Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

İdari Yargılama Hukukunda Müdahilin Bağımsız Olarak Kanun Yoluna Başvurma Hakkı

The Intervenor’s Right to Join Proceedings Independently in Administrative Procedure Law

Özge AKSOYLU

İdari yargılama hukukunda müdahilin yanında müdahil olduğu taraftan bağımsız olarak kanun yollarına başvuramayacağına ilişkin içtihat ve bu içtihadı destekler nitelikteki Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümleri, dava konusu uyuşmazlıkla doğrudan ilgili bulunan bazı müdahiller bakımından önemli hak kayıplarına sebep olabilmekte; bu hukuki soruna çözüm üretebilmek, başka bir deyişle bu durumdaki müdahilleri diğerlerinden ayırarak bunlara bağımsız olarak kanun yoluna başvurma hakkının tanınmasını savunabilmek için objektif ve rasyonel bir hukuki ölçüt geliştirilmesi gerekmektedir. Bu yöndeki çabalar kapsamında çok sayıda yargı kararı, çeşitli müdahillik ihtimalleri incelenmiş; yanında müdahil olunan tarafa veya müdahalenin türüne göre yapılan ayrımlar değerlendirilmiş; maddi anlamda taraf kavramının aranan ölçüt olarak kabul edilebileceği sonucuna ulaşılmıştır.

Müdahale, Müdahil, Kanun Yolu, İdari Yargılama, Adil Yargılanma Hakkı.

In Administration Procedure Law, the precedent related to the disallowing intervenor to join proceedings independent from the Parties to the proceedings, and related provisions of Code of Civil Procedure supporting this understanding of precedent cause substantial loss of rights for some intervenors who are directly connected to the issue subject to proceedings. In order to address this legal problem, in other words, in order to claim the necessity to differentiate intervenors in this situation from others, and to give them the right to independently join proceedings, an objective and rational legal criteria should be created. For this purpose, plenty of court decisions, various intervention possibilities were reviewed; distinctions made according to the party being joined or type of interventions were assessed, and reached to the conclusion that substantive party concept could be accepted as the criteria being sought.

Intervention, Intervenor, Proceedings, Administrative Procedure, Right to a Fair Trial.

GİRİŞ

İYUK md.31’de “üçüncü kişilerin davaya katılması” HUMK’un uygulanacağı haller arasında sayılmış; HUMK md.53’de “Üçüncü şahsın müdahalesi” başlığı altında “hakkı veya borcu bir davanın neticesine bağlı olan üçüncü şahıs[ın] iki taraftan birine iltihak için davaya müdahale edebil[eceği]” öngörülmüş; devam eden maddelerde de bu hükmün ifade ettiği fer’î müdahale müessesesi düzenlenmiştir. HUMK’u yürürlükten kaldıran HMK’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte “Davaya müdahale” kapsamında asli müdahale davası da kanuni düzenleme kapsamına alınmış; md.66’da fer’î müdahil olma imkanı genişletilerek “üçüncü kişi[nin], davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında (...) fer’î müdahil olarak davada yer alabil[eceği]” hüküm altına alınmıştır.

Fer’î müdahil bir yandan kendi hukuki yararını gerçekleştirmeye çalışırken, bir yandan da bu amaçla sunduğu deliller, verdiği dilekçeler, yaptığı açıklamalarla uyuşmazlığın hukuki ve maddi gerçeğe uygun bir biçimde çözümlenmesine katkı sağlar.1 Ancak müdahilin bu işlevini yargılamanın hangi aşamasına kadar sürdürebileceği çoğu zaman yanında davaya katıldığı tarafın iradesine bağlı olmakta; tarafın kanun yoluna başvurmaması halinde müdahil için de, müdahilin iradesinden bağımsız olarak yargılama süreci sona erebilmektedir.

