Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Kadının Hukuksal ve Siyasal Eşitlik Anlayışına Doğu Batı Perspektifinden Bir Bakış

Of the Political and Legal Equality of Women from the West and East Axis

Melda KÖSE MARDUÇ

Bu çalışmada, kadının hukuksal ve siyasal eşitlik anlayışı tarihsel bir gelişim süreci çerçevesinde sınırlandırılmış ve değerlendirilmiştir. Tarihsel süreç, Antik Yunandan başlayıp 19. yüzyılın sonuna kadar (Karl Marx’ın sonuna kadar) sınırlandırılmıştır. Bu inceleme yapılırken dönemin öne çıkan düşünceleri ve bazı filozofları ayrı başlıklar altında incelenmiştir. Görülmektedir ki genel olarak hakların kullanımıyla ilgili kadınlar aleyhine belirgin bir ayrımcılık yapılmaktadır. Bu ayrımın en açık olarak görüldüğü haklardan biri de seçme seçilme hakkıyla ilgili olanıdır. Kadınlar yasayla güvence altına alınan seçme seçilme hakkını, erkeklerle aynı oranda kullanamamışlardır. Siyasal alanda varlıklarını sürdürememeleri bunun bir göstergesidir. 1789 Fransız Devriminin simgesi olan eşitlik, özgürlük ve kardeşlik kavramlarına sahip çıkarak aynı hakları kendileri için de talep eden kadınlar bu mücadeleyi ancak 20.yy’da somut bir hale getirebilmişlerdir. Fakat siyasi temsil açısından değerlendirildiğinde parlamentolarda 21.yy’da dahi nicelik olarak bir eksiklik göze çarpmaktadır.

Eşitlik, İnsan Hakları, Kadın Hakları, Siyasi Temsil, Seçme Seçilme Hakkı, Doğal Haklar, Toplumsal Cinsiyet.

In this study, the idea of the legal and political equality of women is restricted and reviewed within the framework of historical development. Historical development process is started from the Ancient Greek and limited untill the end of the 19th Century (till the end of Karl Marx). The outstanding ideas of this period and the some of the philosophers are examined. It is seen that a clear discrimination is made against women regarding the using of the rights. The right to be voted and to be elected is one of the rights where this discrimination is clearly seen. Although this right has a legal basis, women could not use this right as well as did the men. The fact that they can’t survive in politics is an indication for this. The women demanded the same rights for themselves based on the concepts of equality, freedom, brotherhood which are the symbols of French Revolution in 1789 but women were able to make this struggle concrete only in the 20th century. However it is seen that there is a lack in quantitatively in parliaments in terms of political represantation even in the 21st century.

Equality, Human Rights, Women Rights, Political Representation, Gender.

GİRİŞ

İnsan hakları kavramı ırkı ve cinsiyeti olmayan bir insan kavramından yola çıkmaktadır. Ancak ne yazık ki kadının insan sayılıp sayılmadığı 16. yy’dan başlayıp 20.yy’a kadar tartışılan bir olgudur.1

Ortaçağ’ın son yüzyıllarında Avrupa’da kurulan mutlak krallıklar bir yandan feodal beylere ve kiliseye karşı mücadele verirken diğer yandan ticaretin gelişip yaygınlaşmasıyla güçlendiler. Bununla beraber yeni oluşan sınıf olan burjuvazi mutlak krallıkların siyasi ve hukuki düzenleri içinde yer bulamamaktaydı çünkü sosyal tabakalar arasında sosyal ekonomik, siyasi ve hukuki bakımlardan çok açık farklar ve dengesizlikler vardı. Bu nedenle burjuvazi özgürlük ve eşitlik ilkesine dayanan bir düzenin kurulmasını ve kendisinin de söz sahibi olabileceği şekilde yeniden düzenlemeler yapılmasını zorunlu buluyordu. Bu koşullar Rönesans ve Reform hareketleriyle ortaya çıkmaya başlayan laik değerleri ve akla önem veren yeni düşünce sistemini ortaya çıkartmıştır. Çağdaş eşitlik öğretisi kaynağını insan hakları öğretisiyle beraber 17. ve 18. yy’da ortaya çıkan doğal hukuk ve sözleşme teorisinde bulmuştur.2

İnsanlık tarihinde büyük bir çığır açan doğal haklar anlayışı ilk modern demokrasilerin anayasaları tarafından benimsenmiştir. Baskıcı rejimlere karşı özgürlüklerin güvence altına alınması adına önemli bir adımdır. Doğal haklar devlet iktidarının sınırını çizen öğeler olarak görülmektedir. Bu doktrinin dayandığı iki temel varsayım, insanların tabiat hali denen bir dönemde tek başlarına yaşadıkları ve bu dönemden bir sözleşme yaparak çıktıkları görüşü, tarih antropoloji, sosyoloji gibi bilim dallarının bulgularıyla çelişmektedir. Böyle bir ortamda insan haklarına yeni bir temel bulma gereksinimi ortaya çıkmıştır. Yeni yaklaşım insanın sırf insan olması sebebiyle bazı haklara sahip olduğunu kabul etmektedir. Bu nedenle günümüz demokrasilerinde insan haklarını hiçbir mistik, metafizik ya da belirsiz kavrama başvurmaksızın temellendirme anlayışı devam etmektedir.3