Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Ekonomik Şiddet ve Kadının Ekonomik Şiddete Karşı Korunması

Economic Violence and the Protection of Women Against Economic Violence

Elif TÜTÜNCÜ

Bir insan hakları ihlali olarak kadına yönelik şiddetin türü olan ekonomik şiddet, şiddetin gizli yönüdür ve yaşam hakkı ihlaline kadar giden kadına yönelik şiddet eylemlerinde çoğu kez ancak son aşamada diğer temel şiddet türleri olan fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddete ek olarak dile getirilmektedir. Halbuki, kadının aile içinde ve dışında maruz kaldığı ekonomik şiddet, toplumun cinsiyet eşitsizliğiyle, kadının ekonomik bağımsızlığının olmayışıyla doğrudan ilgilidir. Fransız İhtilali ile ortaya çıkan eşitlik düşüncesi, 2. Dünya Savaşı sırası ve sonrası uluslararası arenanın bir gerekliliği olarak eşitlik; renk, ırk, dil, cinsiyete dayalı ayrımcılığın önlenmesi olarak değerlendirilmiştir. Hukuk devletleri, gerek uluslararası düzenlemeler gerek iç hukuk dolayısıyla kadına yönelik şiddetin her türlüsünü önlemekle yükümlüdür.

Ekonomik Şiddet, Kadın İstihdamı, Aile İçi Şiddet, Kadına Karşı Şiddet, Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık.

Economic violence, a type of violence against women as a human rights violation, is the hidden view of violence. However, in the process leading to violation of the right to life, it is often expressed in addition to other basic forms of violence: physical, sexual and psychological violence. On the other hand, economic violence that women exposed to in their private and family life or public sphere is directly related to the gender inequality of the society and the lack of women’s economic independence. Equality which is the idea of French Revolution, has been reflected as the prevention of discrimination based on colour, race, language and gender as a necessity of the ınternational arena during and after World War II. Constitutional states have the obligation to prevent all forms of violence against women in accordance with international law and domestic law.

Economic Violence, Women Employment, Domestic Violence, Violence Against Women, Gender Discrimination.

GİRİŞ

Kadına yönelik şiddet, günümüz dünyasında halen kadınların statüsünü etkileyen yaygın bir problemdir. Kadın mücadelesinin temeli, hukuki eşitsizliklere karşı mücadele etmeye dayanır. Cinsiyete dayalı gerçekleşen şiddet, kadınların hak ve özgürlüklerden eşit olarak yararlanmasını engelleyen bir ayrımcılık türüdür. Bu şiddet, kamusal alanda devlet ajanları tarafından meydana gelebileceği gibi toplum içinde veya aile içinde özel hukuk kişileri tarafından da gerçekleştirilebilir. Dikey sorumluluk üzerine kurulu İnsan Hakları Hukuku anlayışında özel hukuk kişileri tarafından gerçekleştirilen insan hakları ihlallerinde devletlerin sorumluluğuna gitmek mümkün değilse de yatay uygulama ve pozitif yükümlülükler doktrininin gelişmesiyle insan haklarının korunma alanı özel alana kadar genişlemiş ve kadına karşı şiddette kamusal alan-özel alan ayrımı aşılmıştır.1 İnsan haklarının gelişimi, kadın haklarının gelişimiyle doğrudan ilgilidir, kadın hakları genişleyip geliştikçe insan hakları da sağlam temellere oturacaktır.

Kadın hakları kavramının doğuşu, kadınların insan olmasından doğan haklarının erkeklerinki ile aynı duyarlılıkta tanınmamasından, cinsiyete dayalı ayrımcılık ve eşitsizliğin yaşamın her alanında sürmesindendir. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün ortaya çıkmasına vesile olan olayın, 8 Mart 1857 tarihinde New York’ta tekstil sektöründeki bir grup kadın, kadın işçilerin erkek işçiler ile eşit haklara sahip olması, çalışma saatlerinin düzenlenmesi, ücretlerin yükseltilmesi, eşit işe eşit ücret talepleriyle başlattıkları direniş sonucunda fabrikada çıkan yangında hayatlarını kaybetmeleri olduğu yaygın bir kabuldür. Bu kapsamda ekonomik alanda başlayan kadın hakları mücadelesi zamanla sosyal, kültürel ve siyasi kimlik kazanmıştır.

Kadınların ekonomik, fiziksel ve düşünsel bağımsızlıktan yoksunluğunu önlemek amacıyla insan hakları mücadelesi 500 yıldan fazla bir süredir devam etmektedir. Şöyle ki, John Stuart Mill’in 1869 tarihinde ileri sürdüğü bir düşünceye göre asıl sorun kadının yerinin özel alan mı kamusal alan mı olduğunun belirlenmesidir. Çünkü kadın özel alan içinde muhafaza edildiği sürece kadının kadın olmasından kaynaklanan problemler ihmal edilmiş ancak kadının kamusal alanda olmasının kabulü ile kadın ile erkek eşit olarak görülebilmiştir.2 Kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet düzlemindeki kadın-erkek eşitsizliği ve kadın-erkek ilişkilerindeki eşitsiz gücün bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.3 Kadınlar, tarih boyunca ekonomik hayatın faal birer ögesi olmuşsa da kadınların ekonomik faaliyetleri öncesinde savaş dönemleri haricinde, tarım kesiminde, çoğunlukla da kendi işletmeleri ile sınırlı kalmış ve kadına geleneksel yapı içerisinde üreme ile ev ve ailenin bakımı temel görev olarak yüklenmiştir.4 Kadının ev dışında çalışmasının aile hayatını bozacağı inancı kadınların ekonomik hayata aktif olarak katılabilmelerini sınırlandırmaktadır. Bunun sonucunda kendi ayakları üzerinde duramayan kadın, eşine veya ailesine ekonomik açıdan bağımlı olmakla birlikte çoğu kez ekonomik şiddete maruz kalmakta ve yoksullaşmaktadır.