Gerçekten de, müdahale istemi hakkında bir karar verilmemesi,2 müdahale isteminin reddedilmesi,3 bir idarenin hasım konumuna alınması gerektiği halde davalı yanında müdahil olarak davaya katılımının sağlanması4 veya müdahil hakkında hüküm tesis edilmesi5 gibi doğrudan müdahaleye ilişkin usul kurallarına aykırılık gerekçeleriyle sınırlı olarak müdahilin nihai karara karşı tek başına kanun yoluna başvurma hakkı bir kenara bırakılırsa; adli yargı6 ve idari yargı7 uygulamasında müdahilin müdahaleye ilişkin olanlar dışındaki usule ve esasa ilişkin gerekçelerle “tek başına ve bağımsız olarak” kanun yoluna başvurabilmesi kabul edilmemektedir.8

Anayasa Mahkemesi de, hizmet akdine tabi çalışanların zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talebi ile işverenleri aleyhine açılan davalara, davalı yanında ferî müdahil olarak katılan SGK’nın yanında katıldığı taraf başvurmasa dâhi kanun yoluna başvurabilmesine imkân tanıyan bir kanun hükmünün Anayasa’ya uygunluğunu değerlendirirken adli ve idari yargının konuya ilişkin baskın uygulamasını hukuki bir gerçek olarak kabul etmiş; denetim konusu düzenlemenin “6100 sayılı Kanun’da yer alan ferî müdahaleye ilişkin hükümlerle uyarlı olmadığı[nın] açık” olduğunu özellikle vurgulamıştır. Norm denetimi yapan Anayasa yargıcına göre, “ferî müdahale talebinin kabulüne karar verilen üçüncü kişi, lehine müdahale talebinde bulunduğu tarafın yardımcısı konumuna girer ve onunla birlikte hareket eder. Ferî müdahil, ancak lehine müdahale ettiği tarafın iradesine uygun olan işlemleri yapabilir. Hüküm, sadece lehine müdahalede bulunulan taraf hakkında verileceğinden bu hükme karşı temyiz yoluna başvurma hakkı da asıl tarafa aittir. Bununla birlikte asıl tarafın hükmü temyiz etmesi durumunda ferî müdahilin de hükmü, lehine katıldığı tarafla birlikte temyiz etmesi mümkündür.”. Ancak söz konusu kanuni duruma, sigortalılık sürelerinin tespiti davalarında verilen kararı uygulamakla yükümlü olan SGK bakımından açık bir kanun hükmüyle istisna getirilmesinde, başka bir deyişle SGK’ya tek başına ve asıl tarafın iradesinden bağımsız olarak kanun yollarına başvurma hakkı tanınmasında hukuk devleti ilkesiyle çelişen bir yön bulunmamaktadır.9

Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yolunda da konuya ilişkin Yargıtay içtihadına açıkça göndermede bulunarak aynı tutumunu sürdürmüştür. Buna göre, “Bir dava sonunda verilen hüküm, üçüncü bir kişinin hukuki durumunu etkileyebilir. Bu hallerde, üçüncü kişinin o davaya katılmasında hukuki yararı vardır. Fakat üçüncü kişi davaya bir taraf gibi katılamaz. Bilakis taraflardan birinin yanında ve onun yardımcısı olarak davaya katılabilir. Bu durumda davaya katılan üçüncü kişi fer’i müdahil olarak katılmış olur (Yargıtay 16.H.D. E. 2005/13089, K. 2005/13834, K.T. 29/12/2005)”.10 Bu nedenledir ki taşınmazına belediye tarafından yapılan imar planında verilen fonksiyona karşı Valilikçe açılan iptal davasında davalı belediye yanında müdahil olan malikin karar düzeltme isteminin, davalı belediyenin karar düzeltme isteminin süre aşımı dolayısıyla reddedilmesi ve müdahilin de tek başına kanun yoluna başvurmasının mümkün olmaması sebebiyle incelenmeksizin reddedilmesi hususu, ihlal iddiaları kapsamında değerlendirilmemiştir.11

Üçüncü kişilerin sonucu itibariyle menfaatlerini etkileyen bir davaya müdahil olabilmelerini mahkemeye erişim hakkı kapsamındaki güvencelerden biri olarak değerlendiren Anayasa Mahkemesi, müdahale kurumunun yargı mercilerinin tüm verileri dikkate alıp değerlendirme yaptıktan sonra gerekçeli karar vermesini sağlayacağını belirterek, bu kurumu silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesi ile de ilgili bulmuştur.12 Mahkemeye göre, “İdarenin işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluk denetiminin yapıldığı idari yargıda görülmekte olan davalar yönünden de uyuşmazlık konusu üzerinde hak iddia eden ya da davanın taraflarından birinin davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan üçüncü kişilerin davaya sadece şeklen değil etkili bir şekilde katılımının sağlanması, adil yargılanma hakkının güvencelerinin sağlanabilmesi için önemli bir müessesedir.”.13

