafından ilan edilmiştir.19 Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerinde ifa etmemeyi haklı gösteren20 mücbir sebep (force majeure) kavramı yerine uyarlamayı ve borç ilişkisini sona erdirmeyi haklı gösterir nitelikte olmak üzere aşırı ifa güçlüğü (hardship) kavramına bağlı olarak hukuksal sonuçlar öngörülmektedir.21 Elbette belirtmek gerekir ki söz konusu kanun hükümleri tarafların aralarında yaptıkları sözleşmede mücbir sebep veya ifa güçlüğüne ilişkin olarak borcun sona ermesini veya uyarlamayı öngören kayıtlar bulunmaması halinde uygulanacaktır. Öte yandan sözleşmelerde öngörülen bu kayıtlar genellikle tarafların öngörebildikleri risklerle sınırlı olmaktadır.22 Çalışmamızda salgının Türk Borçlar Kanununun genel hükümleri açısından borç ilişkilerine etkileriyle sınırlı olarak inceleme yapılması tercih edilmiş olup özel borç ilişkilerine ilişkin düzenlemeler yönünden salgının etkilerine değinilmeyecektir.

I. Salgının Sözleşmelerin Geçerliliğine Etkileri

Hukuksal işlemlerin kurucu unsurları ile geçerlilik unsurları arasında sonuçları bakımından farklılıklar vardır. Hukuksal işlemlerin ve dolayısıyla sözleşmelerin kurucu unsuru tarafların birbirine uygun irade açıklamalarıdır. Sözleşmenin kurucu unsurunun eksikliği halinde sözleşme meydana gelmez, buna karşılık kurucu unsuru mevcut bulunan sözleşmenin geçerlilik unsurlarından birinin eksikliği halinde sözleşme meydana gelmiş durumdadır, yok sayılamaz.23 Sözleşmenin geçerlilik unsurlarının eksikliğinin yaptırımı ise geçerlilik unsurunun ağırlığına göre değişmektedir. Söz konusu geçerlilik unsurları ehliyet, sözleşme düzenleme özgürlüğünün sınırlarına uygunluk, irade ile beyan arasında uyum ile iradenin sağlıklı biçimde oluşumu ve şekil kurallarına uygunluktur. İrade sakatlıkları ve irade ile beyan arasında uyumsuzluk halinde iptal yaptırımıyla karşılaşılırken ehliyetteki eksiklik halinde yapılan sözleşme kesin hükümsüzlük veya askıda geçersiz olmaktadır. Şekil kurallarına aykırılığın yaptırımı ile ilgili öğretide farklı görüşler bulunmakla birlikte genellikle kabul edilen görüş kesin hükümsüzlük yönündedir.

Salgının sözleşmelerin geçerliliğine etkisi daha ziyade sözleşmeyi düzenleme özgürlüğünün sınırlarına ilişkindir. İrade özerkliğinin gereği olarak bireylerin istedikleri kişiyle istediği kapsamda ve koşullarda sözleşme yapabilmesi anlamına gelen sözleşme özgürlüğünün uzantısı olan sözleşmeyi düzenleme özgürlüğü, sözleşmenin unsurlarını, koşullarını, hükümlerini ve sonuçlarını tarafların istediği gibi düzenleyebilmesidir. Türk Borçlar Kanununun 26’ncı maddesine göre “Taraflar, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler”. Sözleşme özgürlüğü kamu yararının veya kamu düzeninin korunması amacıyla veya toplumsal ilişkilerde görece zayıf durumda bulunan kişilerin menfaatlerinin korunması amacıyla birtakım sınırlandırmalara tabi tutulmaktadır. Türk Borçlar Kanununun 27’nci maddesinde söz konusu sınırlandırmalar açıklanmaktadır. TBK m. 27/1’e göre “Kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür”. Türk Borçlar Kanununun genel işlem koşullarının denetimine ilişkin hükümler de sözleşmeyi düzenleme özgürlüğüne sınırlama getiren emredici kanun hükümleri arasındadır. TBK m. 27/1’de kamu düzeni de düzenleme özgürlüğünün bir sınırı olarak belirtilmişse de söz konusu soyut kavramın özel hukuk ilişkilerinde somutlaştırılabilmesinin oldukça güç olduğu belirtilmelidir.24

