Arama yapmak için lütfen yukarıdaki kutulardan birine aramak istediğiniz terimi girin.

Çevre Kanun’unda Yer Alan Hukuki Sorumluluk Bağlamında Fedakârlığın Denkleştirilmesi İlkesine İlişkin Bazı Düşünceler

Some Thoughts Regarding the Principle of Equalization of Sacrifice in the Framework of the Legal Responsibility Regulated in the Environmental Law

İlhan ULUSAN

Çevre Kanunu’nun 28. maddesi bir çerçeve norm niteliğindedir. Fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi diğer sorumluluk ilkelerinin yanında uygulama alanı bulacaktır. Bu sebeple Çevre Kanunu’nda yapılan değişiklikler yerinde olmuştur.

ÇK m. 28, Fedakarlığın Denkleştirilmesi İlkesi, Sorumluluk İlkesi, Çevrenin Kirletilmesi.

Art. 28 of the Environmental Law is a frame norm. Beside the other principles of responsibility, the principle of equalization of sacrifice will be also applied in Art. 28. Therefore, amendments to the Environmental Law are to the point.

Art. 28 of the Environmental Law, Principle of Equalization of Sacrifice, Principle of Responsibility, Pollution of the Environment.

1. Genel Açıklama

1 Kasım 1985 günü Yargıtay’da düzenlenen “Çevre Kirlenmesinden Doğan Hukuki Sorumluluk” konulu sempozyumda sorumluluk hukukunun konuyla ilgili yönleri ve sorunları, sunulan tebliğlerde tartışılmış, değerlendirilmiş ve açığa kavuşturulmuş bulunmaktadır1.

Sempozyumda yer alan bildirilerden biri de tarafımızdan sunulmuş olup “Çevre Kirlenmesinden Doğan Sorumlulukta Fedakârlığın Denkleştirilmesi” başlığını taşımaktadır. Bilindiği gibi çevreyi kirletenlerin sorumluluğunun düzenlenmesi amacıyla 11.08.1983 günkü 2872 sayılı Çevre Kanunu yürürlüğe girmiş olup, söz konusu Kanunun birçok hükmü daha sonra 03.03.1988 tarihli 3416 sayılı ve 24.04.2006 tarihli ve 5491 sayılı Kanunlarla değişikliğe uğramıştır2 .

Çevre Kanunu’nun, sözü edilen sempozyumun düzenlendiği ve orada sunulan tebliğlerin yayınlandığı tarihlerde yürürlükte olan ve çevrenin kirletilmesinden doğan sorumlulukla ilgili kuralların Kanun’un 3/f ve 28. maddelerinde düzenlendiğine işaret etmek gerekir. Değişiklikten önceki Çevre Kanunu’nun md. 3/f hükmüne göre, “çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumlulardır. Ancak bunlar, kirlenmenin önlenmesi ve sınırlandırılması için yapılan giderleri ödeme sorumluluğundan, söz konusu kirlenmeyi önlemek için her türlü tedbiri aldıklarını ispat etmek kaydıyla kurtulabilirler.”

Yukarıda değindiğimiz ve sempozyum tebliğimizde dile getirdiğimiz gibi, “yasa koyucunun birbirinden farklı iki tazmin yükümlülüğünü yani, çevre etkileri sonucu doğan zarardan sorumluluk ile kirlenmenin veya bozulmanın önlenmesi ve sınırlandırılmasına yönelik masraflardan sorumluluğu yan yana düzenlemiş olması, yasanın düzenlenmesi bakımından hatalı olmuştur. Bu düşüncenin doğal sonucu olarak, kirleten yerine, muhtemelen bir üçüncü kişi örneğin bir mahalli idare veya zarar gören tarafından yapılan giderlerin bir zarar kalemi olarak çevreyi kirletenden istenmesi haline münhasır olarak öngörülmüş bulunan md. 3/f.c.2’nin bir kurtuluş beyyinesi olarak nitelendirilmesi de söz konusu olamaz3 .”