Ancak Mahkeme müdahale kurumu ile adil yargılanma hakkının unsurları (mahkemeye erişim hakkı, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri) arasında kurduğu bağlantıyı, salt müdahil olabilme ve müdahil olarak iddia veya savunmalarını sunabilme14 ile sınırlı tutmuş; müdahil olunan davada verilen nihai karara karşı kanun yollarına başvuru hakkını, müdahilin ancak yanında katıldığı tarafla birlikte hareket edebileceğini, dolayısıyla tek başına kanun yoluna başvuramayacağını belirterek adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirmemiştir.15 Bunun sonucu olarak da yüklenici olarak yaptığı inşaatın hukuki dayanağı olan imar planlarının iptali talebiyle açılan davaya, davalı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yanında müdahil olarak katılan şirketin, ilk derece mahkemesinde verilen iptal kararına karşı yaptığı temyiz başvurusunun, Bakanlıkça temyiz yoluna gidilmemesi sebebiyle incelenmeksizin reddedilmesini mahkemeye erişim hakkının ihlali olarak değerlendirmeyerek açıkça dayanaktan yoksun bulunan başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.16

Diğer taraftan Mahkemece, herhangi bir yanlış anlaşmaya sebebiyet vermemek amacıyla olsa gerek, bireysel başvurunun niteliği gereği adil yargılanma hakkının kapsamı değerlendirilerek söz konusu hukuki sonuca ulaşıldığı, bu durumun “derece mahkemelerinin bir yargılama sürecinde fer’î müdahil tarafından hangi usul işlemlerinin hangi koşullarda gerçekleştirilebileceğiyle ilgili hukuk kurallarına ilişkin müdahil lehine olabilecek yorum ve takdir yetkileri üzerinde daraltıcı bir etkisinin bulunmadığı” açıkça belirtilmiştir.17 Şu halde Anayasa Mahkemesi’ne göre, müdahilin “tek başına ve bağımsız” olarak kanun yoluna başvurma hakkı bireysel başvuru yoluyla yapılan inceleme bakımından adil yargılanma hakkı kapsamında bulunmamakta; ancak müdahaleye ilişkin kanuni düzenlemeleri yorumlayan derece mahkemelerinin müdahilin “tek başına ve bağımsız olarak” kanun yoluna başvurma hakkını adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak değerlendirmeleri hukuken mümkün bulunmaktadır.

Anayasa Mahkemesi’nin, müdahilin tek başına kanun yoluna başvurma hakkını adil yargılanma hakkının unsurları arasında değerlendirmeyen içtihadına rağmen, bu konuda yargı yerlerinin aksi bir yorum yapabilmesi yolunda tanıdığı “imkan”, az sayıdaki ve “ayrıksı” sayılabilecek kararlar18 dışında Danıştay tarafından kullanılmamıştır.

Gerek HMK’da (md.342, 361, 374),19 gerek İYUK’da (md.45, 46, 53)20 kanun yollarına ilişkin hükümlerde, başvuru bakımından edilgen bir ifade kullanıldığı, başvurma hakkını taraflara özgüleyen açık bir düzenlemeye yer verilmediği halde, Yüksek Yargı Organlarının tamamı ve öğretinin önemli bir kısmı21 tarafından müdahilin kanun yoluna başvurma gibi yargılamada yer almasının anlamı olabilecek bir “hayati enstrümanı”22 ancak yanında müdahil olduğu tarafın söz konusu yola başvurması halinde kullanabilmesinin kabul edilmiş olması, müdahilin yargılama sürecine etkisini zayıflatan23 bir durum olarak birçok açıdan da eleştiriye uğramıştır.