Sözleşmeyi düzenleme özgürlüğünün sınırları arasında “kanunun emredici hükümleri” ifadesinin bulunmasının temelinde Anayasayla güvence altına alınmış olan sözleşme özgürlüğünün temel hak ve özgürlük olması sebebiyle ancak kanunla veya kanunun öngördüğü çerçeveler içinde kalmak üzere kanuna dayanan düzenleyici işlemle sınırlandırılabilmesi gereği vardır.25 Elbette belirtmek gerekir ki temel haklar ve özgürlükler münferit olay bakımından temelini kanundan alan yetkiye dayanarak yargı kararıyla sınırlandırılabilmektedir.26 Sözleşme özgürlüğünün genel olarak sınırlandırılma amacı özgürlüğün kötüye kullanımına engel olmaktır, zira hakkın kötüye kullanımı yasağı her hakkın genel sınırını çizmektedir.27 Anayasada özel sınırlandırma sebebi belirtilmese bile her hakkın ve özgürlüğün kendi niteliğinden doğan nesnel ve doğal sınırları olduğu belirtilmektedir.28 Bu bağlamda cerrahi maskelerin fiyatına ihtiyacın fazla olması sebebiyle serbest piyasanın verdiği sözleşme özgürlüğünün kötüye kullanımını engellemek için üst sınır getirilmesi örnek gösterilebilir. Fakat sırf kamu yararı için sözleşme özgürlüğünün sınırlandırılıp sınırlandırılamayacağı tartışmalıdır29 , bu bağlamda Anayasanın 48’inci maddesinin ikinci fıkrasındaki hükmün buna izin verebileceği ileri sürülebilirse de sınırlandırma sebebi açık değildir.30 Öte yandan temel hakların ve özgürlüklerin Anayasada güvence altına alınmış diğer temel hakların ve özgürlüklerin koruma alanlarıyla çatıştığı durumlarda doğal olarak sınırlanabileceği belirtilmektedir.31 Bu noktada salgın halinde seyahat özgürlüğü ile diğer kişilerin sağlık hakkının çatıştığı ileri sürülebilecektir.32 Bu bakımdan salgın sebebiyle getirilen dış ticaret (ihracat) yasaklarının, seyahat yasaklarının (şehre giriş-çıkış, sokağa çıkma, yurtdışına çıkma vs.), çalışma yasaklarının veya maske satış yasağının kanuna dayanması gerektiği belirtilmelidir. İhracat konusunda 637 sayılı Kanun Hükmünde Kararname dayanak olmak üzere İhracat Kararı ve İhracat Yönetmeliği çerçevesinde İhracı Yasak ve Ön İzne Bağlı Mallara İlişkin Tebliğ’de (İhracat 96/31) COVID-19 salgını sebebiyle 04.03.2020, 18.03.2020, 26.03.2020, 07.04.2020 tarihlerinde Resmî Gazetede yayımlanan 2020/4, 2020/5, 2020/6, 2020/6 numaralı tebliğler ile değişiklik yapılmış, bazı tıbbi malzemeler, maske gibi koruyucu ekipmanlar ve tıbbi cihazlar ile alkol, limon gibi bazı maddelerin ihracatı ön izne veya kayda bağlanmıştır.33 Öte yandan işletmelere ilişkin çalışma yasaklarının ve seyahat yasaklarının gerekçesi olarak Umumi Hıfzıssıhha Kanunu hükümleri gösterilmekle birlikte içeriğine tam olarak erişilemeyen söz konusu İçişleri Bakanlığı genelgelerinde açıklık, belirlilik ve öngörülebilirlik ölçütlerinin yeterli düzeyde sağlanmadığı ileri sürülebilir.34