Gerçekten Kanun’da yer alan özensiz ve karışık düzenleme, yukarıda belirttiğimiz gibi 03.03.1988 tarihli 3416 sayılı Kanun ile düzeltilmiş bulunmaktadır.

3416 sayılı Kanun’un 8. maddesi ile Çevre Kanunu’nun 28. maddesi çevreyi kirletenin hukuki sorumluluğunu şu şekilde düzenlemiştir:

“Çevreyi kirletenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur aranmaksızın sorumludur.

Kirletenin meydana gelen zararlardan ötürü genel hükümlere göre de tazminat sorumluluğu saklıdır.”

Çevre Kanunu’nun 28. maddesinde öngörülmüş sorumluluğun, aynı Kanun’un eski md. 3/f.c.1’de olduğu gibi, ağırlaştırılmış kusursuz sorumluluk olduğu açıktır. Bu haliyle bakıldığında, hükmün yapısından kanun koyucunun belirli bir sorumluluk ilkesini benimsemediği anlaşılmaktadır. Burada kısaca da olsa, daha önce yayınlanmış sempozyum tebliğimiz doğrultusunda Fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesinin Kanun’un 28. maddesi bağlamında bir sorumluluk ilkesi olarak uygulama alanı bulup bulamayacağı sorununa temas etmek zorunludur.

2. Çevre Kanunu’ndaki Hukuk Sorumluluk Yapısı İçinde Fedakârlığın Denkleştirilmesi İlkesi

Çevre Kanunu’nun 28. maddesine bakıldığında yasa koyucunun belirli bir sorumluluk ilkesine işaret etmediği gözükmektedir. O halde somut olayın özelliğine göre, kusur, tehlike ve Fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesi ile doldurulacak bir çerçeve norm düzenlemesine gidilmesi kanun koyucunun tercihi olmuştur. Böyle bir düzenleme yönteminin yerindeliği sorgulanabilir. İçi boş bırakılmış bir sorumluluk normunun belirsizliğe, güven yoksunluğuna yol açacağı akla gelebilir. Ancak doğru düşünce tarzına göre, çevre hukukunun taşıdığı özellikler, çevre zararlarının yol açtığı tahribatın her zaman tek bir sorumluluk ilkesine bağlanamayacağı gözetildiğinde, kanun koyucunun bu yolu yeğlemiş olmasının daha yerinde bir davranış olduğu sonucuna varmak gerekir4 .

O halde daha somut ifadelerle söylemek gerekirse; “Çevre kirliliğinin oluşumunda, kirliliğe yol açan etken kaçınılmaz, yöresel örfe uygun bir müdahale sonucu doğabileceği gibi, tehlike sorumluluğunun özelliğine uygun olarak, özünde tehlike yaratma ihtimali bulunan bir etkenin, özellikle toplumun kalkınması ve ülke ekonomisi bakımından katkısı yüksek bir işletmenin yol açtığı bir kaza sonucu oluşan hukuka aykırı bir sonuç da olabilir5 .”

Görüldüğü gibi, çevre kirlenmesi sonucu oluşan zararlardan doğan sorumluluk, özellikle yerel adete uygun kaçınılmaz taşkınlıklarda Fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesine bağlanacağı gibi, tehlike ilkesi ve hatta kusur ilkesi de sorumluluğun tesisinde temel alınabilir. Böyle bir durumda yargıç, uyuşmazlığa eşlik eden maddi olgulara ve olayın özelliklerine göre belirlediği sorumluluk ilkesine göre, ya Fedakârlığın uygun bedelle denkleştirilmesine veya tazminata hükmedebilecektir.

Bu açıklamalardan çıkan sonuç ve düşünce; Çevre Kanunu’nun 28. maddesinin söylemi ve özellikle hukuka aykırılıktan söz etmemesi karşısında, Fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesine bağlanabilecek nitelikte taşınmaz zararlarının denkleştirilmesinde uygulama alanı bulacağı doğrultusundadır6 .

(*) İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk ABD Başkanı.