Medeni yargılama hukuku öğretisinde müdahilin “taraf yardımcısı”24 niteliğine dayanılarak, “bağımsız olarak” değil, ancak “tek başına” kanun yoluna başvurabileceği savunulmaktadır.25 Söz konusu görüş uyarınca, müdahil asıl tarafın yardımcısı olduğu için, asıl tarafın kanun yoluna başvurmaktan feragat gibi bir işlemi olmadığı sürece müdahil asıl tarafın da yararına olan ve iradesine aykırı bulunmayan kanun yoluna başvurma işlemini tek başına yapabilir. Böylece asıl tarafın ihmal ettiği, kendi yararına olduğu halde yapmadığı işlemleri yaparak müdahil asıl tarafın davayı kazanmasına yardımcı olabilir.26

Müdahilin “yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia veya savunma vasıtalarını ileri sürebil[eceğini]; onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usul işlemlerini yapabil[eceğini]” öngören HMK düzenlemesi (md.68/1/2.cümle), müdahilin “iltihak ettiği taraf içinde bu tarafın haiz olduğu haklara sahip olması lazım geleceği, (...) o tarafın faydalanacağı hakları ve bu arada temyiz, karar tashihi gibi hükümlere karşı müracaat yollarına başvurabileceği kabul edilmek lazım gel[eceği]”,27 başka bir deyişle, tek başına kanun yollarına başvurabileceğine ilişkin yoruma, “Müdahil[in] iltihak ettiği tarafla birlikte hareket ede[ceğini]” öngören HUMK hükmüne (md.57/1.cümle) nazaran daha elverişlidir.28 Zira HUMK’da öngörülen müdahilin “tarafla birlikte hareket etme yükümlülüğü”, HMK ile “tarafın işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usul işlemini yapma hakkına” dönüştürülmüş; böylece kanunun lafzı itibariyle müdahilin, yanında katıldığı tarafın kanun yoluna başvurmaktan feragat gibi bir açıklaması olmadığı sürece, yanında katıldığı tarafın aleyhine olan karara karşı kanun yoluna başvurabileceği sonucuna ulaşılabilmesi hukuken mümkün hale gelmiştir.29

Ancak müdahil hiçbir durumda asıl taraftan “bağımsız” hareket edemeyeceği için, asıl tarafın müdahilin kanun yolu başvurusunu her zaman geri alabileceği, asıl tarafın temyiz hakkından feragat etmesi halinde, fer’î müdahilin de artık temyiz yoluna başvurmasının mümkün olmadığı, asıl tarafın kanun yoluna başvurduktan sonra kanun yolu talebinden feragat etmesi halinde bu feragatin kanun yoluna başvurmuş olan fer’î müdahil için de geçerli olduğu, böyle bir durumda müdahil henüz kanun yoluna başvurmamış ve kanun yolu süresi geçmemiş olsa dahi, bundan sonra kanun yoluna başvuramayacağı kabul edilmektedir. İdari yargı bakımından da savunulan ve müdahili yanında katıldığı tarafa bağımlı kılan bu görüşe göre, davanın kesin hükümle sonuçlanması üzerine, müdahale sona ermekte, müdahilin davayı takip etme ve buna bağlı usul işlemlerini yapabilme yetkisi kalmamaktadır. Bu nedenledir ki müdahilin yeni bir dava açması anlamına gelen yargılamanın yenilenmesi yoluna tek başına başvurması mümkün değildir. İdari yargılama usulünde de davaya müdahil olarak katılanın tek başına yargılamanın yenilenmesi isteminde bulunamayacağı kabul edilmektedir.30

Görüldüğü üzere yargılamanın yenilenmesi kanun yolu bir kenara bırakılırsa, tarafların dava üzerindeki mutlak tasarruf yetkisine dayanan medeni yargılama usulünde dahi müdahilin tek başına hükmün kesinleşmesine engel olan kanun yollarına başvuramaması eleştirilmekte; söz konusu içtihadın resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu idari yargılama usulünde özellikle kabul edilemeyeceği savunulmaktadır. Buna göre, müdahilin tek başına kanun yoluna başvurma imkanından yoksun bırakılması, “idari yargıyı adlileştirmekte”;31 idari yargının genelliği ve özgünlüğü ilkeleri ile bağdaşmamakta;32 idari yargının idarenin etkin bir biçimde denetiminin sağlanması amacına33 ve Hukuk Devleti ilkesine34 ters düşmektedir. Resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu idari yargıda üçüncü kişinin asıl tarafın ihmal ettiği bir işlemi gerçekleştirerek tek başına kanun yoluna başvurabilmesi, uyuşmazlığın daha iyi açıklanması ve doğru karar verilmesini sağlayacaktır.35 Üstelik idari yargıda görülen davaların büyük bir çoğunluğu üçüncü kişilerle ilgili olup,36 kararlar genel etkili olduğu için,37 idari davalar sonucunda üçüncü kişinin durumu medeni yargılama hukuku uyarınca adli yargıda görülen davalardan daha fazla etkilenmekte;38 bu durum özellikle sonucunda kamu görevlisine rücu ihtimalinin bulunduğu tam yargı davalarında39 ve üçüncü kişi tarafından müdahil lehine olan idari işlemlere karşı açılan iptal davalarında ortaya çıkmakta;40 bu hallerde müdahili tek başına kanun yoluna başvurma hakkından yoksun bırakmak mahkemeye erişim hakkını ihlal etmektedir.41 Bu nedenledir ki, İYUK’da ihbar konusunda HMK’ya yapılan genel atıftan bir ölçüde sapılarak ihbarın hakim tarafından resen yapılması öngörülmüştür.42 İhbar müdahaleyi sağlamak amacıyla yapıldığına göre, doğrudan hakim tarafından davet edilebilen idari yargılamadaki üçüncü kişi ile ancak tarafın ihbarı ile davaya katılabilen medeni yargılamadaki üçüncü kişi aynı hak ve yetkilere sahip olmamalı;43 hakimin resen ihbarı yoluyla “güçlendirilmiş fer’î müdahale”de müdahil tek başına kanun yoluna başvurabilmelidir.44