Salgının sözleşmelerin geçerliliğine etkileri bağlamında özellikle emredici kanun hükümleri ve imkânsızlık üzerinde durulması gerekir.35 Şu var ki yasaklar ile imkânsızlık bazı noktalarda kesişmektedir. Seyahat yasağı seyahat sözleşmesi için, hem emredici kanun hükümlerine aykırılık hem (hukuksal) imkânsızlık sebebi oluştururken sokağa çıkması veya şehir/ülke dışına çıkması yasaklanmış bir kişinin iş görme edimini üstlenmesi halinde konusu yasaklanmış değildir ancak borcun ifası yasaklar sebebiyle yerine getirilemeyeceği için hukuksal imkânsızlık vardır. Dolayısıyla örneğin Türkiye’deki bir firma tarafından İtalya’daki bir kuruma tıbbi malzemelerin satışı konusunda sözleşme yapılmışsa ve söz konusu tıbbi malzemelerin ihracatı yasaklanmışsa sözleşme, hem emredici kanun hükümlerine aykırı hem hukuksal açıdan imkânsız olarak nitelendirilebilir. Şarkıcılık yapan ve İtalya’da yaşayan bir kişinin Almanya’da konser vermesi konusunda bir sözleşme yapılmış olsa ülke dışına çıkışı yasaklandığı için borcun ifası hukuksal olarak imkânsız36 olmakla birlikte konusu emredici kanun hükümlerine aykırı olmazdı. Böyle bir durumda hukuksal imkânsızlığın kişiye sıkı sıkıya bağlı bir edim olduğu dikkate alınırsa sübjektif değil objektif nitelikte olduğu kabul edilmelidir. Aynı örnekte şarkıcı Almanya’da yaşıyor olsaydı ancak konser yapılması yasaklansaydı, hem emredici hükümlere aykırı hem ifası hukuksal olarak imkânsız bir sözleşme kurulmuş olurdu. Sözleşmenin geçerliliğine etkide bulunabilmesi için imkânsızlığın objektif nitelikte olması gereklidir, aksi takdirde sübjektif imkânsızlık sözleşmenin geçerliliğini etkilemeyecek, yalnızca ifa engeli doğuracaktır.37 Bir başka ifadeyle yalnızca somut borçlu için değil aynı koşullar altında bulunan herkes için ifası imkânsız olduğu takdirde objektif nitelikte imkânsızlıktan söz edilebilir.38 Esasen sübjektif imkânsızlık ile objektif imkânsızlık arasındaki çizginin çok ince olduğu dikkate alındığında böyle bir ayrım yapılması anlamlı değildir.39 Olması gereken hukuk açısından, emredici kanun hükümleri, ahlâk kuralları, kişilik hakkı bakımından kamusal bir menfaat olduğu ileri sürülebilirse de konusu imkânsız olan bir sözleşme açısından tarafların iradelerine müdahale edilmesinde, bu ortak iradenin hukuk düzeni tarafından tanınmamasında kamunun bir menfaati olduğu ileri sürülemez. Nitekim UNIDROIT İlkeleri’nin 3.1.3. maddesinde ve aynı zamanda Avrupa Sözleşme Hukuku İlkeleri’nin (PECL) 4: 102 maddesinde sözleşmenin kurulması anında üstlenilen borcun imkânsızlığının yalnız başına sözleşmenin geçerliliğini etkilemeyeceği belirtilmektedir.40

Esasen ister emredici kanun hükümlerine aykırılık ister ifa imkânsızlığı olsun söz konusu sınırlamaların sözleşmelerin geçerliliğini etkilemesi sözleşmenin kurulduğu sıradaki duruma bağlıdır. Bir başka ifadeyle yasaklar sözleşme kurulduğu sırada değil de sonradan getirilmişse bu takdirde sözleşmenin geçerliliği etkilenmeyecektir.41 Sonradan getirilmiş yasaklar borcu sona erdirir veya borçlunun sorumlu olduğu bir ifa engeli meydana getirir. Sözleşmenin kurulduğu sırada mevcut olan objektif imkânsızlık veya yasak, TBK m. 27 gereği sözleşmenin kesin hükümsüzlüğüne yol açar. Sözleşmenin geçersizliği açısından tarafların bu imkânsızlığı bilip bilmemeleri önemli değildir. Bu noktada taraflardan birinin imkânsızlığı biliyor olması veya dikkat ve özen gösterse bilebilecek durumda olması yani iyi niyetli olmaması sorumlu olmasına yol açar.42