Gerçekten de, HMK ile müdahilin asıl tarafla birlikte hareket etme zorunluluğunun, “asıl tarafın iradesine aykırı olmadan her türlü usul işlemini yapabilmesi” biçiminde değiştirilmiş olması, “müdahilin taraf yardımcılığı niteliği”, “idari yargılama usulünde resen araştırma ilkesinin geçerli olması” veya “idari yargıda ihbarın resen yapılması” gibi lafzi ve amaçsal kanuni yorumlara dayanarak, aksi yöndeki yerleşik içtihada rağmen müdahilin “tek başına” kanun yoluna başvurma hakkının bulunduğu sonucuna ulaşılması mümkün gözükmektedir. Ancak söz konusu gerekçelerin hiçbiri, müdahilin davaya yanında katıldığı tarafın iradesinden “bağımsız” olarak, gerektiğinde onun “rızası hilafına” kanun yoluna başvurabilmesinin hukuki dayanağını oluşturmamaktadır. Nitekim HMK’nın “Müdahil[in], yanında katıldığı tarafın (...) işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usul işlemlerini yapabil[eceğine]” dair açık düzenlemesi; müdahilin yanında katıldığı tarafın aksi yöndeki açık iradesine rağmen kanun yoluna başvurabilmesine, kanuni düzeyde aşılması imkansız olan bir engel teşkil etmekte;45 örneğin herhangi bir ruhsat işleminden yararlanan ve bu işleme karşı açılan davaya davalı yanında müdahil olan özel kişinin, verilen iptal hükmüne idarenin açık iradesiyle rıza göstermesi ve kanun yoluna başvurma hakkından feragat etmesi halinde, ruhsatla kendisine tanınan hakkı korumak adına başvurabileceği herhangi bir hukuki yolu kalmamaktadır.

Bu nedenledir ki, “idari yargıda “hukuki çare” bekleyen bir sorun46 olarak nitelendirilen müdahilin “tek başına” kanun yoluna başvurup başvuramayacağı sorusunun, müdahilin “bağımsız olarak” kanun yoluna başvurup başvuramayacağı olarak daha geniş bir biçimde ele alınması halinde, olumlu cevaplanması daha da güç gözükmekte; hukuki dayanaklarını ve sınırlarını da ortaya koyarak idari yargıda müdahilin bağımsız olarak kanun yoluna başvurabilmesinin hangi durumlarda mümkün olabileceği incelenmeye değer bir hukuki sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

Danıştay’ın ayrıksı nitelikteki bir kararında haklı olarak belirttiği gibi, “Belirli idari işlem türleri; işlemin muhatabı hukuk öznesinin aleyhine hukuksal sonuçlar yaratırken, aynı işlem başka hukuk öznesinin lehine olumlu hukuksal etki ve sonuçlar yaratmaktadır. Aleyhine işlem tesis edilenin yetkili ve görevli idari yargı merciinde açtığı davada dava konusu işlemin iptal edilmesi halinde o işlemin sonuçlarından yararlanan üçüncü tarafın davada yer almaması hak ve menfaatlerini savunması konusunda kendisine hukuksal imkân tanınmaması hakkaniyet ve adalete uygun olmayan bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. (...) İdari yargıda görülen davalarda dava konusu işlemden yararlanan üçüncü tarafın menfaati davalı idarenin davanın reddiyle korunacak menfaatinden daha üstün nitelikte bir menfaattir. Bakılan davanın işlemin iptaline karar verilerek sonuçlanması idareye sadece yargılama giderlerine mahkum olma gibi hukuksal ve maddi bir külfet getirirken, dava konusu işlemden yararlanan dava dışı tarafın yargılama giderlerinden çok daha büyük maddi ve hukuki kayıplarına yol açmaktadır.”.

Benzer bir tespit bir başka Danıştay kararında da47 yapılmıştır. Buna göre, “İdari işlemlerin yargısal denetiminde işlemi tesis eden makam olarak kamu idareleri davalı konumunda yer almalarına rağmen, söz konusu idari işlem ile farklı bir statü sahibi olan üçüncü kişiler, idari işlemin hukukiliğini koruması ya da iptali sonucunu doğuracak yargı kararından, davalı konumundaki idarelerden daha fazla etkilenebilmektedirler.”.

Danıştay’ın idari davalardaki bazı müdahale hallerini diğerlerinden ayrı tutma ve bu hallerde müdahile bağımsız olarak kanun yollarına başvuru hakkı tanıma yolundaki “çaba”sının hukuki bir ihtiyaçtan doğduğu yadsınamaz. Zira bu çabayı sergilediği bir kararında,48 Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen “hak arama özgürlüğü” ve “adil yargılanma hakkı”, AİHS’nin 6. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen “mahkemeye erişim hakkı” ve buna ilişkin AİHM’nin Menemen Minibüsçüler Odası / Türkiye kararına değinilmiş ve “davanın sonucundan doğrudan etkilenme durumunda olan ve davanın aleyhe sonuçlanması halinde davanın konusu olan hakkını kaybedecek olan müdahilin, yanında davaya katıldığı davalıdan bağımsız olarak kanun yollarına başvuramaması (...) durumunda Anayasanın 36’ncı maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6’ncı maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının sağlandığından söz edileme[yeceği], (...) davanın konusunun müdahilin sahip olduğu hak ya da şey olduğu hallerde müdahilin tek başına kanun yollarına başvurabileceği” sonucuna ulaşılmıştır.49 Böylece müdahilin bağımsız olarak kanun yollarına başvurma hakkı bakımından, öncelikle yanında müdahil olunan tarafın niteliğine göre yapılan değerlendirme, bir noktada müdahil ile dava konusu uyuşmazlık arasındaki ilişkinin niteliğinin irdelenmesine dönüşmüştür. Bir başka Danıştay kararında da, “davalı idare yanında davaya katılan şirketin, dava konusu işlemin iptalinden doğrudan etkileneceği, karar düzeltme isteminin kabul edilmemesi halinde mahkemeye erişim hakkının ve hak arama özgürlüğünün kısıtlanacağı görüldüğünden”, dava konusu işlemden “doğrudan etkilenen” davalı yanında müdahilin bağımsız olarak kararın düzeltilmesini talep edebileceği oybirliğiyle kabul edilmiştir.50

Danıştayın diğer bir kararında, “davanın konusunu müdahilin sahip olduğu hakkın oluşturduğu davalarda”, müdahilin bağımsız olarak kanun yoluna başvurma hakkı adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmiş; bu durumda “müdahile uygulanacak kurallar konusunda 6100 sayılı Yasada yer alan eksik düzenlemenin yargısal içtihatlarla giderilmesi[nin] zorunlu olduğu kabul edilmiş ve “davanın konusunun müdahilin sahip olduğu hak ya da şey olduğu hallerle sınırlı olarak” müdahilin bağımsız olarak kanun yoluna başvurabileceğine hükmedilmiştir. Danıştay’a göre, “Davanın sonucundan doğrudan etkilenme durumunda olan ve davanın aleyhe sonuçlanması halinde (...) hakkını kaybedecek olan müdahilin, yanında davaya katıldığı davalıdan bağımsız olarak kanun yollarına başvuramaması halinde (...) Anayasanın 36’ncı maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6’ncı maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının sağlandığından söz edilemez.”.51 Danıştayın müdahilin bağımsız olarak kanun yoluna başvurma hakkını müdahil ile uyuşmazlık konusu arasındaki ilişkinin niteliğini gözönünde bulundurarak adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirdiği bu kararında da yanında müdahil olunan tarafın davalı olması dikkat çekicidir.