Taraflardan birinin durumu bildiği veya bilebileceği halde karşı tarafa bu konuda bilgi vermemesi edim yükümünden bağımsız olarak aralarında kurulmuş borç ilişkisinden43 doğan dürüstlük kuralına dayanan yan yüküme aykırı düşen kusurlu bir davranıştır.44 Dolayısıyla taraflardan biri getirilen ithalat, ihracat veya seyahat yasaklarını bildiği veya bilmesi gerektiği halde diğer tarafa bilgi vermemişse ve diğer taraf iyi niyetliyse sorumluluk doğar, buna karşılık henüz böyle bir yasağın varlığından habersizse ve bilmesi gerekmiyorsa sorumluluk doğmaz. Bu noktada tacir olan kişilerin basiretli davranmakla yükümlü olduğu dikkate alındığında kendi ülkesiyle ilgili ticari hayatı ilgilendiren gelişmeleri takip etmesi beklenecektir.45 Ne var ki Türkiye’de COVID-19 salgınıyla mücadele kapsamında özgürlüklere getirilen kısıtlamalar genelgelere dayandırılmaktadır ve İçişleri Bakanlığı genelgeleri Resmî Gazetede ilan edilmemektedir. Bu bakımdan genelgelerin içeriğine tam olarak hâkim olmak mümkün olmadığı gibi özgürlüklere genelgeyle getirilen kısıtlamaların hukuksal imkânsızlık veya TBK madde 27 anlamında yasak olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Bu halde sözleşmenin geçersizliğinden değil, tarafların kusurlu olmadığı bir ifa engelinden söz edilebilecektir. Böyle bir durumda aldatılan veya yanılgıya düşen tarafın sözleşmeyi iptal hakkının bulunduğu belirtilebilir.46 Öte yandan genelgelerin takip edilemez durumda olmasının yasak hakkında bilgi sahibi olmak için gerekli dikkati ve özeni göstermeyi engellediğine de işaret etmek gerekir.

II. Salgının Borçlunun ve Alacaklının Temerrüdü Açısından Sonuçları

İfa engellerinden47 biri olan temerrüt, ifa zamanında borçlunun veya alacaklının üzerine düşen yükümlülüğü veya külfeti yerine getirmemesi anlamına gelmektedir.48 İfa engelinden ve dolayısıyla temerrütten söz edebilmek için geçerli olarak kurulmuş bir sözleşme bulunmalıdır.49 Borçlunun temerrüdü bakımından borçlu ifa gereklerine uygun davranmayarak borca aykırı eylemde bulunmuş olurken alacaklının temerrüdü bakımından alacaklı ifayı kabul külfetine uygun davranmayarak borç ilişkisinden doğan ödevlerine aykırı eylemde, yüküm ihlalinde bulunmuş olur.50

Borçlunun temerrüde düşebilmesi için borcun muaccel olması, borçlunun eylemli olarak borcu ifayı teklif etmemiş olması ve ifa zamanı kesin veya belirli bir vadeye bağlanmamışsa alacaklı tarafından ihtar çekilmesi gereklidir. Eğer borcun ifa zamanı kesin veya belirli bir vadeye bağlanmışsa veya borçlunun borcu ifa etmeyeceğini açıkça bildirmesi halinde ihtar çekilmesine gerek olmaksızın borçlunun vadesinde borcu ifa etmemesi durumunda borçlu temerrüde düşer.51 Borçlunun borcu ifa edememesinin sebebi borçlunun temerrüde düşmesi için önemli değildir, borçluya hiçbir kusur yüklenemese dahi bu durum borçlunun temerrüde düşmesine engel değildir.52 Dolayısıyla salgın sebebiyle hasta olan veya hasta olan bir kişiyle yakın temasta bulunduğu için karantina altına alınan bir kişi elinde olmayan sebeplerle borcu ifa edemese dahi temerrüde düşer. Bu bakımdan geçici bir imkânsızlık veya geçici bir ifa güçlüğü halinde temerrüt hükümleri uygulanır.53

Alacaklının temerrüdünün koşulları yönünden alacaklının haklı bir sebep olmadan borçlunun ifa teklifini kabulden kaçınması veya borçlunun borcu ifa edebilmesi için alacaklının yapması gereken hazırlık fiillerini yerine getirmemesi gereklidir.54 Bu bağlamda haklı sebep alacaklının şahsi durumuyla ilgili değil, borçla, borç ilişkisiyle ilgili bir sebep olmalıdır. Bu düzenlemenin temelinde borçlunun borca ve dürüstlük kuralına uygun olmayan biçimde yaptığı ifa teklifini alacaklının kabul etmek zorunda olmadığı belirtilebilir.55 Dolayısıyla alacaklı olan kişi hasta olduğu için veya karantinada olduğu için üzerine düşen hazırlık eylemlerini yerine getiremediğinde dahi yani kusuru bulunmasa bile alacaklının temerrüdüne düşmüş olur.56