BOTAŞ ile yaptığı sözleşme uyarınca bir kısmı karayolunun altından geçen doğal gaz boru hattı inşaatı işini yapan şirket, söz konusu karayolunun doğal gaz borusunun geçirildiği kısmında meydana gelen çökme sonucu oluşan kazada uğranılan zararların tazmini talebiyle idari yargıda açılan tam yargı davasında davalılar BOTAŞ ve KGM yanında müdahil olmuş; şirketin karar düzeltme başvurusu, davalı idareler karar düzeltme talebinde bulunmadığı ve müdahilin tek başına kanun yoluna başvurma hakkının olmadığı gerekçesiyle reddedilmiş; bu arada BOTAŞ davacıya ödediği tazminatı şirketin hakedişinden düşmek suretiyle şirkete rücu etmiştir. Anayasa Mahkemesi yukarıda açıklanan içtihadına uygun olarak bu olayda da müdahilin bağımsız olarak kanun yoluna başvurma hakkını mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirmemiş; ancak karara muhalif kalan iki üye karşı oy yazılarında kararın “davanın asıl tarafı yönünden nasıl bağlayıcı ise fer’î müdahil yönünden de aynı şekilde bağlayıcı” olduğu ve “icra ve infazı sırasında [müdahilin] doğrudan etkilenece[ği]” hususlarını gözeterek davalı yanında müdahilin bağımsız olarak kanun yoluna başvurma hakkının mahkemeye erişim hakkı kapsamında ele alınması gerektiğini belirtmişler; uyuşmazlık konusu ile müdahil arasındaki “doğrudan ilişki”yi, müdahilin adil yargılanma hakkını, bağımsız olarak kanun yoluna başvurmayı da kapsayacak şekilde genişleten bir durum olarak kabul etmişlerdir.52

Gerçekten de idari yargıda müdahilin bağımsız olarak kanun yoluna başvurma hakkının ölçütünün belirlenmesinde, gerek yanında müdahil olunan tarafın niteliği (I), gerek müdahille uyuşmazlık konusu arasındaki ilişkinin niteliği (II) gözönünde bulundurulabilecek hususlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

I. İDARİ YARGILAMA HUKUKUNDA MÜDAHİLİN BAĞIMSIZ OLARAK KANUN YOLUNA BAŞVURMA HAKKININ YANINDA
MÜDAHİL OLUNAN TARAFIN NİTELİĞİNE GÖRE DEĞERLENDİRİLMESİ

İdari yargılama hukukunda müdahilin yanında katıldığı taraftan bağımsız olarak kanun yoluna başvurma hakkının bulunup bulunmadığı sorusuna cevap aranırken, bireysel idari işlemlere karşı açılan iptal davalarında dava konusu idari işlem lehine olan üçüncü kişi ile tam yargı davalarında davalı idarenin tazminata mahkum edilmesi halinde ödeyeceği tazminatı kendisine rücu etmesi ihtimali olan üçüncü kişinin konumu ön plana çıkarılarak,53 hatta konu çoğunlukla salt bu konumdaki müdahiller bakımından ele alınarak davalı yanında müdahil bakımından adil yargılanma hakkı kapsamında olumlu bir cevap vermek; davacı yanında müdahil için ise kanun ve yerleşik içtihatlar uyarınca olumsuz bir sonuca ulaşmak eğilimi göze çarpmaktadır.

İdari yargılama hukukunda müdahilin bağımsız olarak kanun yoluna başvurma hakkını müdahil olunan tarafın niteliğine göre, başka bir deyişle “davalı yanında müdahale” (1) ve “davacı yanında müdahale” (2) ayrımına göre değerlendiren ve “toptancı” olarak nitelendirilebilecek bu bakış açısı, aşağıda açıklanacağı üzere birçok örnek bakımından haklı sayılabilirse de, öngörülen şablona uymayan “davalı yanında müdahale” ve “davacı yanında müdahale” biçimlerinin varlığı bu ayrımı hukuki açıdan zayıflatmaktadır.